29 Ekim 2014 Çarşamba

CUMHURİYET BAYRAMI NEDİR?

CUMHURİYET BAYRAMI NEDİR?
Cumhuriyet Bayramı, yoksul ve mazlum bir halkın dünyanın efendilerine kafa tutmasıdır,
Cumhuriyet Bayramı, bir avuç devrimcinin kendi halkının nabız vuruşlarında ölümü göze alarak rütbeyi, ünü, parayı hiçe sayıp yazgı diye önüne sürüleni yırtıp atmasıdır,
Cumhuriyet Bayramı, ortaçağ kafasının
, derebeyi baskısının yok etmeye çalıştığı Anadolu halk gerçeğinin, kadın cinsimizin üstündeki karanlık perdenin dağıtılması, aydınlık gelecekler için güçlü bir ışık tutulmasıdır,
Cumhuriyet Bayramı, Horasan ve Hazar boylarından akıp gelen akıncı gazilerin kurduğu, Bizans ve Muaviye zorbalığını yıkarak adalet dağıttığı, Anadolu ve Rumeli topraklarını DİRLİK DÜZENİ, “Beytülmami müslimin” kılarak kamunun ortak kullanımına açan Osmanlı Beyliği’nin, İmparatorluğa evrilmesi, “Gazi”liğin Tanrı elçisi “Halife ve Sultan”lığa dönüşmesi, KESİM DÜZENİ ile derebeylere ve mültenzimlere teslim olması sonucu yozlaşan, kendi kurucu boyunu, soyunu hor ve hâkir gören, saray debdebesinde şatafata boğulup ülkesini karanlıklara götüren SALTANAT VE HİLAFET makamlarına karşı başlatılmış soylu ve onurlu bir ayaklanmadır,
Cumhuriyet Bayramı, bin odalı saray saltanatlarında kutlanacak bir bayram olamaz!
Cumhuriyet Bayramı, halkından kendi dilini esirgemiş, Arap ve Fars medeniyetlerinin sınıf karmaşası içinde DİVAN duvarlarının arkasında şatafata karışmış çocuk ve kardeş katili despot tiranlara karşı Gazi Mustafa Kemal önderliğindeki göçebe demokrasisinin açtığı bir bayraktır,
Cumhuriyet Bayramı, halkının yüzde doksanının kullandığı ve konuştuğu, birbiriyle anlaştığı Türkçeyi, günün koşullarına uygun olarak devlet ve yazı dili de yapan, dil devrimciliği için koşulları hazırlayan, edebiyatı ve sanatı halka taşımayı amaçlayan devrimcilerin bayramıdır,
Cumhuriyet Bayramı, kendi dili yerine Arapçayı ve Batı taklitçisi bir dil anlayışını yeğleyenlerin bayramı olamaz!
Cumhuriyet bayramı, kendini dünyanın efendisi sayan, iki yüz yıldır, yeryüzünde dökülen tüm kanların sorumlusu olan kapitalizme ve emperyalizme, “Yedi Düvel”e karşı verilmiş bir halk savaşıdır,
Cumhuriyet Bayramı, kutlanışının onuncu yılında Ankara’da büyükelçiliği bulunan ve Kuvayımilliye iktidarı ile ilişki kurmuş olan SOVYETLER BİRLİĞİ ve AFGANİSTAN dışında, tüm dünyanın şaşkınlıkla izlediği bir yenidendoğuştur,
10. Yılda, Mustafa Kemal geceyarısı geldiği Ankara Halkevi'nde iki Sovyet mareşali ile birlikte Kazaska ve Zeybek oynayarak kutladığı bir bayramdır,
Cumhuriyet Bayramı, eğitilmemiş yığınların köle mantığıyla verdiği oylarla ve seçim oyunlarıyla çoğunluk gibi görünüyor olanlar tarafından kutlanamaz!
Cumhuriyet Bayramı, emperyalist metropollerden emir alan, topraklarını dünyanın egemeni ABD ve NATO askeri üsleriyle dolduran bir işbirlikçi anlayışın bayramı olamaz!
Cumhuriyet Bayramı, kutlanışının onuncu yılında kurucusu olmayı üstlenmiş partiye altı okunu armağan eden Tonguç Baba’nın kurup yaşattığı Köy Enstitüleri’nde Batı ve Doğu kültürlerini harman eden, kültürler, diller ayrımını savaş kışkırtıcılığı için kullanan Şarkiyatçı Batı saldırganlığına karşı halkların bir sorgulama, araştırma, çözümleme, barış ve İMECE harmanıdır,
Cumhuriyet Bayramı, komşu ülkelerde iç savaş çıkarmaya çalışanların, savaşları körükleyenlerin, meydanlarda dinsel işaretlerle inançlar üzerinden halkı birbirine karşı kırşkırtanların bayramı olamaz!
Cumhuriyet Bayramı, “Eğitim Birliği” yasası ve “karma eğitim” ile ortaçağın medreseci, belletmeci, taklitçi, cins ayrımcı eğitimine son veren ve eğitimde sorgulayıcı, araştırmacı kuşaklar yetiştirmeyi amaçlayanların bayramıdır,
Cumhuriyet Bayramı, kadını ikinci cins gören, kapatıp hizmetçi statüsüne sokan, alınıp satılacak mal sayan erkek egemen buyurganlığa karşı Anaşah insanlık tarihinin bugüne dokunması, cinsler arasındaki ayrımın kaldırılmasıdır,
Cumhuriyet Bayramı 4+4+4 ile “dindar ve kindar nesiller” yetiştirmek için yola çıkanların, küçücük kız çocuklarının başlarını örtüp mahalle baskısına, çocuk evliliklerine, kadınların sokak ortasında kurşunlanıp bıçaklanmasına kapı açanların bayramı olamaz!
Cumhuriyet Bayramı, halka kendi adıyla armağan bıraktığı orman dışında bir tek yonga parçası mülk edinmeden bu dünyadan göçüp gidenlerin bayramıdır,
Cumhuriyet Bayramı, altın kaçakçılarının, ormanları yakıp yıkanların, park ve orman alanlarını Cami masallarıyla, AVM soygunu için yok edenlerin, kömür, petrol ve maden patronları için halkını sorgusuz sualsiz ölüme gönderenlerin, gemiler, hanlar, hamamlar alanların, yatak odalarında para sayma makineleri ile para sayanların bayramı olamaz!
Cumhuriyet Bayramı, aynı zamanda, “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz” masalıyla, yoksul halkın dişiyle, tırnağıyla kurduğu bir Cumhuriyet’in devlet kasalarında palazlandırılıp piyasaya sürülen Finans Kapital’e yeniden teslim edilmesinin de sorgulandığı bir bayram olmalıdır;
Cumhuriyet Bayramı, yüzyıllardır birlikte yaşadığımız Kürt kardeşlerimize uzun yıllar boyunca en küçük kültürel haklarının, kendi öz dilleriyle konuşma olanağının, dillerini olsun öğrenme hakkının verilemediğinin, yok sayıldıklarının ve onların emperyalist oyunlar için hazır kuvvet durumuna getirildiklerinin de görülebildiği, ayrılıkların değil, birlikte yaşam olanakların araştırıldığı bir bayram olmalıdır;
Cumhuriyet Bayramı, binlerce yıldır Anadolu’yu soyup sömüren üreticinin kanını emen tefeci bezirgân zümresinin ve toprak ağalığının Cumhuriyet’in en devrimci olduğu dönemde bile neden yok edilmediği sorusuyla birlikte kutlanmalıdır;
Cumhuriyet Bayramı, kooperatifleşmeden, üretici örgütlenmesinden yana olanların, demokratik kitle örgütlerinin ve meslek odalarının günlük yaşamda etkin yer almasını isteyenlerin bayramı olmalıdır…
Cumhuriyet Bayramı, özgürlüklerin, güzelliklerin, iyiliklerin, barışın egemen olduğu bir dünya isteyenlerin bayramı olmalıdır…
YAŞASIN CUMHURİYET BAYRAMI!...
29 Ekim 2014, Alper AKÇAM

*************************************


Türkiye sosyalist hareketinin en önemli fikir adamlarından Dr. Hikmet Kıvılcımlı, “Cumhuriyet Bayramı Nedir” başlıklı makalesi
Kıvılcımlı bu makaleyi 1968 yılında Cumhuriyet’in Kuruluşunun 45.yılı nedeniyle yazmıştı.
İşte 45 yıl önce yazılan o makale:
CUMHURİYET BAYRAMI NEDİR
Bunu, bize en iyi özetleyen kişi, Cumhuriyet’in ölümsüz kurucusudur.
Mustafa Kemal, Türkiye’nin yüzyıllardan beri iki büyük kahredici gücü, iki büyük lanetleme gücü ezdiğini haykırdığı gün, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gönderine ilk Cumhuriyet bayrağını çekmişti.
Bu iki kahredici, lanetleme, baş belası güç neydi?
Mustafa Kemal’e göre; birisi Emperyalizm, öteki Saltanat’tı.
EMPERYALİZM NEDİR
Batıda, serbest rekabetçi tasını tarağını toparlamış ve iç çatışmalarını, dünya ölçüsünde kangrenleştirmiş olan, tekelci kapitalizmdi.
SALTANAT NEDİR
Kadim Tefeci-Bezirgân Sermayenin, her türlü gelişimi taşlaştırıp dondura koymuş olan derebeylik biçimiydi.
Bu iki güç birbiriyle domuz topu olmuştu. Emperyalizmin yeryüzündeki egemenliğini sağlayan yerli avadanlık, geri ve sömürge ül­kelerde emperyalizmin teslim aldığı irili ufaklı saltanatlardı.
1919 yılı, yalın savaş kılıcıyla, Modern Çağ derebeyliği olan emperyalizmin, yüzde yüz emrine geçirilmişti. Onun için, Anadolu içlerinde, gâvura karşı kıpırdayan baş kaldırma karşısında, ilkin sözde Müslüman olan, Saltanatı buldu. Emperyalizmin Papaz Fru’ları, Saltanat’ın Molla Necmettin’lerini parayla tuttular. Ve Anadolu topraklarına sarıklı-cübbeli kılıklarla, casus ve baltalayıcı olarak gön­derdiler. Ege Cephesinde Millî Kurtuluş Cephesinin ilk kurşunu, Yunanlıdan önce, sözde Müslüman mütegallibe hacıağalarına karşı sıkılmak zorunda kalındı.
Onun için Türkiye’de Cumhuriyet demek, Türk Milletinin bağrına oturmuş olan emperyalizmle Saltanat’a karşı kurduğu bir savunma kalesi demektir. Bu sebepten Türkiye’nin devrimci Anayasasında, her madde üçte iki çoğunlukla değiştirilebilirdi. Ama hiçbir çoğunlukla, hiçbir zaman ve hiçbir kimsenin değiştiremeyeceği tek madde Türkiye Devletinin bir Cumhuriyet olduğu maddesiydi.
Cumhuriyet çağına dek Türkiye’de kurtuluş yolları çok arandı ve denendi. Dizginler Saltanat’ın elinde kaldığı sürece debelene debelene batıldı. Ya Lâle Devri gibi, halkın Saltanat’a karşı düşmanlığıyla devrilen, bir sefahat sofrası kuruldu, ya Tanzimat gibi emperyalizme şirin görünme muskası takınılarak Abdülhamit istibdadına karıldı. Ya da Meşrutiyette olduğu gibi Saltanat’ın da altı üstüne getirilip, sömürgeleşme uçurumuna yuvarlanıldı. O “kâr’ı kadim” Saltanat kazanı, emperyalizmin ateşi üstünde kızdırıldıkça, içindeki Türk Milleti diri diri kaynatılmaktan kurtulamazdı.
Cumhuriyet Saltanat kazanını devirip, emperyalizmin ateşini Türkiye’de söndürdüğü için, bir Millî Kurtuluş yarattı.
Cumhuriyet emperyalizme, yani Cihan Finans-Kapitalizmine ve Saltanat’a, yani Osmanlı Tefeci-Bezirgânlığına karşı savaşarak doğdu.
Türkiye’de Cumhuriyet’in anlamını yücelten ve kutsallaştıran, Mustafa Kemal’in hiç hayale kapılmaksızın pek açık belirttiği, o her iki irtica cephesinde, her iki gericilik cephesinde başardığı savaştır.
45 yıldır Türkiye’de neler olup bitti?
Her canlı ya da cansız varlık gibi, toplumumuz da zamanla bir sıra değişikliklere uğradı. Ana çizgisiyle, yani ekonomik temel ve sos­yal sınıf yapısı bakımından geçirdiğimiz değişikliklerin anlamı ve yönü ne oldu?
Soruya duruca karşılık bulmak için, kendi kendimize bir daha sorabiliriz: Türkiye’de Cumhuriyet, Mustafa Kemal’in ilk olarak gördüğü ve gösterdiği hedefe vardı mı? Daha kabaca söyleyelim: Tür­kiye’de Cumhuriyet, Saltanatı kökünden devirip, emperyalizmi kökünden kazıdı mı?
Bu sorulara yuvarlacık bir EVET yahut HAYIR ile karşılık vermek kadar bozuk metafizik veya skolâstik bir düşünce ve davranış olamaz. Cumhuriyetimizin gerçekliğinde yatan diyalektik büsbütün beklenmedik, şaşırtıcı gelişmeler gösterdi.
1- SALTANAT’ın tepesi Padişahlık ve Hilafetti. Saltanatın tabanı derebeyleşmiş Tefeci-Bezirgânlıktı. Cumhuriyet, tepedeki padişahlığı ve hilafeti kaldırdı.
Tabandaki Kadim Tefeci-Bezirgân Hacıağalık ne oldu?
Vaktiyle “irtica” denilen gericilik isyanlara, suikastlara giriştikçe ezildi. Kabuğuna çekildikçe rahat bırakıldı, hatta ayrıcalandı. Yalnız ara sıra tefeciliğe karşı resmi savaşlar açıldı. Yüzde ondan “aşırı” faizler kanunla yasaklandı.
Oysa, politikanın etkileyemediği kanunlar vardı. Türkiye ekonomisinde Kadim Tefeci-Bezirgân Sermayenin kökünü ancak genlikli (prosper: Müreffeh) ve hızlı bir modern sanayileşme kazıyabilirdi. Geniş üretim alanımız, toprakta küçük ekici, sanayide esnaf eliyle yürütüldükçe kaçınılmaz sonuç belliydi. En ufak teşkilâtına göz yumulmayan, her kımıldanışı ağa ağırlığı ile boğulan, bin bir devlet vergisi ve banka mükellefiyetleri altında her gün biraz daha ezilen KÜÇÜK ÜRETMENLER Tefeci-Bezirgân torbasında kekliktiler.
O yüzden en iyi niyetli olsun veya olmasın, bütün resmî yasaklar ister istemez kitapta kaldı. Hayatta Kadim Tefeci-Bezirgân ilişkileri, şehir bankalarından güç alarak bütün hınçları ve uğursuzluklarıyla işlediler. Eski “saltanatlarını” (yeni egemenliklerini) yürüttüler ve gitgide büyülttüler.
2- EMPERYALİZM’in tepesi -o günler- Yunan Kralı ile Türk Padişahının gölgelerine çöreklenmiş: İngiliz, Fransız, Amerikan, İtalyan vb… emperyalist silâhlı güçleriydi. Emperyalizmin Türkiye içindeki tabanı: yabancı komprador sermaye, yani bankalar ve şirketlerle onların acenteleriydi.
Mehmetçik, Yunan Ordusu’nu baskına uğratınca Yunan Kralını, maymun ısırdı, Türk Padişahının kavuğu devrildi. Emperyalist silahlı güçler paratonersiz kaldılar. Anayurtlarındaki grevlerde, halk hareketlerinde Sovyet İhtilâlini bastırmaya vakit bulamayan emperyalizmin silâhlı güçlerini de şeytan aldı götürdü. Tabandaki modern yabancı şirketlerle acenteler ne oldular?
Düyunu Umumîye alacaklıları “Şark İsyanlarını” ve şirketler “Gaziye suikastları” kışkırttıkça, yerli-yabancı firmalar devletleştirildi. Çoğunluğu Rum, Ermeni, Yahudi olan komprador burjuvazi “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyalarıyla sindirildi. Sermayeci tıkırına baktıkça okşanmaktan da öteye şımartıldı ve varsa yoksa biricik devlet gözdesi yapıldı.
Bunun üzerine pek imrendiğimiz özel sermaye külahları silâhları değiştirip yerli millî şirketler kılığında “adanmış toprağına” kavuştu. Uluslararası Finans-Kapital bütünlüğü içinde bir öz ve özel parça oldu. Türk’ler “Medenî Kıyafet” takınıp “Avrupalılaştılar”. Batılı kodaman turistler ve vaktiyle Türk’e tepeden bakan kompradorlar da “Türkleştiler.”
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki “Cemiyeti Akvam” (Uluslar Derneği) adını alan kozmopolitlik eğilimi, İkinci Dünya Savaşı’ndaki “Birleşmiş Milletler” biçimine doğru gelmişti. NATO, CENTO, Pentagon kemerlerini cankurtaran simitleri gibi kuşandık.
Cumhuriyetinin başlıca “hikmeti vücudu”: Birincisi, saltanatı (Türkçesi: DOĞU GERİCİLİĞİNİ), İkincisi Emperyalizmi (Türkçesi: BATI GERİCİLİĞİNİ) yok etmekti.
1919–29 arası Türkiye’de, Kadim doğu gericiliğinin kavuğu olan saltanat devrildi. O kavuğun örttüğü asıl doğu gericiliğinin başı: Tefeci-Bezirgânlık dımdızlak parladı kaldı. O yüzden eski “irtica”, yeni “gericilik”: budanmış ağaç gibi, her zamankinden daha zor kötekli ve daha gürbüz olarak, dört bucağımıza dal budak saldı.
1919–29 arası, Türkiye’de modern Batı gericiliğinin şapkası olan emperyalizm, silâhlı kuvvet biçimiyle önce kapıdan kovuldu. O şapkayı taşıyan eskimiş ve iler tutar yeri kalmamış komprador burjuvazi saf dışı edildi. Emperyalizm şapkasını yerli millî şirketler başlarına geçirdiler. Kapıdan kovulan yabancı sermaye: “Batıcı Demokrasi” ve “dış yardım” adı verilen Truva’nın Atıyla yurdumuza bacadan girdi. Bir de baktık, 1923 yılı Finans-Kapital şeytanının alıp götürdüğü yabancı silâhlı güçleri, aynı şeytan satamayıp geri getirdi. Ve yüzlerce üs’te yuvalandırdı.
O nedenlerle, kırk yıllık ara geçmeden: Birinci Kuvayimilliyecilikten sonra bir İkinci Kuvayimilliyecilik gerekti.
1919–29 yılları Birinci Millî Demokratik Devrim sosyal bir kümeye: “komprador burjuvaziye” karşı gerçekleşti. Ancak, kompradorların yerine, Türkiye’de, genlikli ve ilerici bir sanayi burjuvazisi geçemedi. “Eşsiz Örneksiz” Devletçiliğimiz sayesinde: tebdil gezen en kodaman eski kompradorlar, en kodaman, kadim Tefeci-Bezirgânlar ve en kodaman büyük toprak emlâk ağaları bankalar kubbesi altında harman edildi; hepsinden, son sistem “her mahallede bir milyoner” parolalı yerli millî FİNANS-KAPİTAL OLİGARŞİSİ yaratıldı.
1959–69 yılları İkinci Millî Demokratik Devrim, 27 Mayıs’ın ışığı altında çim çiğ aydınlandı. Burada, nükleer başlıklı Amerikan üslerine sırtlarını dayamış bulunan Finans-Kapital Oligarşisi, Mustafa Kemal’in “EMPERYALİZM” dediği BATI GERİCİLİĞİ’dir. Burada köylerimizi inlete inlete sömürdükçe biti kanlanan tefeci hacıağalık Mustafa Kemal’in “Saltanat” dediği DOĞU GERİCİLİĞİ’dir. Her iki gericilik de, 48 yıl önce Kuvayimilliyeci atalarımızın savaş açtıkları aynı iki başlı ejderhanın bugünkü gelişimidir. İki kahredici, iki lanet olası büyük başbelâmızdır.
Birinci Kuvayimilliyecilik: SİLÂHLI, askercil, sıcak savaştı. Bu savaşın bütün yokluklarına rağmen cephesi açıkça belirliydi. Stratejisi ve taktiği az çok genel kurallara göre basitti. Hedefi ise olağanüstü kolay anlaşılırdı.
İkinci Kuvayimilliyecilikte, cephe ne denli baş döndürücü, strateji ve taktik ne denli karmakarışık, hedef ne denli güç anlaşılır olursa olsun, Birinci Kuvayimilliyeciliğin devrimci, kutsal Mustafa Kemal gelenekli CUMHURİYET BAYRAĞI başımızdadır.
HİKMET KIVILCIMLI
(29 Ekim 1968)”

Hiç yorum yok: