DİRİLER MEZARLIĞI
Şu sıralar daha çok fotoğraflarıyla tanınan şair Mahmut Turgut, Yüreğimdeki Çiçekler adlı albümüyle objektifini şairlere, sanatçılara, yazarlara çevirmiş. Soğuğun bıçak gibi kestiği kış Ankara’sının bir otel odasında, özlemi yüreğimde tüten o yüzlere bakıyorum.
Albümün ilk fotoğrafı Ahmet Taner Kışlalı... Bedeni sözcüklerinden, sözcükleri bedeninden ince, aydın bir kişilik. O Kültür Bakanı, ben daire başkanı, ilk işimiz Hasan-Âli Yücel dönemi klasiklerini canlandırmak olmuştu. Sonraki sayfada Ali Püsküllüoğlu. Doğallık ne ise oydu, erdem ne ise oydu, arı gibi çalışmak ne ise oydu... Ardında onlarca sözlük, onurlu bir yaşam bırakarak, usulca çekildi aramızdan.
Sayfayı çeviriyorum. Güleğen yüzüyle Aziz Nesin. O ömrünün kışını yaşarken, Macbeth’in “Ömrüm Güze Erişti” sözünü başlık yapıp ona mektup yazmıştım. Bir başka sayfada Cahit Külebi. Oğlunun ölümünü gördü, “Senin dudakların pembe / Ellerin beyaz / Al tut ellerimi bebek / Tut biraz” diye dizeler düşürdüğü eşini yitirdi, çok sevdiği kedisi “Sarman”ın ölüsünü penceresinin önündeki ağacın dibine gömdü. Acısı ne ovaydı, ne derin vadiler, doruğuna ulaşılmaz dağlardı.
Deniz Som’la çok az bir araya geldik. Yerinde duramayan bir telli turna, hızlı adımlı bir dervişti Som! Kaşla göz arasında, ölüm aldı, yer gizledi. Dursun Akçam sıra arkadaşımdı. Başkası üzerine yazdığım ilk denememde kalemim ona kaydı. O yazı Varlık’ta yayımlandı, radyolarda okundu.
Bir sayfada da Erdal Öz; güleç yüzlüydü. Fotoğrafta da gülüyor. Bin kez ölse, benim gözümde milyonlarca kez diri! Büyük Sinema’nın üstündeki kitapçı dükkânında o raftan bu rafa fişek gibi gidip gelişi gözümün önünden gitmiyor. Altmış beş yaşında, Masalını Yitiren Dev romanımı masasının üstüne koyduğumda şöyle bir gülümsedi, dört gün sonra, “Romanını basıyoruz,” diye telefon etti.
Fakir Baykurt’la Fazıl Hüsnü Dağlarca karşılıklı sayfalarda. Baykurt’a bakarken soruyorum: Onca yazının arasında kendine bir dakika olsun ayırmış mıdır? Yolda yolakta, üst cebinden çıkardığı kâğıtlara notlar alırdı. Dağlarca bir söz büyücüsü idi. Bir akşam sabaha kadar benimle konuşmuştu. Birkaç gün sonra eşim üzerine yazdığı “Eş Ölümü” postadan çıktı.
Gazeteciler, köşe yazarlığının bilgelik olduğunu anlamak için her gün İlhan Selçuk okumalılar. Yoksa yazdıklarının kalem hamallığından kurtaramazlar kendilerini. Melih Cevdet Anday, bilgeliği halklaştırmanın yazarıydı. Mustafa Ekmekçi, halklaşmanın hamurkârı, Necati Cumalı, edebiyatın coşkular esintisi, Nezihe Meriç, sözün inci dizicisi...
İroniyi dudağının ucunda zekâ şimşeği gibi parlatan Salâh Birsel’in üslubu bir komedya oyuncusu kıvraklığında idi. Şükran Kurdakul bireycilikle “birey”in ne olduğunu anlatmaya adamıştı ömrünü. Server Tanilli hayattan intikamını emekle alan bir bilgeydi. Düşüncenin çeliğine karikatürleriyle su veren bir sanatçıydı Turhan.
Türkân Saylan, o “ölü can”ıyla bir irade anıtı diktirdi düşünce tarihine. Türkel Minibaş, ölümünden bir hafta önce, bir yazımdan dolayı beni kutlama inceliği göstermişti. Minibaş, biliminin yanında mahzun yüzlü bir edebiyat prensesiydi. Vedat Günyol, insanlıkçılığın, hoşgörünün, aklı kılavuz eylemenin evrensel savaşımcısı...
Yüreğimdeki Çiçekler albümünde kimler yok! Attilâ İlhan, Bülent Ecevit, Can Yücel, Demirtaş Ceyhun, Dinçer Sezgin, Doğan Aksan, Duygu Asena, Erhan Bener, Fethi Naci, Füsun Akatlı, Gürhan Uçkan, Halit Çelenk, Halit Refiğ, Jülide Gülizar, Memet Fuat, Orhan Asena, Sadun Aren, Vüs’at O. Bener, Yıldız Sertel... Her ad bir diri mezarı...
Cumhuriyet Dergi 26.02.2012
ADNAN BİNYAZAR Pazar Yazıları
Şu sıralar daha çok fotoğraflarıyla tanınan şair Mahmut Turgut, Yüreğimdeki Çiçekler adlı albümüyle objektifini şairlere, sanatçılara, yazarlara çevirmiş. Soğuğun bıçak gibi kestiği kış Ankara’sının bir otel odasında, özlemi yüreğimde tüten o yüzlere bakıyorum.
Albümün ilk fotoğrafı Ahmet Taner Kışlalı... Bedeni sözcüklerinden, sözcükleri bedeninden ince, aydın bir kişilik. O Kültür Bakanı, ben daire başkanı, ilk işimiz Hasan-Âli Yücel dönemi klasiklerini canlandırmak olmuştu. Sonraki sayfada Ali Püsküllüoğlu. Doğallık ne ise oydu, erdem ne ise oydu, arı gibi çalışmak ne ise oydu... Ardında onlarca sözlük, onurlu bir yaşam bırakarak, usulca çekildi aramızdan.
Sayfayı çeviriyorum. Güleğen yüzüyle Aziz Nesin. O ömrünün kışını yaşarken, Macbeth’in “Ömrüm Güze Erişti” sözünü başlık yapıp ona mektup yazmıştım. Bir başka sayfada Cahit Külebi. Oğlunun ölümünü gördü, “Senin dudakların pembe / Ellerin beyaz / Al tut ellerimi bebek / Tut biraz” diye dizeler düşürdüğü eşini yitirdi, çok sevdiği kedisi “Sarman”ın ölüsünü penceresinin önündeki ağacın dibine gömdü. Acısı ne ovaydı, ne derin vadiler, doruğuna ulaşılmaz dağlardı.
Deniz Som’la çok az bir araya geldik. Yerinde duramayan bir telli turna, hızlı adımlı bir dervişti Som! Kaşla göz arasında, ölüm aldı, yer gizledi. Dursun Akçam sıra arkadaşımdı. Başkası üzerine yazdığım ilk denememde kalemim ona kaydı. O yazı Varlık’ta yayımlandı, radyolarda okundu.
Bir sayfada da Erdal Öz; güleç yüzlüydü. Fotoğrafta da gülüyor. Bin kez ölse, benim gözümde milyonlarca kez diri! Büyük Sinema’nın üstündeki kitapçı dükkânında o raftan bu rafa fişek gibi gidip gelişi gözümün önünden gitmiyor. Altmış beş yaşında, Masalını Yitiren Dev romanımı masasının üstüne koyduğumda şöyle bir gülümsedi, dört gün sonra, “Romanını basıyoruz,” diye telefon etti.
Fakir Baykurt’la Fazıl Hüsnü Dağlarca karşılıklı sayfalarda. Baykurt’a bakarken soruyorum: Onca yazının arasında kendine bir dakika olsun ayırmış mıdır? Yolda yolakta, üst cebinden çıkardığı kâğıtlara notlar alırdı. Dağlarca bir söz büyücüsü idi. Bir akşam sabaha kadar benimle konuşmuştu. Birkaç gün sonra eşim üzerine yazdığı “Eş Ölümü” postadan çıktı.
Gazeteciler, köşe yazarlığının bilgelik olduğunu anlamak için her gün İlhan Selçuk okumalılar. Yoksa yazdıklarının kalem hamallığından kurtaramazlar kendilerini. Melih Cevdet Anday, bilgeliği halklaştırmanın yazarıydı. Mustafa Ekmekçi, halklaşmanın hamurkârı, Necati Cumalı, edebiyatın coşkular esintisi, Nezihe Meriç, sözün inci dizicisi...
İroniyi dudağının ucunda zekâ şimşeği gibi parlatan Salâh Birsel’in üslubu bir komedya oyuncusu kıvraklığında idi. Şükran Kurdakul bireycilikle “birey”in ne olduğunu anlatmaya adamıştı ömrünü. Server Tanilli hayattan intikamını emekle alan bir bilgeydi. Düşüncenin çeliğine karikatürleriyle su veren bir sanatçıydı Turhan.
Türkân Saylan, o “ölü can”ıyla bir irade anıtı diktirdi düşünce tarihine. Türkel Minibaş, ölümünden bir hafta önce, bir yazımdan dolayı beni kutlama inceliği göstermişti. Minibaş, biliminin yanında mahzun yüzlü bir edebiyat prensesiydi. Vedat Günyol, insanlıkçılığın, hoşgörünün, aklı kılavuz eylemenin evrensel savaşımcısı...
Yüreğimdeki Çiçekler albümünde kimler yok! Attilâ İlhan, Bülent Ecevit, Can Yücel, Demirtaş Ceyhun, Dinçer Sezgin, Doğan Aksan, Duygu Asena, Erhan Bener, Fethi Naci, Füsun Akatlı, Gürhan Uçkan, Halit Çelenk, Halit Refiğ, Jülide Gülizar, Memet Fuat, Orhan Asena, Sadun Aren, Vüs’at O. Bener, Yıldız Sertel... Her ad bir diri mezarı...
Cumhuriyet Dergi 26.02.2012
ADNAN BİNYAZAR Pazar Yazıları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder