2 Temmuz 2025 Çarşamba

SİVAS

 







Sivas... Bir adalet çığlığı

SEDAT KAYA

Zaman, bazı günleri geçmez.

Takvim yaprakları dökülür ama biri hep duvarda asılı kalır.
2 Temmuz 1993.
Sivas.
O gün güneş doğdu mu, doğmadı mı, kimse hatırlamıyor.
Ama o gün karanlık çok erkendi.
Gözlerden değil, içten gelen bir karanlık… Küllerini çok önceden hazırlamış bir yangının habercisi.
Pir Sultan’ın adını taşıyan bir şenlikti o.
Ama bu ülkede şenlik bile bazen yas hükmünde olur.
Aydınlar toplanmıştı.
Yazarlar, ozanlar, şairler, fikir işçileri...
Kelimelerin bile usulca yürüdüğü bir coğrafyada, onlar yüksek sesle insanı konuşuyordu.
Madımak Oteli...
Bir otelden çok, bir geçiş yeriydi o gün.
Hayatla ölüm arasında, hafıza ile inkar arasında bir eşikti.
İçeri girenlerin bazıları, bir daha çıkamadı.
Çünkü dışarısı çoktan örgütlenmişti.
Kızgın kalabalık değil, yönlendirilmiş öfke.
Linç için eğitilmiş bir sessizlik,
Ve "tekbir" diyerek yakılan bir akıl.
Aziz Nesin’i kim okumuştu?
Okumayı bilmeden, sadece nefretle bilen bir kalabalık…
Elinde sopa, cebinde fitne, ağzında yangın.
Ve kimse “yeter” demedi.
Devlet oradaydı ama devletsizdi.
Koskoca bir seyirci koltuğunda,
Kül olup dağılana kadar izledi.
Saatler geçti.
Sesler yükseldi.
İmdatlar karşılık bulmadı.
Ateş, sadece ahşabı değil;
bir halkın hafızasını tutuşturdu.
Çığlıklar, yalnızca dumanla boğulmadı, geleceğin üstüne kilitlendi.
İsimler düştü bir bir…
Nesimi Çimen, Hasret Gültekin, Metin Altıok…
Bir ülkenin vicdan defterinden cümle cümle silindiler.
33 insan, şiir gibi yandı.
İki otel çalışanı, görevleri başında öldü.
Ve Aziz Nesin, ölmemekle suçlandı.
Sonra ne oldu?
Devlet 12 saat sonra “sokağa çıkmayın” dedi.
Cehennem çoktan kurulmuşken.
Cumhurbaşkanı “tahrik var” dedi.
Başbakan, “halk zarar görmedi” diyebildi.
Vicdanı olanlar sustu, yetkisi olanlar susmayı seçti.
Ve tarih, suça ortak edildi.
Ya medya?
Yangını değil, isyanı yazdı.
Katliamı değil, kışkırtmayı manşete taşıdı.
“Devlet gözetiminde katliam” diyen birkaç kalem,
ya susturuldu, ya yakıldı.
Ve dava açıldı.
Bir hukuk tiyatrosu kuruldu.
İdamlar verildi ama idam cezası kalkmıştı, infaz edilmedi.
Sanıklar kaçtı, bazıları hiç bulunmadı.
Zaman aşımı geldi.
Mahkeme "dava düştü" dedi.
Başbakan Erdoğan çıktı ve
“Milletimize hayırlı olsun” dedi.
Yanan milletin çocuklarıydı.
Ama hayır gören, katliamdı.
Yıllar geçti.
Bazı sanıklar milletvekili oldu.
Madımak’ın küllerinden saraylar yükseldi.
Ve Temel Karamollaoğlu,
“Bu katliam değildir” diyerek yürüdü muhalefet masasına.
İttifaklar kuruldu, hafızalar silindi.
Yananlar değil, unutanlar alkışlandı.
Ama bir şey vardı ki susmadı.
Nesimi Çimen’in oğlu Mazlum…
O yangından kalan tek kelimeyle,
babasının gölgesini bir türküye dönüştürdü.
“Öyle ağırım ki kendime
Sen benden gittin gideli...”

Bir aşk şarkısı sananlar oldu.
Ama bu, bir baba ağıtıydı.
Sırtında bir ülkenin külleriyle yazılmış bir türküydü bu.
Müzik notalarında kavrulan bir adalet çığlığı.
Bugün hala yanmakta olan bir şey varsa,
O, adalettir.
Bugün hala susmakta olan bir şey varsa,
O, hafızadır.
Ama unutmamak direnmektir.
Unutturmamak, insanca yaşamanın asgari şartıdır.
Şilili devrimcilerin sözüdür.
“Un pueblo sin memoria, es un pueblo sin futuro.”
Hafızası olmayan halkın, geleceği olmaz.
Sivas’ı unutma.
Unutturma.

Hiç yorum yok: