21 Mart 2016 Pazartesi

Bir Nevruz hikayesi



Bir Nevruz hikayesi..
ZALİM ZAHHAKLAR OLDUKÇA
DEMİRCİ KAWALAR DA OLACAK..
Tarih öncesi bir kraldı..
Zalim bir diktatördü..
Yarı şeytandı..
Tam bir canavardı..
Zahhak derlerdi bu zalimin adına..
Bazıları da Dehak..
Arap bir Tiran'dı..
Omuzlarında iki yılan taşırdı..
Bu iki yılanı beslemek için her gün halktan iki çocuğu sarayına kurban olarak getirtiyordu..
Sonra çocukların beyinlerini yılanlarına yediriyordu..
Öyle acımasız, öyle gaddardı ki, ilkbaharın gelmesini bile engelliyordu..
Zahhak'ın ülkesi hep kara kıştı..
Zavallı halk çareler arıyordu..
Sonunda iki gönüllü kahraman çıktı ortaya..
Armayel ve Garmayel..
Bu ikili zalim kralın sarayına aşçı olarak girmeyi başardı..
Hergün gizlice bir koyun beynini bir insan beyni ile karıştırarak yılanları beslerken, bir çocuğun hayatını kurtardılar..
Kurtulan çocuklar zaman içinde binleri geçti...
Bu çocukları eğiten Kawa isminde bir demirci müthiş bir ordu yarattı..
Sonunda Kawa'nın liderliğindeki bu ordu bir 20 Mart sabahı zalim kralın sarayına saldırdı.
O günün akşamında Demirci Kawa çekiciyle kral Zahhak'ı kafasını ezdi ve öldürdü..
Bu zafer her yerde ateş yakılarak kutlandı.
O günden sonra her 20-21 Mart tarihinde ülkeye ilkbahar geldi..
*. -*. -*
Bir Mezopotamya efsanesidir bu..
Nevruz'un hikayesidir..
Kökü Persler'e kadar dayanır..
İlk tek tanrılı kitap Avesta da bile yer alır..
İsmi Farça'dan gelir..
Nev/nava yeni anlamındadır..
Ruz ise gün ışığı..
Nevruz "Yeni Gün" demektir..
Bu inanış Persler'den Kürtler'e, Kürtler'den bölgedeki tüm halklara yayılmıştır..
Afganistan'dan Çin'e, Ukrayna'dan Makedonya'ya kadar geniş bir coğrafyada hüküm sürer..
Bu toprakların binlerce yıllık geleneğidir; Nevruz..
Azeriler Novruz der..
Kazaklar Nawrız..
Kırgızlar Nooruz..
Özbekler Navro'z..
Tatarlar Navrez..
Kürtler Newroz..
Türkmenler Nowruz..
Hangi dile söylenirse söylensin Nevruz baharın müjdesidir..
Baharın habercisidir..
Ve tıpkı efsanedeki gibi..
Zalim Zahhak'lar olduğu sürece mutlaka kahraman Kawa'lar da olacaktır..
(Sedat Kaya)

AŞIK VEYSEL

Gözleri görmüyordu..Tek arzusu Gazi'nin sesini duymaktı.. Nasip olmadı.
GÖRGÜSÜZ TABAKADAN AŞIK VEYSEL
ANKARA'YA NEDEN SOKULMADI?..
Yıl 1933..
Aylardan Ekim..
Türkiye'nin her yerinde Cumhuriyetin 10. yılı kutlanıyor..
Sivas'ta da büyük bir tören var....
Her taraf bayraklarla donatılmış..
Marşlar söyleniyor, şiirler okunuyor..
Sivas'ın Sivrialan Köyünün Akçakışla nahiyesinden de aşıklar gelmiş...
Bağlamalarını çalıyorlar, yanık türküler yakıyorlar..
Aralarında biri var ki, o farklı..
Sazı farklı, sözü farklı..
Üstelik gözleri görmüyor..
Cumhuriyet'in 10.Yılı için yazdığı destanı okuyor..
"Gazi Paşa Hazireti bir kişi
Ne kadar cesaret tuttu bu işi
Sarmıştı vatanı düşman ateşi
Esirgedi bizi ziyanımızdan "
*. *. *
Veysel Şatıroğlu'ydu bu destanı okuyan..
Tanınan ismiyle Aşık Veysel'di..
Sazı, sözü çok beğenilmişti.
Sivas Belediye Başkanı ve ilin önde gelenleri o an karar verdi...
Veysel Angara'ya gitmeli, bu destanı mutlaka Mustafa Kemal'e okumalıydı..
Aylar süren bir çalışma yapıldı..
Heyet kuruldu..
Yol için para toplandı...
Ama Angara uzun, ince bir yoldu..
Motorlu taşıt yoktu..
Veysel, arkadaşı İbrahim Tutiş ile yola koyuldu..
*. *. *
Angara'nın yolları taştandı..
Tabana kuvvet dediler..
Cumhuriyet ve Mustafa Kemal aşkına...
Günlerce yürüdüler..
Patikaları, dereleri geçtiler..
Dağları, tepeleri aştılar..
Aylar sonra Angara'ya varabildiler..
Tarih 1 Nisan 1934 idi.
Üstlerinde köylü kıyafetleri vardı..
Altlarında potur.
Ayaklarında çarık..
Toz toprak içindeydiler..
Sorup soruşturdular..
Gazi Mustafa Kemal'in huzuruna nasıl çıkabiliriz?.
Tam Kızılay'da vardılar ki, iki polis çıktı karşılarına..
-Nereye hemşerim?
-Biz Sivas'tan geliyoruz, halk ozanıyız.. Gazi'nin huzuruna çıkacağız..
-Olmaz..
-Neden olmaz?..Atatürk'e bir destan yaptık..Ona okumak istiyoruz..
-Yasak hemşerim..Bu kıyafetle değil Gazi'nin huzuruna çıkmak, Kızılay da bile dolaşamazsınız...Yasak..
-Üç aydır yollardayız..İzin verin de geçelim..
-Kesin emir var..Yasak dedim size.. Köyünüze geri dönün..
*. *. *
Polisin dediği dedik, astığı kestikti..
Gerçekten de o günlerde Ankara Kızılay'da böyle kıyafetlerle dolaşmak yasaktı..
Yasağı Ankara Valisi Nevzat Tandoğan koymuştu..
Kızılay yabancı devlet adamlarının ve turistlerin gezdiği bir bölgeydi....
Üzerinde Türkiye Cumhuriyeti'ne yakışır kıyafet olmayanlar giremezdi.
Vali efendi 'Hırpani kıyafetlileri sokmayın' demişti..
Cumhuriyetin "Köylü Milletin Efendisidir" sloganı Ankara'da geçerli değildi..
Aşık Veysel ve arkadaşı üzerlerindeki köylü kıyafetleri nedeniyle Kızılay'a sokulmamıştı..
*. *. *..
Üzgün ve kırgındılar..
Arkadaşı İbrahim Veysel'e "Bari bir gazeteye gidelim, derdimizi anlatalım..Belki Gazi gazeteyi okur, bizi çağırtır" dedi..
Soluğu Hakimiyet-i Milliye gazetesinin matbaasında aldılar..
Dertlerini anlattılar..
Veysel sazını çıkardı 10. Yıl Destanını okudu..
Fotoğrafları çekildi..
Ertesi gün 2 Nisan 1934 tarihli Hakimiyet-i Milliye Gazetesi'nde çıkan haber şöyleydi.
“Dün gazetemize Anadolu’nun saz şairlerinden biri geldi. Sivrialan köyünden olan bu yanık yüzlü adamın iki gözü de görmüyordu. Bu saz şairinin yeni yazdığı koşmalar, inkilabın halkın en görgüsüz tabakalarına kadar nasıl işlemiş, anlaşılmış ve sevilmiş olduğuna en büyük delildir.”
Görgüsüz tabakadan Aşık Veysel Ankara'da uzun süre haber bekledi..
Günlerce ne arayan, ne soran oldu..
Çünkü Hakimiyet-i Milliye gazetesinde Veysel'in Atatürk ile görüşme isteğinden satır yoktu..
Gazi'nin haberi bile olmadı..
Sonunda paraları bitti..
Boynu bükük Sivas'a döndüler.
Ama ne cumhuriyete, ne de Mustafa Kemal'e inançlarını hiç yitirmediler..
*. *. *
Aradan yıllar geçti..
1938 yılının başlarıydı..
Atatürk Dolmabahçe'de İstanbul Radyosunu dinliyordu..
Programda Aşık Veysel vardı..
Çok etkilendi..
"Bu ozanı bana getirin" dedi..
Emir subayları hemen radyoya gittiler..
İstanbul Radyosu Müdürü Mesut Cemil Bey’e Aşık Veysel'i sordular..
Maalesef Veysel binadan çıkmıştı ve gittiği yer bilinmiyordu..
Ertesi gün Veysel tekrar radyoya gitti.
Radyo Müdürü Cemil Bey "Gazi seni görüp, dinlemek istedi ama bulamadık..Al bu mektubu yarın Dolmabahçe'ye git, seni Mustafa Kemal ile görüştürsünler" dedi.
Veysel sabah erkenden arkadaşı İbrahim Tutiş ve mektupla birlikte soluğu Dolmabahçe Sarayı'nda aldı..
Bu kez üstlerinde pantalon, ceket ve fört şapka vardı..
Nöbetçi askere “Akşam Atatürk bizi aratmış, şimdi duyduk, geldik” dedi..
İçeri aldılar..
Kendilerini Yaver Şükrü Bey karşıladı..
Şükrü bey mektubu açtı, okudu.
"Gazi şu an çalışıyor, haber veremem..Siz adresinizi bırakın, müsait olduğunda sizi aldırırız" dedi.
Saraydan üzgün ama umutlu döndüler..
Yine günlerce haber beklediler..
Ama yine ne arayan oldu, ne soran..
Çünkü Mustafa Kemal rahatsızlanmıştı..
Bir süre sonra da hayata gözlerini yumdu..
Aşık Veysel yıllarca bu buluşmayı beklemişti..
Nasip olmadı..
Anılarında bu olayı şöyle özetledi.
"Kulaklarımla Mustafa Kemal'in sesini işitmeyi candan arzu ettim ama kısmet olmadı"
*. *. *
Malum Dünya Şiir günü..
Aynı zamanda Veysel'in ölüm yıldönümü..
Kendi mısralarıyla analım, büyük ozanı.
"Beni hor görme gardeşim..
Sen altınsın ben tunç muyum,
Aynı vardan var olmuşuz..
Sen gümüşsün ben sac mıyım?."
(Sedat Kaya)
----------------------------
https://sedatinadresi.wordpress.com/…/gorgusuz-tabakadan-a…/

18 Mart 2016 Cuma

18 MART ÇANAKKALE

Çanakkale zaferinin 101 yılını kutlarken ,Atatürk ve şehitlerimizi saygı ile anıyorum. Yüce Atatürk 'ün "Bizim evlatlarımız olmuşlardır " dediği işgalci güçlerin askeri olarak gelip de dönemeyen askerlere de saygı ile ...

1915 baharında bizimkiler
Bir haber aldı:
Çiçek açmayı unutmuş vatanın toprağı
Çanakkale taraflarından başlamış kurumaya
Sorarmış, neredesiniz?
1915 baharında bizimkiler
Bir haber saldı:
Biz dünden hazırız ey memleket
Nergisler gibi açıp, martılar gibi uçmaya!
1915 baharında bizimkiler
Vurdular düştüler kalktılar dövüştüler
Kahrolsun Emperyalizm demeyi öğrettiler
İzmir Zeybeği nasıl oynanır
Öğretir gibi dünyaya
1915 baharında bizimkiler
Bir düğüne gider gibi gittikleri Çanakkale’den
Bir düğünden döner gibi döndüler
Sordu Karşıyaka hasretin bin bir rengiyle
“Hey! İçinizden 15 kişi, neredeler?”
1915 baharında bizimkiler
İmbatta çalkalanan körfez gibi güldüler
Kısaydı yanıtları:
“Sorduğun 15 kişi
Özgürlük bahçesinin
Bağımsızlık çiçeğidir şimdi”
Sonra yürüyüp gittiler
1915 baharında bizimkiler,
Karşıyaka bir türlü geçilemez
İşte ta o günden beri
Ağıt yaktığından değil
Unutmadığından o büyük emaneti…
Haluk IŞIK
Mart 2016, Karşıyaka
Çanakkale
Söyle Arkadaşım' dedi Anadolulu Mehmet
yanıbaşındaki Anzak erine
'nereden kopup gelmişsin, 
neden çökmüş bu mahsunluk üzerine? '
'DUNYANIN ÖBÜR UCUNDAN' dedi gencecik Anzak
'Öyle yazmışlar mezar taşıma.
doğduğum yerler öylesine uzak,
örtündüğüm topraksa gurbet bana.'
'Dert edinme arkadaşım'dedi Mehmet
'değil mi ki bizlerle birleşti kaderin,
değil mi ki yurdumuzun koynundasın ilelebet,
sende artık bizdensin,
sende bencileyin bir Mehmet'
Çanakkale'de toprağının
üstü cennet altı mezar
kavga bitmiş mezarlarda
kaynaş olmuş yiten canlar.
'ya sen dedi Mehmet
oyun çağındaki İngiliz erine,
'yaşın ne senin kardeş
böylesine erken buralarda işin ne? '
'yaşım sonsuza dek onbeş'
dedi ufak tefek İngiliz eri.
'köyümde askercilik oynar
coştururdum trampetimle bizimkileri
derken kendimi cephede buldum
oyun muydu, gerçek miydi anlamadan,
bir sahici kurşunla vuruldum.
Sustu boynumdaki trampet,
son verildi böylece oyundan bozma işime
Gelibolu'da bana da bir mezar kazıldı
mezar taşıma ON BEŞİNDE TRAMPETÇİ' yazıldı.
Öyküm de künyem de bundan ibaret.'
Yağmur yağıyordu usul usul toprağa
gozyaşları düşerek üstüne sanki
damla damla ağlıyordu uzaktan uzağa
sahibini yitiren bir trampet.
'ya sizler' dedi Mehmet
dünyanın dört kıtasından
mezarlar dolusu erlere,
'hangi rüzgar savurdu sizleri
bu bilmediğiniz yerlere'
kimi İngilizdi, kimi İskoç
kimi Fransızdı, kimi Senegalli
kimi Hintli kimi Nepalli
kimi Avustralya'dan kimi yeni Zelanda'dan Anzak
gemiler dolusu asker
her biri niye geldiğinden habersiz
Gelibolu'nun oya gibi koylarından şizarak
tırmanmışlardı dağa bayıra
siper siper yara gibi yarılan toprak
mezar olmuştu savaş ardından onlara.
Kiminin BURADA YATTIĞI SANILIR
Kiminin ADI BİLİNSE DE MEZARI BİLİNMEZ
kiminin de mezar taşında
on altı on yedi on sekiz yaşında
EBEDİ İSTİRAHATE ÇEKİLDİĞİ yazılı.
Çanakkale topraklarında,
her birinin erken biten yaşam öyküsü
eski yazıtlar gibi taşlara böyle kazılı.
'Anlamaz mıyım' dedi 'halinizden kardeşler'
adına yazılı taşı bile olmayan asker
Anadolulu Mehmet
'ben de yuzyıllarca yaban ellerde
neyin uğruna bilmeden can vermişim
kendi yurdum uğruna can vermenin tadına
ilk kez Çanakkale'de ermişim.
Uğrunda can verdikce vatandı ancak
ekip biçtiğim padişah mülkü toprak
değil mi ki sizler alamasanız bile
bu topraklar almış sizi sizleri basmış bağrina
sizlere de vatan sayılır artık Çanakkale.
Çanakkale'de toprağının
üstü cennet altı mezar
kavga bitmiş mezarlarda
kaynaş olmuş yiten canlar.
Bir garip savaştı Çanakkale savaşı
kızıştıkça kızginlığı dindiren
ara verildikçe ateşe
düşmanı kardeşe
döndüren bir savaştı.
Kıyasıya bir savaştı
ama saygı üreten bir savaş
yaklaştıkça birbirine
karşılıklı siperler
gönüller de yakınlaştı
düştükçe vurusanlar toprağa
dostlar gibi kaynaştı.
Savaş bitti.
Ölenler kaldı sağlar gitti
köylü köyune döndü evli evine
kır çiçekleri geldiler akın akın
çekilen askerlerin yerine
yaban gülleri, dağ laleleri, papatyalar,
kilim kilim yayıldılar toprağa.
Siper siper
toprağın savaş yaralarını örttüler
koyunlar koruganları yuva yaptı kendine
kuşlar döndü gökyüzüne kurşunların yerine.
Çiçeğiyle yemişiyle yeşiliyle
silah yerine saban tutan elleriyle
geri aldi savaş alanlarını doğa
can geldi toprağa silindikçe kan izleri.
Yeryüzünde cennet oldu öylece
o cehennem savaş yeri
şimdi Çanakkale Gelibolu
bahçe bahce, ülke ülke
mezar dolu.
Üstü cennet altı mezar
Çanakkale toprağının
kavga bitmiş mezarlarda
kaynaş olmuş yiten canlar.
Huzur içinde uyusun
vuruştukları toprakta
kavgadan kinden uzakta
yanyan dostça yatanlar.
Bülent Ecevit

8 Mart 2016 Salı

Bir günlük ateşkes FERHAN ÇAPRAZ

Bir günlük ateşkes
Ben 8 Martın ruhunu sevdim.
Ben 8 Martın cinsel, sınıfsal, toplumsal, dinsel ve de ırksal başkaldırışın sevdim.
Ben 8 Martın kadın demek toplum demek olduğunu anlatmasını sevdim.
Ben 8 Martın kanla gözyaşıyla emekle kazanılmasını sevdim.
Ben 8 Martın tuhaf atasözlerine karşı gelmesini sevdim.
Ben 8 Martın artık masalları değiştirin, külkedisi yok, pamuk prenses yok demesini sevdim.
Ben 8 Martın onurlu kadın yürüyüşçülerini sevdim.
Ben 8 Martın erkek hegemonyasına karşı dik duruşunu sevdim.
Ben 8 Martın Halime Ablasını sevdim. Havva Anasını sevdim.
Ben 8 Martın tarlada çalışan kadının sosyal güvencesi için yaptığı mücadeleyi sevdim.
Ben 8 Martın kadın şiddetini tarihten kaldırması için dayak yiyen kadınlarını sevdim.
Ben 8 Martın bütüncül politikalarla sorunları tek bakanlıkla değil el birliğiyle çözmemiz gerekir dediğim o ney bacım diyen abiyi sevdim…
Ben 8 Martın CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi imzalamakla yetinen yetkililerini sevdim.
Ben 8 Martın kamu kurumlarının toplumsal cinsiyet konusunda hizmet içi eğitimler verenlerini sevdim.
Ben 8 Martın ŞÖNİM’lerden destek alan ya da sığınakta kalan kadınların ihtiyaçlarını karşılamaları için çalışanlarını sevdim.
Ben 8 Martın He For She kampanyasına destek verenlerini sevdim.
Ben 8 Martın çıkarılan her yasanın toplumsal cinsiyet eşitliği açısından sonuçlarıyla birlikte gözden geçirilmesi gerektiğini söyleyen kadın derneklerini sevdim.
Ben 8 Martın kadınlar çiçektir masalına inanmayan kadınlarını sevdim.
Ben 8 Martın “Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın” diyen. Ulu önder Atatürk’ü ne derece ileri görüşlü bir önder olduğunu anlatanlarını sevdim.
Evet; kadınlar bir günlük ateşkes ilan edildi bugün ölmeyeceğiz, saldırıya uğramayacağız, bıçaklanmayacağız, kadın kotasından erkek yönetici atanmayacak, ilk kadın başbakan gaflarıyla anılmayacak… Ve sevgili kadınlar erkek egemenliğini yarattığın için erkekler seninle gurur duyacak...

2 Mart 2016 Çarşamba

UYAN EY MİLLET YETİM HAKKI TOPRAKLAR ELDEN GİDİYOR! Alper Akçam

UYAN EY MİLLET
YETİM HAKKI TOPRAKLAR ELDEN GİDİYOR!

Maliye Bakanlığı açıkladı; 2012’den başlayarak her yıl parti parti satılan hazineye ait tarım arazilerinin satışı için yeni olanaklar sağlanacakmış…
Peki, kim alacak bu toprakları? Kapısında iki inek üç koyunla, iki kovanla, iki dönümlük bostanla, üç beş meyve ağacıyla karnını doyurmaya çalışan, Güneydoğu’da şehit düşünce yaşadıkları barakalar,viraneler gözler önüne serilen yoksul üreticiler, tüyü bitmedik yetimler mi?
Ne gezer? Yedi bin yıldır Anadolu’da köylünün sırtından geçinen, iliğini kanını sömüren aracı-tefeci zümresi…
Osmanlı çöküş dönemi de Dirlik Düzeni’nde “Beytül mali Müslimin” olan Anadolu topraklarının Kesim Düzeni ile kesimcilere, tefeci soygununa açılması ile başlamıştı. Bu toprak satışı başka şeylerin de habercisi olmasın?
Toprak, candır. Toprak bizi doğuran, doyuran anadır. Toprağa el uzatan, toprağı halkın küçük tarla işletmesi dışında millet malı olmaktan çıkarıp birilerine peşkeş çekmeye çalışanların sonu haraptır!
Anadolu topraklarını Tekfurlara, peşkeş çeken Bizans’la, Tavaif-ül Mülk derebeyleri elinde parçalatıp kastlaştıran Selçuklu’ya Kayı boyunun gazisi Ertuğrul kılıcını vurmuş; toprağın çalışanına, üretenine yalnızca kullanım hakkı vererek “Beytül Mali Müslimin” kılmıştı. Osmanlı, bu adaletli toprak düzeni ile Osmanlı oldu; Rum’undan Ermeni’sine Müslüman’ından Hıristiyan’ına eşit ve hakkaniyetli davrandığı için kısa zamanda baş tacı edildi; devlet sınırlarını Afrika’dan Avrupa içlerine kadar genişletti.
Yavuz Selim zamanı ilk tohumlarını vermiş, mezhep ayrımcılıkları ile başlamış yozlaşma, Kanuni’den sonra toprakta Kesim Düzeni’ne sıçrayınca, Osmanlı da yokuş aşağı gitmeye başlamıştı. 19. Yüzyıl sonlarında iyice yozlaşmış Osmanlı sarayı Anadolu topraklarını reji kolcularına, İngiliz-Fransız Levantenlerine peşkeş çektiğinde Gazi Mustafa Kemal düşmüştü halkının önüne…Düşmanı halkın desteğiyle bu topraklardan def ettikten sonra da Anadolu’da herkesin az buçuk bilip konuştuğu çoğunluk dilini resmi dil yapmış, kadına Türk töresinde, göçebe geleneğinde de yer aldığı gibi “eşit yurttaşlık” hakkını vermişti.
Kurtuluş Savaşı sonrası siyasal etkinlikleri zora dayalı bir sistemle bastırılmış yedi bin yıllık tefeci bezirgânlık 1946’dan sonra yeniden kıpırdanmaya başlamış, gerici kapitalist sınıf, finans kapital ili diş tırnak olup önce Köy Enstitüleri’ni kapattırmış, sonra da adım adım iktidarı ele geçirmişti.
2002 bu bakımdan da önemli bir milat oldu. Batılı emperyalistlerin bir türlü içine sindiremedikleri Anadolu coğrafyasında kendi başına karar verebilen, gelişmiş ülkeler gibi kadın haklarını, laikliği, belli ölçüde demokrasiyi anayasasında ve yasalarında yaşatmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti, Siyasal İslam üzerinden kolay yönlendirilebilen, etnik köken ve mezhep kavgaları ile parçalanabilen bir farklı yola sokuldu. Bu yolda Batılı Finans Kapital’e ortaklık etmeye hazır, yeniden çökkün Osmanlılık, padişahlık özleminde birilerini bulmak da çok zor olmamıştı…
Cumhuriyet’i kuranların eksikleri, çözmeyi başaramadıkları tefeci bezirgân soygunu ile Kürt meselesi kendi sonunu hazırlayan tuzaklar gibi kullanılmış oldu.
Evet… Tüyü bitmedik yetim hakkının da bulunduğu millet malı Anadolu toprakları, halkın kapısındaki iki ineği, üç koyunu doyurmaya çalıştığı, bir araba ot biçip getirdiği otlak ve hazine arazileri satışa çıkarılıyor. Şimdi bakacağız, Osmanlı ocaklarında mehter marşlarıyla coşup Yeniçeri pankartı açan yoksul varoş insanları, iki yakasını bir araya getiremeyen, Güneydoğu’da şehit düştüğünde ancak adı anılan üretici mi alacak o toprakları, Osmanlı oyunuyla halkı seçim sandıklarında din ipleriyle bağlayan bezirgânlar, onların siyasi temsilcileri mi?
Siz yine de duymuş olun… Millet malı topraklar satışa çıktı…

02 Mart 2016, Alper Akçam