Kemal Bilbaşar'ın eserleri yeniden yayımlanıyor
Fikirde toplumcu, sanatta gerçekçi
Selim İleri, edebiyatımızın üç önemli yazarı Kemal Tahir, Orhan Kemal ve Yaşar Kemal’den kendi yetişme döneminde “Üç Kemaller” diye söz edildiğini, ancak dördüncü Kemal’in, yani Kemal Bilbaşar’ın -ilkinin yaşıtı, diğer ikisinin ağabeyidir- nedense unutulduğunu söyledikten sonra, “Fakat neden?” diye sorar ve cevabını yine kendisi verir: “Öyle sanıyorum ki, kendi köşenizde yazışlarınız, İzmir’de, İstanbul’dan uzakta yaşayışınız, köyü değil, silik, ölgün, iki arada bir derede kasabayı anlatışınız günün modalarına gönül vermiş okura seslenemiyordu. Unutulmayacak öyküleriniz 'Kendimize Dönebilmek', 'Cevizli Bahçe', 'Zümbül', 'Pembe Kurt', ötekiler, hele 'Çancının Karısı' arada kaynayıp gidecekti.”
Kemal Bilbaşar’ın çalkantılı bir dönemde geçen, Zühre Ninem adlı romanında ayrıntılarıyla anlattığı çocukluğunun, eseri üzerinde en önemli etkiyi yaptığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Bilbaşar 1910’da Çanakkale’de, Çerkes kökenli başkomiser Hüsnü Naim Bey ile soylu bir Balkan ailesine mensup Nuriye Hanım’ın oğlu olarak dünyaya gelir. Babasının Selanik’te görevliyken Balkan Savaşı sonrasında işgal kuvvetlerince 1912’de şehit edilmesi üzerine aile yeniden Çanakkale’ye döner. Bilbaşar’ın bütün bir çocukluk dönemini kaplayacak muhacirlik günleri başlamıştır artık. Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve düşman donanmasının Çanakkale’yi zorlaması sonucu aile bu kez Eskişehir’e yerleşir, daha çok yoksul insanların yaşadığı Tatar Mahallesi'nin toprak sıvalı evlerinden birine sığınırlar. 1917’de okula başlar, ancak eğitimi daha sonraki göçler nedeniyle kesintiye uğrayacaktır. Sekiz yaşındayken annesinin Eskişehir İskân Müdürü Avni Bey’le evlenmesi, onda yeni uyanışlara neden olur. Dindar bir adam olan üvey babasıyla birlikte akşamları camileri, tekkeleri dolaşmaktadır, onun isteğiyle hafızlık eğitimi almaya başlamıştır. Öte yandan okuldaki öğretmenlerinin etkisiyle yeni başlamakta olan Kuvayı Milliye hareketine yakınlık duymaktadır. Nisan 1921’deki Yunan ilerlemesi karşısında Eskişehir’den ayrılarak açık tuz vagonları üzerinde Ankara’ya doğru yola çıkarlar. Ankara’ya vardıklarında on bir yaşındaki Bilbaşar, Hacıbayram’da asker kaçaklarının idamına tanık olur. Ankara’daki ikametleri ancak altı ay sürer. Sakarya Savaşı sürerken tehlike altındaki Ankara’dan Kayseri’ye gitmek üzere ayrılırlar. Ancak yolculukları Bünyan’da sona erer. Eskişehir’e zaferden sonra 1923’te dönerler. Bilbaşar önce bir terzinin sonra da bir kavafın yanında çırak olarak çalışmaya başlar.
GENİŞ BİR YELPAZENİN TEMSİLİ
Çanakkale’den Eskişehir’e göç ettikleri sırada Darüşşafaka’ya bıraktıkları ağabeyi Burhan’ın ortaya çıkışı, üvey babasının bir zanaata vermek istediği Bilbaşar’ın yaşamında bir dönüm noktası olur. Ağabeyinin öğretmen olarak görev yaptığı Seyitgazi’de, daha sonra Hadımköy’de ilköğrenimini tamamlar ve ardından Edirne Öğretmen Okulu’nu bitirir. Vize ve Babaeski’de iki yıl ilkokul öğretmenliği yaptıktan sonra -bu iki kasabadaki yaşantısından daha sonra Denizin Çağırışı romanını yazarken yararlanacaktır- girdiği Gazi Eğitim Enstitüsü’ndeki öğrenciliği sırasında edebiyatla ilgilenmeye başlar: “Edebiyatla ilgilenmeye Gazi Eğitim Enstitüsü öğrenim yıllarımda başladım, o sırada yabancı dilden çevrilen natüralist ve realist hikâye ve romanlar gözde olduğundan bu tür kitaplar elimizden düşmezdi. Hocamız Ahmet Hamdi Tanpınar ve Hakkı Tonguç ile bu kitaplar üzerine yaptığımız konuşmalar beni edebiyata daha sıkı bağlamıştır.”
1935’teki mezuniyetinin ardından aynı yılın resim-iş bölümü mezunu Bedia Bilge -tuhaf biçimde o da anne tarafından Balkan, baba tarafından Çerkes kökenlidir, yetişme yılları Bilbaşar’ın Bedoş adlı romanının konusunu oluşturacaktır- ile evlenir. Tarih-coğrafya öğretmeni olarak Nazilli’ye, 1937’de de İzmir’e atanan Bilbaşar’ın ilk hikâyesi 'Çımacı Hasan' 1937’de yayımlanır. 1939’da 'Budakoğlu' adlı öyküsüyle Ankara Halkevi Öykü Yarışması'nı kazanır. İlk öykü kitabı Anadolu’dan Hikâyeler 1939’da, onu izleyen Cevizli Bahçe 1941’de yayımlanır. Gerçekçi bir anlayışla kaleme alınan bu öyküler genel olarak bütün çelişkileri, renkleriyle kasaba ortamını yansıtır, konularının çeşitliliği, geniş bir yelpazeyi temsil eden hemen her kesimden kişileriyle dikkat çeker.
“PSİKOLOJİK YABANCILAŞMANIN İLK ÖRNEĞİ”
Kendi küçük dünyalarında ölçülü bir hayat yaşayan insanların çevresine ayak uyduramayan bir gencin dramını incelikli biçimde işlediği ilk romanı Denizin Çağırışı (1943) yazıldığı günlerde kimsenin ilgisini çekmemiş gibidir. Ahmet Oktay’a göre “ (…) öykü ve romanın daha çok yurt gerçeklerini, özellikle de köy ve kent yoksullarının sorunlarını anlattığı bir tarihte yazılan Denizin Çağırışı’yla Bilbaşar’ın farklı bir kanal açar gibi olduğu söylenmelidir. Psikolojik yabancılaşmanın ilk örneğidir bu roman.”
1944’te üç öyküden oluşan Pazarlık adlı kitabını yayımlar. Yurt ve Dünya, Adımlar, Ant gibi sol eğimli dergilerde ve yine sol eğilimli Tan gazetesinde öykü ve yazı yayımlaması nedeniyle bakanlıkça sürekli izlenen Bilbaşar, 1945’te altı ay kadar süreyle açığa alınır. Bu olaydan sonra göreli bir suskunluk içine girer, yeni öykü kitabı Pembe Kurt’u 1953’te, onu izleyen Köyden Kentten Üç Buutlu Hikâyeler’i 1956’da yayımlar.
Demokrat Parti iktidarının ilk yıllarındaki değişimin bir Ege kasabasındaki yansımalarını, ince bir mizah duygusuyla ele aldığı ikinci romanı Ay Tutulduğu Gece, 1961’de yayımlanır. Aynı yıl öğretmenlikten emekliye ayrılan Bilbaşar, ertesi yıl Türkiye İşçi Partisi’ne katılır, İzmir İl Başkanlığı, Genel Yönetim Kurulu üyeliği görevlerini üstlenir. 1965 seçimlerinde partinin Manisa adayı olur, ancak seçilemez.
1966 başlarında İstanbul’a taşınan Bilbaşar’ı yoğun bir edebi faaliyet içinde görürüz. 1963’te Demokrat İzmir gazetesinde tefrika ettiği Cemo’yu 1966’da kitap halinde yayımlar. Büyük yankı uyandıran Cemo, 1967’de TDK Roman Ödülü'ne değer görülür. Doğu Anadolu’daki ağa-topraksız köylü-devlet ilişkilerini ele aldığı Cemo’da Bilbaşar, halk hikâyesi, destan ve masal öğelerinden yararlanır.
“Bizim halk edebiyatımız zengin bir dil ve sanat hazinesine dayanır, ölü değil yaşayan bir dil hazinesidir bu. Olanakları geniştir. Halk için yazan bir sanatçı, bu hazineyi görmezlikten gelir, ondan yararlanmazsa ister istemez halkla arasına mesafe koyar. Bu hazineden yararlandıkça yapıtın millî yanının güçleneceğini ve halklara daha rahat ulaşacağını Cemo ispatlamıştır. Cemo’nun Dil Kurumu 1967 Roman Ödülü’ne layık görülmesinin önemli nedeni bu olsa gerek. Dil Kurumu Ödülü'nü bana Cemo’nun kazandırmasına bu nedenle pek sevindim.”
Cemo’nun devamı niteliğindeki Memo (2 cilt, 1968, 1969) yine Doğu Anadolu insanı ve doğasının romanıdır. 1968 May Roman Ödülü’ne değer görülen Yeşil Gölge’de (1970) çok partili hayata geçiş yıllarının bir Batı Karadeniz kasabasındaki yansımalarını anlatır. 1971’de hikâyelerinden bir seçkiyi Irgatların Öfkesi adıyla yayımlar. Bunu 1972’de yayımladığı romanı Başka Olur Ağaların Düğünü izler. Kölelik Dönemeci’nde (1977) Çerkes atalarının 18. yy sonlarındaki tarihine eğilir. Roman, Çerkes boylarının bütün renkleriyle yansıttığı geleneksel yaşamının çözülüşüne yakılmış bir ağıt gibidir. Bilbaşar’ın son iki romanı biyografik roman özellikleri taşır. Bedoş (1980) eşi Bedia Bilbaşar’ın İkinci Meşrutiyet’ten başlayarak 1930’lara uzanan yetişme yıllarının hikâyesidir. Zühre Ninem (1981) ise anneannesi Zühre’nin etrafında, “Büyük Bozgun” denilen 93 yenilgisiyle (1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı) başlayarak Balkan, Birinci Dünya ve Kurtuluş savaşlarıyla süren çalkantılı dönemde Rumeli insanlarının alt üst olan hayatlarını anlatır.
1983’te kaybettiğimiz Bilbaşar, yaklaşık 46 yılı bulan edebiyat emeğini en iyi kendisi özetler: “Yapıtlarımı genellikle küçük kasaba ve köylerde yaşayan, çok çalışan, az mutlu olan insanların hayatını yansıtmak, onların belli bir bilince varmaları amacıyla kaleme aldım. Fikirde toplumcu, sanatta gerçekçi görüşe bağlı kaldım.”
Fikirde toplumcu, sanatta gerçekçi
Selim İleri, edebiyatımızın üç önemli yazarı Kemal Tahir, Orhan Kemal ve Yaşar Kemal’den kendi yetişme döneminde “Üç Kemaller” diye söz edildiğini, ancak dördüncü Kemal’in, yani Kemal Bilbaşar’ın -ilkinin yaşıtı, diğer ikisinin ağabeyidir- nedense unutulduğunu söyledikten sonra, “Fakat neden?” diye sorar ve cevabını yine kendisi verir: “Öyle sanıyorum ki, kendi köşenizde yazışlarınız, İzmir’de, İstanbul’dan uzakta yaşayışınız, köyü değil, silik, ölgün, iki arada bir derede kasabayı anlatışınız günün modalarına gönül vermiş okura seslenemiyordu. Unutulmayacak öyküleriniz 'Kendimize Dönebilmek', 'Cevizli Bahçe', 'Zümbül', 'Pembe Kurt', ötekiler, hele 'Çancının Karısı' arada kaynayıp gidecekti.”
Kemal Bilbaşar’ın çalkantılı bir dönemde geçen, Zühre Ninem adlı romanında ayrıntılarıyla anlattığı çocukluğunun, eseri üzerinde en önemli etkiyi yaptığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Bilbaşar 1910’da Çanakkale’de, Çerkes kökenli başkomiser Hüsnü Naim Bey ile soylu bir Balkan ailesine mensup Nuriye Hanım’ın oğlu olarak dünyaya gelir. Babasının Selanik’te görevliyken Balkan Savaşı sonrasında işgal kuvvetlerince 1912’de şehit edilmesi üzerine aile yeniden Çanakkale’ye döner. Bilbaşar’ın bütün bir çocukluk dönemini kaplayacak muhacirlik günleri başlamıştır artık. Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve düşman donanmasının Çanakkale’yi zorlaması sonucu aile bu kez Eskişehir’e yerleşir, daha çok yoksul insanların yaşadığı Tatar Mahallesi'nin toprak sıvalı evlerinden birine sığınırlar. 1917’de okula başlar, ancak eğitimi daha sonraki göçler nedeniyle kesintiye uğrayacaktır. Sekiz yaşındayken annesinin Eskişehir İskân Müdürü Avni Bey’le evlenmesi, onda yeni uyanışlara neden olur. Dindar bir adam olan üvey babasıyla birlikte akşamları camileri, tekkeleri dolaşmaktadır, onun isteğiyle hafızlık eğitimi almaya başlamıştır. Öte yandan okuldaki öğretmenlerinin etkisiyle yeni başlamakta olan Kuvayı Milliye hareketine yakınlık duymaktadır. Nisan 1921’deki Yunan ilerlemesi karşısında Eskişehir’den ayrılarak açık tuz vagonları üzerinde Ankara’ya doğru yola çıkarlar. Ankara’ya vardıklarında on bir yaşındaki Bilbaşar, Hacıbayram’da asker kaçaklarının idamına tanık olur. Ankara’daki ikametleri ancak altı ay sürer. Sakarya Savaşı sürerken tehlike altındaki Ankara’dan Kayseri’ye gitmek üzere ayrılırlar. Ancak yolculukları Bünyan’da sona erer. Eskişehir’e zaferden sonra 1923’te dönerler. Bilbaşar önce bir terzinin sonra da bir kavafın yanında çırak olarak çalışmaya başlar.
GENİŞ BİR YELPAZENİN TEMSİLİ
Çanakkale’den Eskişehir’e göç ettikleri sırada Darüşşafaka’ya bıraktıkları ağabeyi Burhan’ın ortaya çıkışı, üvey babasının bir zanaata vermek istediği Bilbaşar’ın yaşamında bir dönüm noktası olur. Ağabeyinin öğretmen olarak görev yaptığı Seyitgazi’de, daha sonra Hadımköy’de ilköğrenimini tamamlar ve ardından Edirne Öğretmen Okulu’nu bitirir. Vize ve Babaeski’de iki yıl ilkokul öğretmenliği yaptıktan sonra -bu iki kasabadaki yaşantısından daha sonra Denizin Çağırışı romanını yazarken yararlanacaktır- girdiği Gazi Eğitim Enstitüsü’ndeki öğrenciliği sırasında edebiyatla ilgilenmeye başlar: “Edebiyatla ilgilenmeye Gazi Eğitim Enstitüsü öğrenim yıllarımda başladım, o sırada yabancı dilden çevrilen natüralist ve realist hikâye ve romanlar gözde olduğundan bu tür kitaplar elimizden düşmezdi. Hocamız Ahmet Hamdi Tanpınar ve Hakkı Tonguç ile bu kitaplar üzerine yaptığımız konuşmalar beni edebiyata daha sıkı bağlamıştır.”
1935’teki mezuniyetinin ardından aynı yılın resim-iş bölümü mezunu Bedia Bilge -tuhaf biçimde o da anne tarafından Balkan, baba tarafından Çerkes kökenlidir, yetişme yılları Bilbaşar’ın Bedoş adlı romanının konusunu oluşturacaktır- ile evlenir. Tarih-coğrafya öğretmeni olarak Nazilli’ye, 1937’de de İzmir’e atanan Bilbaşar’ın ilk hikâyesi 'Çımacı Hasan' 1937’de yayımlanır. 1939’da 'Budakoğlu' adlı öyküsüyle Ankara Halkevi Öykü Yarışması'nı kazanır. İlk öykü kitabı Anadolu’dan Hikâyeler 1939’da, onu izleyen Cevizli Bahçe 1941’de yayımlanır. Gerçekçi bir anlayışla kaleme alınan bu öyküler genel olarak bütün çelişkileri, renkleriyle kasaba ortamını yansıtır, konularının çeşitliliği, geniş bir yelpazeyi temsil eden hemen her kesimden kişileriyle dikkat çeker.
“PSİKOLOJİK YABANCILAŞMANIN İLK ÖRNEĞİ”
Kendi küçük dünyalarında ölçülü bir hayat yaşayan insanların çevresine ayak uyduramayan bir gencin dramını incelikli biçimde işlediği ilk romanı Denizin Çağırışı (1943) yazıldığı günlerde kimsenin ilgisini çekmemiş gibidir. Ahmet Oktay’a göre “ (…) öykü ve romanın daha çok yurt gerçeklerini, özellikle de köy ve kent yoksullarının sorunlarını anlattığı bir tarihte yazılan Denizin Çağırışı’yla Bilbaşar’ın farklı bir kanal açar gibi olduğu söylenmelidir. Psikolojik yabancılaşmanın ilk örneğidir bu roman.”
1944’te üç öyküden oluşan Pazarlık adlı kitabını yayımlar. Yurt ve Dünya, Adımlar, Ant gibi sol eğimli dergilerde ve yine sol eğilimli Tan gazetesinde öykü ve yazı yayımlaması nedeniyle bakanlıkça sürekli izlenen Bilbaşar, 1945’te altı ay kadar süreyle açığa alınır. Bu olaydan sonra göreli bir suskunluk içine girer, yeni öykü kitabı Pembe Kurt’u 1953’te, onu izleyen Köyden Kentten Üç Buutlu Hikâyeler’i 1956’da yayımlar.
Demokrat Parti iktidarının ilk yıllarındaki değişimin bir Ege kasabasındaki yansımalarını, ince bir mizah duygusuyla ele aldığı ikinci romanı Ay Tutulduğu Gece, 1961’de yayımlanır. Aynı yıl öğretmenlikten emekliye ayrılan Bilbaşar, ertesi yıl Türkiye İşçi Partisi’ne katılır, İzmir İl Başkanlığı, Genel Yönetim Kurulu üyeliği görevlerini üstlenir. 1965 seçimlerinde partinin Manisa adayı olur, ancak seçilemez.
1966 başlarında İstanbul’a taşınan Bilbaşar’ı yoğun bir edebi faaliyet içinde görürüz. 1963’te Demokrat İzmir gazetesinde tefrika ettiği Cemo’yu 1966’da kitap halinde yayımlar. Büyük yankı uyandıran Cemo, 1967’de TDK Roman Ödülü'ne değer görülür. Doğu Anadolu’daki ağa-topraksız köylü-devlet ilişkilerini ele aldığı Cemo’da Bilbaşar, halk hikâyesi, destan ve masal öğelerinden yararlanır.
“Bizim halk edebiyatımız zengin bir dil ve sanat hazinesine dayanır, ölü değil yaşayan bir dil hazinesidir bu. Olanakları geniştir. Halk için yazan bir sanatçı, bu hazineyi görmezlikten gelir, ondan yararlanmazsa ister istemez halkla arasına mesafe koyar. Bu hazineden yararlandıkça yapıtın millî yanının güçleneceğini ve halklara daha rahat ulaşacağını Cemo ispatlamıştır. Cemo’nun Dil Kurumu 1967 Roman Ödülü’ne layık görülmesinin önemli nedeni bu olsa gerek. Dil Kurumu Ödülü'nü bana Cemo’nun kazandırmasına bu nedenle pek sevindim.”
Cemo’nun devamı niteliğindeki Memo (2 cilt, 1968, 1969) yine Doğu Anadolu insanı ve doğasının romanıdır. 1968 May Roman Ödülü’ne değer görülen Yeşil Gölge’de (1970) çok partili hayata geçiş yıllarının bir Batı Karadeniz kasabasındaki yansımalarını anlatır. 1971’de hikâyelerinden bir seçkiyi Irgatların Öfkesi adıyla yayımlar. Bunu 1972’de yayımladığı romanı Başka Olur Ağaların Düğünü izler. Kölelik Dönemeci’nde (1977) Çerkes atalarının 18. yy sonlarındaki tarihine eğilir. Roman, Çerkes boylarının bütün renkleriyle yansıttığı geleneksel yaşamının çözülüşüne yakılmış bir ağıt gibidir. Bilbaşar’ın son iki romanı biyografik roman özellikleri taşır. Bedoş (1980) eşi Bedia Bilbaşar’ın İkinci Meşrutiyet’ten başlayarak 1930’lara uzanan yetişme yıllarının hikâyesidir. Zühre Ninem (1981) ise anneannesi Zühre’nin etrafında, “Büyük Bozgun” denilen 93 yenilgisiyle (1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı) başlayarak Balkan, Birinci Dünya ve Kurtuluş savaşlarıyla süren çalkantılı dönemde Rumeli insanlarının alt üst olan hayatlarını anlatır.
1983’te kaybettiğimiz Bilbaşar, yaklaşık 46 yılı bulan edebiyat emeğini en iyi kendisi özetler: “Yapıtlarımı genellikle küçük kasaba ve köylerde yaşayan, çok çalışan, az mutlu olan insanların hayatını yansıtmak, onların belli bir bilince varmaları amacıyla kaleme aldım. Fikirde toplumcu, sanatta gerçekçi görüşe bağlı kaldım.”
4 yorum:
Arzu'cuğum kitaplarını okumadığıma üzüldüm, çok şey kaçırmışım, tanıttığın için çok teşekkürler. İlk fırsatta almaya ve okumaya başlayacağım. Sevgilerimle canım.
Teşekkür ederim öğretmenim; edebiyatımız çok derin;korkmadan içine dalmalı...
Müjde 'ciğim okuduğunda daha çok seveceksin yaşadığı dönemi bu denli çarpıcı yazan sayılı yazarlarımızdandır.Pek çok eseri flimlere,dizilere konu olmuştur ama az bilinir.umarım yeniden basılan kitapları ile geniş kitlelerde okuyucu bulur.Teşekkürler ,sevgiler...
Korkmadan Güven korkmadan ,ben teşekkür ederim.Doksanlı yılların başında kütüphanede ne kadar Kemal Bilbaşar kitabı bulduysam yutarcasına okudum.Kalın bir ciltli kitapta öyküleri toplanmıştı ,üç beş yaz dönüp dolaşıp aynı öyküleri yeni keşfetmişcesine okudum ,her dafasında daha sarsılıyordum.Bir öyküsünde yer belirtilmediği halde olayın Nazilli de geçtiğini anlamıştım.betimlemeler çok netti bir Cumhuryet Balosuna gitmek isteyen öğretmenin takım elbise kiralamsını konu ediyordu...Yıllar sonra öğrendim Nazili'de yaşadığını Sevgili yazarımın...Yeni baskı kitaplarını kitaplığımda göreceğim günlerin heyecanını yaşıyorum...
Yorum Gönder