Filiz Ali’nin ‘Filiz Hiç Üzülmesin’ Adlı Kitabından
DAĞLARDA ÖZGÜRCE DOLAŞIYOR
Babamın sözünü tuttum ve uzun zaman hiç üzülmemiş gibi yaptım. Yıllar boyu onun öldüğüne inanmadım. Geri gelecek diye bekledim. Kalabalıklarda ona benzettim insanları, yabancı ülkelerde beyaz saçlı, kısa boylu, tombulca adamları takibettim, odur diye. Rüyalarıma girdi sık sık, hiç konuşmadan, gözlerini hafif kısarak,gülümseyerek baktı bana rüyalarımda, ben hep peşinden koşup onu yakalamak istedim ama hiç başaramadım.
Babam için uzun yıllar hiç gözyaşı dökmedim, çünkü o, “Filiz hiç üzülmesin...” demişti. Ama Deniz’ler asıldığında, Sinan’lar, Mahir’ler öldürüldüklerinde çok ağladım, yıllarca gözpınarlarımda babam için biriken gözyaşları durmadan aktı, aktı, aktı... Türkiye’de siyasal cinayetlere kurban giden değerli insanların ne ilki ne de sonuncusuydu babam. Tanrılar kana doymayacak mıydı?
Babamın ölümü gerçeğiyle ilk kez 19 Haziran 1993 günü yüz yüze geldim. Sabahattin Ali’ye Kırklarelililer sahip çıkıyordu. Kırklareli’nin köylüsü, kasabalısı,
okumuşu, okumamışı, askeri, polisi, eşrafı, fabrikatörü, politikacısı, öğretmeni, öğrencisi, yani kısacası Kırklareli halkı 1992 yılı Haziran ayında başlatılan Sabahattin Ali Günleri’nde bir araya geliyor, Sabahattin Ali’yi içlerinden biri ama neredeyse bir “evliya” gibi anıyorlardı. Sabahattin Ali, Kırklareli köylerinin folkloruna çoktan girmiş, bir halk kahramanı, bir efsane olmuştu.
19 Haziran 1993 günü köylülerin kırk beş yıl önce babamın ölüsünü buldukları çatağa gittim. Cesedi bulan çoban hâlâ yaşıyordu ve olayı da kim bilir kaçıncı kez anlatıyordu. Çobanın bulduğu cesedin babamın cesedi olup olmadığı yıllar boyu tartışıldı, durdu. Her neyse, ne; ama benim asıl içimi yakan onun bir mezarının bile olmamasıydı. Madem ‘meskeni dağlar’dı Sabahattin Ali’nin, biz de ona dağlarda bir işaret bırakacaktık. Çatağın yakınındaki düzlükte arkasını Istranca ormanlarına dayamış koskoca bir kayanın üzerine gömdüğümüz mermer parçasına “Başım dağ / Saçlarım kardır / Benim meskenim dağlardır” diye yazdık. O günden beri artık babamı rüyamda görmüyorum ve inanıyorum ki artık ruhu huzura kavuştu ve dağlarda özgürce dolaşıp duruyor. (Sel Yayıncılık, 2. baskı, 1997)
Cumhuriyet 06.07.2010
DAĞLARDA ÖZGÜRCE DOLAŞIYOR
Babamın sözünü tuttum ve uzun zaman hiç üzülmemiş gibi yaptım. Yıllar boyu onun öldüğüne inanmadım. Geri gelecek diye bekledim. Kalabalıklarda ona benzettim insanları, yabancı ülkelerde beyaz saçlı, kısa boylu, tombulca adamları takibettim, odur diye. Rüyalarıma girdi sık sık, hiç konuşmadan, gözlerini hafif kısarak,gülümseyerek baktı bana rüyalarımda, ben hep peşinden koşup onu yakalamak istedim ama hiç başaramadım.
Babam için uzun yıllar hiç gözyaşı dökmedim, çünkü o, “Filiz hiç üzülmesin...” demişti. Ama Deniz’ler asıldığında, Sinan’lar, Mahir’ler öldürüldüklerinde çok ağladım, yıllarca gözpınarlarımda babam için biriken gözyaşları durmadan aktı, aktı, aktı... Türkiye’de siyasal cinayetlere kurban giden değerli insanların ne ilki ne de sonuncusuydu babam. Tanrılar kana doymayacak mıydı?
Babamın ölümü gerçeğiyle ilk kez 19 Haziran 1993 günü yüz yüze geldim. Sabahattin Ali’ye Kırklarelililer sahip çıkıyordu. Kırklareli’nin köylüsü, kasabalısı,
okumuşu, okumamışı, askeri, polisi, eşrafı, fabrikatörü, politikacısı, öğretmeni, öğrencisi, yani kısacası Kırklareli halkı 1992 yılı Haziran ayında başlatılan Sabahattin Ali Günleri’nde bir araya geliyor, Sabahattin Ali’yi içlerinden biri ama neredeyse bir “evliya” gibi anıyorlardı. Sabahattin Ali, Kırklareli köylerinin folkloruna çoktan girmiş, bir halk kahramanı, bir efsane olmuştu.
19 Haziran 1993 günü köylülerin kırk beş yıl önce babamın ölüsünü buldukları çatağa gittim. Cesedi bulan çoban hâlâ yaşıyordu ve olayı da kim bilir kaçıncı kez anlatıyordu. Çobanın bulduğu cesedin babamın cesedi olup olmadığı yıllar boyu tartışıldı, durdu. Her neyse, ne; ama benim asıl içimi yakan onun bir mezarının bile olmamasıydı. Madem ‘meskeni dağlar’dı Sabahattin Ali’nin, biz de ona dağlarda bir işaret bırakacaktık. Çatağın yakınındaki düzlükte arkasını Istranca ormanlarına dayamış koskoca bir kayanın üzerine gömdüğümüz mermer parçasına “Başım dağ / Saçlarım kardır / Benim meskenim dağlardır” diye yazdık. O günden beri artık babamı rüyamda görmüyorum ve inanıyorum ki artık ruhu huzura kavuştu ve dağlarda özgürce dolaşıp duruyor. (Sel Yayıncılık, 2. baskı, 1997)
Cumhuriyet 06.07.2010
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder