27 Mart Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi / Göksel Kortay
Hep Vardı Tiyatro
Bilim, ilim, teknolojinin hızla ilerlediği yaşamımızda, gelişimini tamamlamış çağdaş, modern ülkelerde kültür ve sanat da aynı paralelde değişmekte... Ülkemizde, bereketli Anadolu toprakları üzerinde antik çağlardan beri hüküm sürmüştür tiyatro... Kazıldığında neredeyse her metrekaresine bir antik amfi tiyatro düşecek kadar zengin, başlıbaşına bir kültür hazinesi Türkiye... Osmanlı İmpartorluğu döneminde de tiyatro geleneği ortaoyunu, meddahı, Karagözü-Hacivatı ile çok dilli, çok kültürlü dokusunu korumuş, saraydan halka, halktan saraya bir köprü olmuştur. Cumhuriyetimizin kuruluşundan sonra bir Rönesans yaşandı adeta Türkiye’mizde.. Cumhuriyet kurumları ve kazanımları içinde, diğer sanat dalları ile birlikte, gerekli ve önemli yerini aldı tiyatro...
Lâik, demokratik cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Atatürk'ümüzün vurguladığı gibi: “Sanatsız kalmış bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” Çünkü sanat, ülkenin çatısına destek veren temel dayanaklardan biridir.
Özgürlükçüdür, özgürlüktür tiyatro.. Işıktır.. Aydınlanmadır. Uygar insan düşünen, yorumlayan, araştıran, eleştiren, özgün insan olmalıdır. Ufkumuzu genişletmek, beynimizi ve ruhumuzu zenginleştirmek için tiyatro yaşamda vazgeçilmezlerden, olmazsa olmazlardandır.
Birey çağına tanıklık eder tiyatro aracılığıyla; sorar, sorgular. Güçlüdür tiyatro sanatı, çünkü anlatacak sözü vardır hep... Dinamiktir, enerjiktir tiyatro, en yalın eğitim aracıdır. Dil birliği bir ülkenin temel yapı taşlarındandır.... Her ülkede dilin en güzel kulllanıldığı yer tiyatro sahnesidir kuşkusuz. Günümüzde aşırı derecede yozlaşan Türk dili kullanımınının doğru çizgide gelişmesinde çok önemli bir rol üstlenir tiyatro.
Hoşgörü yoksunluğunun alabildiğine egemen olduğu ülkemizde olayların, sorunların şiddetle değil; anlatarak, anlaşarak çözülebileceğini vurgular tiyatro. Aydın insan şiddete başvurmayan insandır. Barışçıl bir dünya düşler tiyatro... Şiddetten uzak.. Bölücü değil; bütünleştiricidir, yıkıcı değil, yapıcıdır tiyatro.. Eleştirir, inceler, yanlışı, kötüyü haykırır yüzümüze.. Toplumun gelişmesine, değişmesine öncülük eder..
Ancak günümüzde ne yazık ki durum farklı. Nicel olarak zaten yetersiz kalan tiyatro salonları yıkılıyor, yok oluyor. Sanatın beşiği bu şehr-i İstanbul’da tam nitelikli tiyatro salonu sayısı her geçen gün azalmakta. Ödenekli tiyatrolar bile salonsuzluk sorunuyla karşı karşıya...
Tüm engellemelere ve zorluklara karşın, İstanbul gibi pek çok kültürün aynı potada eridiği böyle muhteşem bir kentte, bugün irili ufaklı mekanlarda üç yüze yakın oyun sergilenmekte... Pırıl pırıl, yetenekli gençler, mesleklerini sürdürebilmek adına, buldukları her delikte, dehlizde, kovukta, apartman katında, odasında, bodrumunda vurucu, etkileyici oyunlar sahnelemekte... Ne var ki bu alternatif mekanların çoğu da yıkılarak otel, alışveriş merkezi olma yolunda. İstanbul’daki karamsar tabloya karşın, neyse ki Anadolu’nun çeşitli kentlerinde giderek tiyatrolar yeşermekte.
Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde ekonomiden öte en önemli asal kriter kültür, sanat ve elbette tiyatrodur. Nüfusu iki milyonun altındaki AB ülkelerinde, kasabalarda bile opera, tiyatro varken bizde neden olmasın? Bu bağlamda, gelin her ile, her kasabaya bir tiyatro hayalini hedef belirleyelim. Bu hayal, yalnızca daha iyi eğitimle gerçekleşebilir.
Tiyatro aşktır, sevdadır, tutkudur, yaşam biçimidir. Haydi bizler de harekete geçelim, her ile, her kasabaya; tüm Anadolu’ya tiyatro tohumları serpelim... Gelin tiyatroya, bizimle birlikte yaşayın, YAŞATALIM...
Hep vardı TİYATRO.. Hep varolacak TİYATRO....
Türkiye Tiyatrolar Birliği
27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü Bildirisi
Haluk IŞIK
Yazar,Dramaturg, Yönetmen
Türkiye Tiyatrolar Birliği Dönem Eşsözcüsü
Sanat Unuttukça, Kolay Oluyor Sanatı Unutturmak
Tiyatro örgütü olduğunu yalnızca 27 Mart’ta anımsayanlar gibi, sade suya tirit bildirilerle yetinemeyiz. Sanatın yararları, tiyatronun yüceliği üstüne bayat sakızlar çiğneyemeyiz. Sanat ve sanatçı üstüne tanım arayışlarıyla oyalanamaz, sözü dolaştıramayız.
27 Mart, bugünü doğru okuma, doğru anlama ve doğru bir duruş oluşturma gerekçesinden başka bir şey olamaz ve genelde sanat, özelde tiyatro için, kuşkusuz ortada kutlanacak bir durum da yoktur.
Bugün, sanatsal ürünler yasaklanmakta, sanat emekçilerine her yönden saldırılmaktadır. Dolaylı ya da doğrudan sansür uygulamaları gün geçtikçe ağırlaştırılmakta, otosansür doğallaştırılmaktadır. Yapıtlar ya topyekun ortadan kaldırılmakta ya da içeriklerinin boşaltılması dayatılmaktadır. Sanatta işlenebilecek suç olmadığı unutularak, sanat emekçileri tutuklanmakta, yargılanmakta, mahkum edilmektedir. Zaten az sayıda olan, çoğu üretim ve paylaşım koşulları açısından elverişsiz sanat mekanları, çarçur edilmekte, rantiyenin doymazlığına kurban edilmektedir. Sanat kurumları geleceğe dair belirsizlik içindeyken, çalışanlarını da işsizlik sorunu beklemektedir. Özel tiyatroların bu fotoğraftaki yeri daha da düşündürücüdür. Bir yandan ticarethane muamelesiyle ağır ekonomik yaptırımlar uygulanırken, bir yandan üretim ve paylaşım açısından dayatılan sorunlar, özel tiyatroların yaşama koşullarını ortadan kaldırmaktadır. Yerel yönetimlerde ve eğitim kurumlarında amatör girişimler, her türlü engelle karşılaşmakta, sanatla uğraşmak neredeyse illegal bir eylem olarak görülmekte, örneğin isteği yalnızca salon olan üniversite öğrencilerine saldırılmaktadır.
Tarihsel süreç içinde darbelerin yardımıyla biriken, her adımda daha da ağırlaşan yasa ve uygulamaların, faşist anlayışların işini kolaylaştırdığı unutulmakta; sözgelimi yeni anayasa adına yapılan söz sarfiyatında, muğlak genellemeler dışında, kültür ve sanata dair tek bir söz işitilmemektedir.
Bugün bol bol kullanılan açılım, dönüşüm, barış, demokrasi gibi kavramların somut karşılıklarını görmek için, hayatın ve sanatın ahvaline bakmak yetmektedir. Sanat ve sanatçı algısını yok etmeye uğraşan, muhalif olanı hedef gösteren ve bu bağlamdaki saldırıları görmezden gelip kışkırtan zihniyet, uygulamalarını her geçen gün yoğunlaştırmaktadır. Oyun kostümlerine müdahale etmekten, seyircilerin haremlik selamlık halinde oturtulmasına kadar pek çok vehamet, doğallaştırılmaya çalışılmaktadır.
Bütün bunları ortadan kaldıracak güç, yine bizzat sanatta ve sanat emekçilerindedir. Kuşkusuz, öncelikle nitelikli ürünlerle, hayata ve sanata yakışmak gerekmektedir. Sözü estetiğe, estetiği söze kurban etmenin yararsızlığı ve sanata ne kadar zarar verdiği, yeterince kanıtlanmıştır. Sanatın demokratikleşmesi yolunda düşünce ve eylem üretirken, haksız rekabet ve kayıtdışılığın, “işi ve ekmeği” sanata bağlı olanlara verdiği zararlar unutulmamalıdır. Bugün kendini derin bir yalnızlık içinde hisseden sanat ve sanat emekçisi, hayatın içinde yalnız bıraktıklarına dair duyarsızlığını anımsamak, özeleştiri yapmak ve toplumun tüm kesimleriyle büyük buluşmalar gerçekleştirmek durumundadır.
Tüm sanatsal örgütlenmeler ve buluşmalar, geçmişten ders çıkarmak, bugünü doğru okumak, yarına yönelik somut öneriler ve eylemler üretmek göreviyle karşı karşıyadır. Üretimdeki onurlu rekabet, mesleki işbirlikler ve toplumsal dayanışmalarla desteklenmek durumundadır. Üniversitelerin ilgili bölümlerinden demokratik kitle örgütlerine, sanat topluluklarından siyasi oluşumlara, kimse bu bağlamdaki görev ve sorumluklarından kaçamayacağını bilmelidir.
Çünkü bugün, 27 Mart Dünya Tiyatro Gününde hayat ve sanat, hepimizin aynı gemide ve vahim bir geleceğe doğru sürüklendiğini, yeterince kanıtlamaktadır.
Bütün bu gerçekleri sanat unuttukça, kolay olmaktadır sanatı unutturmak. Dersimize buradan başlamak, şimdi yürüdüğümüz yol uğruna bedel ödeyenlere, yakışmanın ve eklenmenin ön koşuludur.
Hayat için dayanışmak, sanat için birleşmek! “Yeni bir dünya mümkündür!” diyen sanat emekçileri, bunu mutlaka gerçekleştirecektir.
27 Mart Dünya Tiyatro Günü Bildirisi / Dario Fo
Uzun zaman önce, varlıklarına katlanılamayan Commedia dell’Arte oyuncuları konusunu İktidar karara bağladı; kovalayıp ülkeden çıkardı onları.
Bugün oyuncular ve tiyatro toplulukları sahne, salon ve izleyici bulmakta güçlük çekiyorlar. Bütün neden kriz. O nedenle, iktidar sahipleri inceden inceye alay ederek seslerini duyuranların nasıl denetleneceği gibi sorunlarla uğraşmıyorlar artık. Zira oyuncuların ne yeri yurdu var, ne de seslenecekleri halk kitlesi. Rönesans İtalya’sında, tam tersine, iktidardakiler Commedianti’yi köşeye kıstırmak için hayli çaba harcamak zorundaydılar; çünkü yığınla izleyicisi vardı onların.
Commedia dell’Arte oyuncularının ülkeden büyük çıkışının karşı-Reformasyon yüzyılında gerçekleştiği biliniyor. O dönemde bütün tiyatro mekânlarının boşaltılması emredildi. Özellikle Roma’da oldu bu. Tiyatrolar o kentin kutsallığına zarar vermekle suçlanıyordu. Papa 12nci Innocent 1697 yılında burjuvazinin daha tutucu kanadının ve ruhban sınıfı çoğunluğunun ısrarlı baskısına boyun ederek Tordinona Tiyatrosu’nun yıkılmasını buyurdu. Ahlak bekçileri en çok müstehcen gösterinin orada sahnelendiğini iddia ediyorlardı.
Karşı-Reformasyon döneminde çabalarını Kuzey İtalya’da yoğunlaştırmış olan kardinal Carlo Borromeo ‘Milano çocukları’ dediği halkın günahkârlıktan kurtarılmasını hedef bellemişti kendine. Onun gözünde sanat ile tiyatro arasında açık bir ayırım vardı: Birincisi ruhsal eğitimin en yüksek kademesi, ikincisi ise ulviyete sırt çevirip ego kabartma uğruna boş işlerle uğraşmanın dışa vurumuydu. İşbirlikçilerine yazdığı bir mektupta görüşlerini mealen şöyle dile getiriyordu: “Bu meşum zararlı otun kökünü kazımayı dert edindik. Rezil konuşmalar içeren tekstleri yakmak için elimizden geleni ardımıza koymadık. Hepsini insanların belleğinden silmeye çalıştık. Aynı zamanda öyle yazıları baskıya dökerek yaymaya kalkanların peşine düştük. Ancak görünüşe bakılırsa anlaşılıyor ki biz uyanmamışken şeytan yepyeni bir kurnazlıkla çaba harcamış. Gözle görülen şey kitapta okunana kıyasla ruhun ne kadar derinliklerine nüfuz edebiliyor! Ağızdan çıkan sözle ve ona uyan hareketle ergenlerin ve gencecik kızların zihinlerinde yapılan tahribatın yanında kitaplardaki ölü sözcükler nedir ki. Bu nedenle, kentlerimizi istenmeyen ruhlardan temizlediğimiz gibi tiyatro icracılarından da kurtarmalıyız.”
Böylece görülüyor ki günümüzün krizini aşmak için de tek umut bizlere karşı büyük bir dışlama kampanyasının düzenlenmesidir. O seferberlik tiyatro sanatını öğrenmek isteyen genç insanlara yönelik olmalıdır özellikle. Sonuçta kovulan tiyatro icracılarından doğacak çağdaş Commedianti diasporasının böyle bir baskıdan akla hayale gelmedik yararlar sağlayarak yepyeni temsiller yaratacakları kuşkusuzdur.