18 Mart 2012 Pazar

KONUŞMA DİLİNİN ŞİİRİ // ATAOL BEHRAMOĞLU

KONUŞMA DİLİNİN ŞİİRİ

Sevdiğimiz şiirlerden aklımızda yer etmiş bazı dizeler ille de simgesel, mecazsal sözler değil, kimi kez, hatta çoğu kez sıradan sözcüklerdir.

İzninizle dilimin ucuna bu bağlamda ilk gelen bazı dizeleri sıralayayım:

Ne güzel şey hatırlamak seni (Nâzım Hikmet) / Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış (Yahya Kemal) / Her şey yerli yerinde havuz başında servi (A.H. Tanpınar) / Tahtadan yapılmış bir uzun kutu (Necip Fazıl) / Yaş otuz beş yolun yarısı eder (Cahit Sıtkı) / Üfleme bana anneciğim korkuyorum (Dağlarca) / Beşikler vermişim Nuh’a (A. Arif) vb…

Her biri bir güzel şiiri başlatan bu dizeler bütündeki bağlamdan koparılarak okunduğunda pek de şiirsel gibi gelmeyebilirler... Sıradan düz yazı cümlelerinden farksız oldukları bile söylenebilir. Onlara şiir lezzetini kazandıran, sonraki dizeler ve böylece de şiirin bütünü içinde kazandıkları işlevselliktir. Şimdi birkaç tanesiyle bunu örnekleyelim:

Ne güzel şey hatırlamak seni / Ölüm ve zafer haberleri içinden / Hapiste / Ve yaşım kırkı geçmiş iken

Şairin bu dizeleri hangi ortamda, kendi yaşamının, ülkesinin ve dünyanın hangi döneminde yazdığını bilmek, bu olgulara yakınlık duyanlar için şiirselliği daha da arttıran etkenlerdir. Yukarıdaki dizelerin her birini böylece bütünseldeki bağlamına oturtarak, anlama ve sese ilişkin örgünün oluşumunu göstererek, nasıl şiirsellik kazandıklarını görebiliriz. Bunlar konuşma dili cümleleridir, fakat bütün içinde anlamsal ve biçimsel öğelerle şiirsellik kazanmışlardır… Buna gereksinimi olmayan, başlı başına şiir olan dizeler de vardır. Bu tür dizeler genellikle simgesel, mecazsal, konuşma dilinden alınmamış öğelerle yapılmışlardır…

Birkaç örnek: Gülün tam ortasında ağlıyorum (C. Süreya) / Örneğin rakı içiyoruz içimize bir karanfil düşüyor gibi (E. Cansever) / Sular bizden akıllıdır (Dağlarca) / Sabah şaire saldırıyor (İ. Özel) / Eflatun gözlerin olduğunu bilmiyordum (A. İlhan /) Ben senin krallığın ülkene yetiştim (İ. Berk) vb…

Bu örneklerden sonra asıl söylemek istediğime geliyorum…

Yine konuşma dilinden alınmış, hatta konuşma dilinin tam içinden çıkmış olup, herhangi bir mecaza ya da simgeye de dayanmaksızın ve bağlama da gereksinim duymaksızın başlı başına şiir tadı taşıyan dizeler de vardır…

Bence Orhan Veli bu türden bir şiirin, daha açık bir deyişle de konuşma dilinden çıkarılmış, konuşma dilinin kendisinin şiire dönüştürüldüğü bir şiirin öncü şairidir. Farklı şiirlerinden dizeleri yan yana sıralayarak ne demek istediğimi anlatmaya çalışayım: Gün olur alıp başımı giderim / Bakakalırım giden geminin ardından / Her bir tüylerinde ayrı telaş / İçmeyip de ne halt edeceksin / Yazık oldu Süleyman Efendiye / Bir acayip kuşların hali / Serde erkeklik var ağlayamam vb…

Şimdi biraz daha ilerleyerek Metin Eloğlu’na ve oradan da Can Yücel’e geliyorum: Hasan değil sen değil sürahiyi kim kırdı (M. Eloğlu) Orhan Veli’nin izinden giden bir şair olarak Metin Eloğlu, işi “lettirisme”e (sözcükçülüğe) vardırmadan önce ya da irini dozunu çok abartmadığında, “Horozdan Korkan Oğlan” vb kitaplarındaki şiirleriyle, şiirimizi konuşma dilinin doyumsuz tatlarıyla, yanı sıra da günlük yaşamın kendisinin canlı şiiriyle donatmıştır…

Can Yücel de öyledir. Onun birçok şiirinde dil, şiirin kendisi gibidir. Sanki şiiri değil, dili okuyor gibiyizdir… Söz gelimi, “Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim”i böyle okuyun, ne dediğim daha iyi anlaşılacaktır…

Ve Turgut Uyar… İkinci Yeni şairleri içinde, tek tek dizeler bağlamında, simge ve mecazı en az kullanan belki odur…

Sana bir boyun atkısı gerek çünkü kış geldi…

Ne kadar yalın, insanca, mecazsız, simgesiz ve şiirle dolu…

Ya da: İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım…

Aynı şey…

Ya da: Halbuki korkacak hiçbir şey yoktu ortalıkta / Her şey naylondandı o kadar / Ve ölünce beş on bin ölüyorduk güneşe karşı…

Sıradan sözlerle yapılmış büyük bir şiir…

Bunları bana, bir kez daha, şu günlerde yayınlanan “Aşkla Kedi Arasındaki Yedi Benzerlik” adlı kitabındaki şiirleriyle Barış Pirhasan düşündürdü… Pirhasan’ın şiirleri, yukarıdaki örneklerde olduğu kadar açık, aydınlık, anlaşılır değil… Ama dikkatli bir okuma, bu şiirlerde, bölünmüş hayatlarımızın parçalanmış kırıntılarından, kırpıklarından oluşturulmuş, acıtıcı, hakiki, canlı, somut imgesini görecektir… Belki tümüyle mecazsız ve simgesiz değil, fakat kesinlikle abartısız, yaşamın kendisi gibi karmaşıklığı içinde yalın, savrukluğu içinde tutarlı şiirler…

Konuşma dilinin, somut yaşamın, başkaca bir aracıya gereksinimi olmaksızın şiir oluşu…

Cumhuriyet Gazetesi Pazar  Eki 18.03.2012
Pazar Söyleşileri. ATAOL BEHRAMOĞLU

Hiç yorum yok: