PATİKA
HALUK IŞIK
Turnusol Mevsimi
Perşembe gecesi, Eşrefpaşa Selahattin Akçiçek Kültür ve Sanat Merkezinin, balkon hissi veren girişinden İzmir’e baktın. İnce telli yağmur altında, yorgun ve yaşlı bir terzinin kolundaki iğneliğe benziyordu. Orasında burasında değişik renklerde üç beş iğne başı, geçen gün bitmiş bir gelinlikten iki üç sırma tel ve sayısız iğnenin kim bilir hangi cekete, gömleğe, eteğe, yani kaç hayata ilişip, geride bıraktığı pençe pençe karanlıklar. Binlerce yıllık kadim iğnelik, İzmir’di ve işte bu kadardı.
Rıfat Ilgaz’ın “Karartma Geceleri”ni anımsatıyordu manzara. Ya da yorgun ve yaşlı bir terzi, titrek sarı lamba altında bir çocuğa yeni yıl elbisesini dikerken, tozlu pencereden nasıl görünürse, işte öyleydi. “Yalnızlık ne ki, sen asıl kimsesizliğe bak” diye başlayan şiirler yazılabilirdi bu saatte. “Ben kendimi anlatamadım, bu bana ders olsun. Ama siz de beni anlayamadınız, bu da size ders olsun” diye başlayan bir 21. Yüzyıl söylevi çekmek kolaydı ve haklılık için yeterince gerekçe vardı. Tevfik Fikret’in Sis’i yazarken İstanbul’a dair ruh halini giyip, bir ömür tüketilmiş sokaklarında, paldır küldür yürümek ve sonra Bayraklı dağlarını aşıp, çekip gitmek de vardı. Giderken İzmir’in duvarlarına şunları yazsan, sana benzeyen kaç kişinin söyleyemediğini dillendirmiş olabilirdin acaba; “Kadıdan daha cevval, cellattan daha telaşlı, mezarcıdan daha hevesli olmak, size ne kazandırdı?”
Oğuz Atay, çıkıverseydi şimdi Poligon yokuşundan. İkiçeşmelik başındaki ucuz meyhanelere gitseydiniz, hazin ve korkunç bir şarkıya tutunarak, turnusol zamanlardan söz etseydiniz. Ah sevgilim İzmir! Senden kaç kişi kalacak bende ve benden ne kalacak senin kalbinde? Yakınmana yanıt verseydi dostun; “Sonunda bunu da yaptınız insanlarım!”
Oysa şimdi nelerden söz edebilirdin. Şadan Gökovalı örneğin, geçenlerde Konak Belediyesinin saygıdeğer etkinlik dizisi “Ustaya Saygı” bağlamında selamlandı. Sana oyun yazarlığında ilk ödülü muştulayan insandır. Mitolojinin bir “masal” değil, tarihe doğaya insana dokunmanın önsözü olduğunu öğretendir. Elinde büyüdüğün ve ne çok şey öğrendiğin insanlardan biridir. Elbette Cevat Şakir’dir, Azra Erhat’tır, Eyüboğlu’dur. Taşıdığı ve tanıttığı kişiselliklere bir bak, dört yanını sarmaya yeltenen işgaliye güruhuna bir bak. Değiyorlar mı bunca incinme ve kırılganlığa?
Oysa şimdi neler bekliyor anılmayı ve anlatılmayı. Orhan Beşikçi’nin “Basmane Günlüğü”nü okudun, anlatsana bir kentin rüya dolu bir semti nasıl yazılır ve mutlaka okunması gerekir. Emeğine selam olsun Beşikçi’nin.
Geçen hafta, bir ülkenin gençlerini ne hale getirdiğine dair yakınmıştın. Elbette gençlik oldukça, umut tükenmezdi. Sana bunu, bir de İzmir İleri teknoloji Enstitüsü’nün “Uzak” dergisi kanıtladı. O dergiye emek verenlerden, Yasemin’den, Ferit Deniz’den, Cem’den, Müge’den, Cansu’dan ve nicesinden söz etsene.
Gel, Babaannemizin dediğince hayra yoralım ahvali. Diyelim ki, “Öyledir, cezasız kalmaz böylesi demlerde hiçbir iyilik, emek ve samimiyet.” Sonra ekleyelim, bir turnusol mevsimi yaşadık işte, ayıkladı molozu, çamuru, cürufu. İşte şimdi yeniden başlamalı.
Çünkü yeni yıl geliyor ve o çocuk yeni bir elbiseyle başlamak istiyor. Yalnızca onun için ayağa kalkmaya değer: Geçit Yok!
Sevgilimiz İzmir’e, Ege’ye, selamını sabahını esirgemeyenlere, bizi biz yapanlara dilediklerince bir yıl dileyelim. Ötekilere gelince… Verilecek selamımız bile kalmamıştır.
26.Aralık 2011 Cumhuriye-Ege
HALUK IŞIK
Turnusol Mevsimi
Perşembe gecesi, Eşrefpaşa Selahattin Akçiçek Kültür ve Sanat Merkezinin, balkon hissi veren girişinden İzmir’e baktın. İnce telli yağmur altında, yorgun ve yaşlı bir terzinin kolundaki iğneliğe benziyordu. Orasında burasında değişik renklerde üç beş iğne başı, geçen gün bitmiş bir gelinlikten iki üç sırma tel ve sayısız iğnenin kim bilir hangi cekete, gömleğe, eteğe, yani kaç hayata ilişip, geride bıraktığı pençe pençe karanlıklar. Binlerce yıllık kadim iğnelik, İzmir’di ve işte bu kadardı.
Rıfat Ilgaz’ın “Karartma Geceleri”ni anımsatıyordu manzara. Ya da yorgun ve yaşlı bir terzi, titrek sarı lamba altında bir çocuğa yeni yıl elbisesini dikerken, tozlu pencereden nasıl görünürse, işte öyleydi. “Yalnızlık ne ki, sen asıl kimsesizliğe bak” diye başlayan şiirler yazılabilirdi bu saatte. “Ben kendimi anlatamadım, bu bana ders olsun. Ama siz de beni anlayamadınız, bu da size ders olsun” diye başlayan bir 21. Yüzyıl söylevi çekmek kolaydı ve haklılık için yeterince gerekçe vardı. Tevfik Fikret’in Sis’i yazarken İstanbul’a dair ruh halini giyip, bir ömür tüketilmiş sokaklarında, paldır küldür yürümek ve sonra Bayraklı dağlarını aşıp, çekip gitmek de vardı. Giderken İzmir’in duvarlarına şunları yazsan, sana benzeyen kaç kişinin söyleyemediğini dillendirmiş olabilirdin acaba; “Kadıdan daha cevval, cellattan daha telaşlı, mezarcıdan daha hevesli olmak, size ne kazandırdı?”
Oğuz Atay, çıkıverseydi şimdi Poligon yokuşundan. İkiçeşmelik başındaki ucuz meyhanelere gitseydiniz, hazin ve korkunç bir şarkıya tutunarak, turnusol zamanlardan söz etseydiniz. Ah sevgilim İzmir! Senden kaç kişi kalacak bende ve benden ne kalacak senin kalbinde? Yakınmana yanıt verseydi dostun; “Sonunda bunu da yaptınız insanlarım!”
Oysa şimdi nelerden söz edebilirdin. Şadan Gökovalı örneğin, geçenlerde Konak Belediyesinin saygıdeğer etkinlik dizisi “Ustaya Saygı” bağlamında selamlandı. Sana oyun yazarlığında ilk ödülü muştulayan insandır. Mitolojinin bir “masal” değil, tarihe doğaya insana dokunmanın önsözü olduğunu öğretendir. Elinde büyüdüğün ve ne çok şey öğrendiğin insanlardan biridir. Elbette Cevat Şakir’dir, Azra Erhat’tır, Eyüboğlu’dur. Taşıdığı ve tanıttığı kişiselliklere bir bak, dört yanını sarmaya yeltenen işgaliye güruhuna bir bak. Değiyorlar mı bunca incinme ve kırılganlığa?
Oysa şimdi neler bekliyor anılmayı ve anlatılmayı. Orhan Beşikçi’nin “Basmane Günlüğü”nü okudun, anlatsana bir kentin rüya dolu bir semti nasıl yazılır ve mutlaka okunması gerekir. Emeğine selam olsun Beşikçi’nin.
Geçen hafta, bir ülkenin gençlerini ne hale getirdiğine dair yakınmıştın. Elbette gençlik oldukça, umut tükenmezdi. Sana bunu, bir de İzmir İleri teknoloji Enstitüsü’nün “Uzak” dergisi kanıtladı. O dergiye emek verenlerden, Yasemin’den, Ferit Deniz’den, Cem’den, Müge’den, Cansu’dan ve nicesinden söz etsene.
Gel, Babaannemizin dediğince hayra yoralım ahvali. Diyelim ki, “Öyledir, cezasız kalmaz böylesi demlerde hiçbir iyilik, emek ve samimiyet.” Sonra ekleyelim, bir turnusol mevsimi yaşadık işte, ayıkladı molozu, çamuru, cürufu. İşte şimdi yeniden başlamalı.
Çünkü yeni yıl geliyor ve o çocuk yeni bir elbiseyle başlamak istiyor. Yalnızca onun için ayağa kalkmaya değer: Geçit Yok!
Sevgilimiz İzmir’e, Ege’ye, selamını sabahını esirgemeyenlere, bizi biz yapanlara dilediklerince bir yıl dileyelim. Ötekilere gelince… Verilecek selamımız bile kalmamıştır.
26.Aralık 2011 Cumhuriye-Ege
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder