Oktay Akbal
Eylül Gevezeliği!..
Eylülün ortasına gelmişiz...
... Geçmiştekileri anımsamak istedim birden... Çocukluğun, gençliğin, düş olarak kalanlarını...
Hüzün ayıdır derler, ama yalandır. Bir aşk başlar, bir aşk biter. Ya da bitmez, bir leke gibi kalır yaşam süresince.
Hastalık ayıdır da derler. Hele bir zamanlar ince hastalık yakasına yapışırdı duyarlı kişilerin... Bir ara yok olmuştu bu ülkede sıtma, verem gibi şeyler! Cumhuriyetin onlu, on beşli yıllarındaydık. Toplumda temelden bir değişme, bir yenileşme günlerindeydik. Geçti gitti hepsi, “On yılda on beş milyon genç”ten geldik, yetmiş milyonluk bir ülkeye; genç mi yaşlı mı belli değil!
***
Savaş mı istiyoruz? Suriye mi, İsrail mi, İran mı, Yunan mı, Bulgar mı? Ordumuz sınırlarda mı, yoksa Hasdal’larda, Silivri’lerde mi?
“Ya bir savaş çıksa ne yaparız biz bu paşalarla” diye kim demişti? Geçenlerde “Biz Ankara’da neler yiyoruz, bekleyin yine ne bombalar patlatacağız” diyen mi?
Binsin bir savaş gemisine, dosdoğru yürüsün İsrail’in başkentine... Osmanlı’nın döneminde Akdeniz baştan başa bizim değil miydi? Şimdi niye olmasın. Kanuni’ler yoksa da Tayyip’ler var!..
***
Eylül saçmalatıyor beni. O korkunç sıcaklar bitti. Gerçi arada bir yine başlıyor, ama güneş etkisini yitirdi... Serince esintiler vakti geldi. Koskoca bir yaz çekip giderken ardında ne bıraktı; acı, hüzün, keder mi? Sayısız şehidin silinmez anısını mı, yoksa bütün bu acıları görmezden gelip bambaşka hevesler peşinde koşanların yürek sızlatıcı görüntülerini mi?
Çekip gitmek!.. Kişi yaşlanınca nedense hep koşmak istiyor. Olduğu yerde kalmamak, yeni yerlere gitmek, uzaklara, çok uzaklara!.. Belki de içinde yaşadığı toplumun sürüklendiği bir bataklıkta boğulmamak için...
***
Eylülde hapiste olmak nasıl bir şey? Bunu Balbay’a sormalı, uzun mu uzun mevsimler geçirdi. Şimdi de eylüller yeniden geldi dayandı. Küçük hücresinin penceresinden izledi bizleri, utanç veren görüntülerimizi!.. Bizlerin, evet bizlerin uyuşuk, sersem takımımız!..
Eylül de gider, nicelerinin gittiği gibi!
Kala kala bir şiir kalır, Özdemir Asaf’tan, birilerine sunulmuş:
“Kendi bahçesinde dal olamayan biri,
Girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor.”
Eylül Gevezeliği!..
Eylülün ortasına gelmişiz...
... Geçmiştekileri anımsamak istedim birden... Çocukluğun, gençliğin, düş olarak kalanlarını...
Hüzün ayıdır derler, ama yalandır. Bir aşk başlar, bir aşk biter. Ya da bitmez, bir leke gibi kalır yaşam süresince.
Hastalık ayıdır da derler. Hele bir zamanlar ince hastalık yakasına yapışırdı duyarlı kişilerin... Bir ara yok olmuştu bu ülkede sıtma, verem gibi şeyler! Cumhuriyetin onlu, on beşli yıllarındaydık. Toplumda temelden bir değişme, bir yenileşme günlerindeydik. Geçti gitti hepsi, “On yılda on beş milyon genç”ten geldik, yetmiş milyonluk bir ülkeye; genç mi yaşlı mı belli değil!
***
Savaş mı istiyoruz? Suriye mi, İsrail mi, İran mı, Yunan mı, Bulgar mı? Ordumuz sınırlarda mı, yoksa Hasdal’larda, Silivri’lerde mi?
“Ya bir savaş çıksa ne yaparız biz bu paşalarla” diye kim demişti? Geçenlerde “Biz Ankara’da neler yiyoruz, bekleyin yine ne bombalar patlatacağız” diyen mi?
Binsin bir savaş gemisine, dosdoğru yürüsün İsrail’in başkentine... Osmanlı’nın döneminde Akdeniz baştan başa bizim değil miydi? Şimdi niye olmasın. Kanuni’ler yoksa da Tayyip’ler var!..
***
Eylül saçmalatıyor beni. O korkunç sıcaklar bitti. Gerçi arada bir yine başlıyor, ama güneş etkisini yitirdi... Serince esintiler vakti geldi. Koskoca bir yaz çekip giderken ardında ne bıraktı; acı, hüzün, keder mi? Sayısız şehidin silinmez anısını mı, yoksa bütün bu acıları görmezden gelip bambaşka hevesler peşinde koşanların yürek sızlatıcı görüntülerini mi?
Çekip gitmek!.. Kişi yaşlanınca nedense hep koşmak istiyor. Olduğu yerde kalmamak, yeni yerlere gitmek, uzaklara, çok uzaklara!.. Belki de içinde yaşadığı toplumun sürüklendiği bir bataklıkta boğulmamak için...
***
Eylülde hapiste olmak nasıl bir şey? Bunu Balbay’a sormalı, uzun mu uzun mevsimler geçirdi. Şimdi de eylüller yeniden geldi dayandı. Küçük hücresinin penceresinden izledi bizleri, utanç veren görüntülerimizi!.. Bizlerin, evet bizlerin uyuşuk, sersem takımımız!..
Eylül de gider, nicelerinin gittiği gibi!
Kala kala bir şiir kalır, Özdemir Asaf’tan, birilerine sunulmuş:
“Kendi bahçesinde dal olamayan biri,
Girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder