‘Ağabeyimi Cennette Değil Yanımda İstiyorum’
Yeter artık yeter, bir Türkiye yurttaşı olarak ne zaman, zamanın Türkiye gündemiyle akmadığı bir yerlere gitsem, bu bir yabancı ülke olabilir, bir festival olabilir, geldiğimde yani kürkçü dükkânına döndüğümde, içimdeki coşku, sevinç anında yerini derin bir hayalkırıklığına bırakıyor.
İşte gene öyle oldu, 18. Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nden coşkuyla döndüm, anlatacağım bir yığın hikâye, film, an vardı ama her şeyin bitmesi için gazeteleri açmam yetti.
Otuz yıldır aynı şey, gene şehit haberleri, gene sivil halktan ölümler, “Vatan sağ olsun!” sözlerinin söylendiği cenazeler!
Neyse bir kız çocuğu, şehit ağabeyin cennete gitti dediklerinde, henüz masumiyetini yitirmediğinden ve cennet fikriyle beyni yıkanmadığından şöyle demiş: “Ben ağabeyimi buraya, yanıma istiyorum!”
İşte anahtar sözcük: “Ağabeyimi buraya, yanıma istiyorum!”
Şehitlerine ve tabii dağda ölenlerine çok üzülen biz Türkiyeli yurttaşların, bu sese kulak vermemiz gerek. Bu sesi çoğaltmamız gerek!
Binlerce, on binlerce, yüz binlerce Türkiyeli insanın Kürt-Türk fark etmez, yollarda “Biz ölülerimizi cennete yollamak istemiyoruz, yanımıza gelmelerini istiyoruz” diye yürüdüğü gün, terör örgütü “Biz ne yapıyoruz?” diye kendini en azından sorgulamaya başlayacaktır.
Hiç kuşkunuz olmasın, nasıl asker cenazelerinde askerin şehit olduğu ve cennete gittiği düşünülüyorsa, dağdaki cenazelerde de aynı duygu hâkimdir. Sonuçta dağdaki de vadideki de aynı sulardan beslendi, aynı rüzgârı hissetti. Sonuçta gencecik ölüp gittiler, geride kalanlara bir teselli gerek, bu da cennet!
“Cennette değil yanımızda istiyoruz!”
Şimdi seçim sonucunda kazandığı 36 milletvekilliğiyle bir başarıyı hayata geçiren, önemli miktarda solcuların da oyunu alan BDP’nin kendini bir Türkiye partisi olarak hissetmesi ve bunu dosta düşmana göstermesi gerek. Eğer gerçekten “barış” fikrinde samimi bir duruşları varsa.
Böyle olmuyor, adeta parti “hep bana rabbena” diyerek sadece ve sadece Kürtler üzerinden siyaset yapmaya soyunuyor ve en tehlikelisi partinin başarısıyla umutlanan sol kamuoyunu hızla yitiriyor. Bize ne onlardan diyebilirler, bu da bir yol, o zaman da samimi olmaları gerekiyor çünkü oyun zamanı geçti.
Şimdi yeniden bir güven kazanmaları ve Türkiye’yi gerçekten bir yurt olarak sevdiklerini göstermeleri için önlerinde hâlâ bir yol var! Öncelikle terörü lanetleyen bir mitingle işe başlamaları gerek, bir de iki de bir konuşan parti şahinlerinin bir Türkiye yurttaşı gibi konuşmasında yarar var. Arkadaşlar bu işin sonu hiç de hayırlı görünmüyor, solcu milletvekilleri siz ne yapıyorsunuz, Türkiye kırılmayı en şiddetli yaşadığı bir zamanda üniversite kulüplerinde yapılan siyasete pek yer yok. Biraz büyüyün!
Ne acıdır ki, hem Kürt siyaseti, hem ana muhalefet partisi sadece ve sadece hükümetin ve terör örgütünün ekmeğine yağ sürüyor, ülkenin bir bölümünde resmen iç savaş sesleri duyulurken muhalefet partileri demeç vermekten başka hiçbir iş yapmıyor, hadi yola çıkın bakalım, bir miting düzenleyin, bu ülkenin asla bir Yugoslavya olmayacağını hep birlikte haykırın!
Bir de Abdullah Öcalan’a bir çift sözüm var, ne de olsa aynı kuşaktanız, bunu anlayacağını umuyorum, Saraybosna nasıl bir yerdir biliyor musun? Şehrin her köşesi bir mezarlıktır ve mezarda partizanlarla iç savaşta ölen gencecik insanların mezarları yan yanadır ve hiç kimse kazanmamıştır.
Bir iç savaşta zaten kazanan olmaz, olsa olsa kazanan, eli kanlı emperyalizmdir.
Sana bir görüntü anlatayım, Saraybosna Kütüphanesi (önemli bir kültür mirasıdır) iç savaş sırasında bombalanmıştı, ben oraya gittiğimde hâlâ bombaların izleri vardı ve yıkıktı ama önünde kocaman cam kutular içinde dünyanın belli başlı markaların reklam pankartları asılıydı ve o güzel yurt Yugoslavya artık yoktu.
Bir düşün!..
Yeter artık yeter, bir Türkiye yurttaşı olarak ne zaman, zamanın Türkiye gündemiyle akmadığı bir yerlere gitsem, bu bir yabancı ülke olabilir, bir festival olabilir, geldiğimde yani kürkçü dükkânına döndüğümde, içimdeki coşku, sevinç anında yerini derin bir hayalkırıklığına bırakıyor.
İşte gene öyle oldu, 18. Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nden coşkuyla döndüm, anlatacağım bir yığın hikâye, film, an vardı ama her şeyin bitmesi için gazeteleri açmam yetti.
Otuz yıldır aynı şey, gene şehit haberleri, gene sivil halktan ölümler, “Vatan sağ olsun!” sözlerinin söylendiği cenazeler!
Neyse bir kız çocuğu, şehit ağabeyin cennete gitti dediklerinde, henüz masumiyetini yitirmediğinden ve cennet fikriyle beyni yıkanmadığından şöyle demiş: “Ben ağabeyimi buraya, yanıma istiyorum!”
İşte anahtar sözcük: “Ağabeyimi buraya, yanıma istiyorum!”
Şehitlerine ve tabii dağda ölenlerine çok üzülen biz Türkiyeli yurttaşların, bu sese kulak vermemiz gerek. Bu sesi çoğaltmamız gerek!
Binlerce, on binlerce, yüz binlerce Türkiyeli insanın Kürt-Türk fark etmez, yollarda “Biz ölülerimizi cennete yollamak istemiyoruz, yanımıza gelmelerini istiyoruz” diye yürüdüğü gün, terör örgütü “Biz ne yapıyoruz?” diye kendini en azından sorgulamaya başlayacaktır.
Hiç kuşkunuz olmasın, nasıl asker cenazelerinde askerin şehit olduğu ve cennete gittiği düşünülüyorsa, dağdaki cenazelerde de aynı duygu hâkimdir. Sonuçta dağdaki de vadideki de aynı sulardan beslendi, aynı rüzgârı hissetti. Sonuçta gencecik ölüp gittiler, geride kalanlara bir teselli gerek, bu da cennet!
“Cennette değil yanımızda istiyoruz!”
Şimdi seçim sonucunda kazandığı 36 milletvekilliğiyle bir başarıyı hayata geçiren, önemli miktarda solcuların da oyunu alan BDP’nin kendini bir Türkiye partisi olarak hissetmesi ve bunu dosta düşmana göstermesi gerek. Eğer gerçekten “barış” fikrinde samimi bir duruşları varsa.
Böyle olmuyor, adeta parti “hep bana rabbena” diyerek sadece ve sadece Kürtler üzerinden siyaset yapmaya soyunuyor ve en tehlikelisi partinin başarısıyla umutlanan sol kamuoyunu hızla yitiriyor. Bize ne onlardan diyebilirler, bu da bir yol, o zaman da samimi olmaları gerekiyor çünkü oyun zamanı geçti.
Şimdi yeniden bir güven kazanmaları ve Türkiye’yi gerçekten bir yurt olarak sevdiklerini göstermeleri için önlerinde hâlâ bir yol var! Öncelikle terörü lanetleyen bir mitingle işe başlamaları gerek, bir de iki de bir konuşan parti şahinlerinin bir Türkiye yurttaşı gibi konuşmasında yarar var. Arkadaşlar bu işin sonu hiç de hayırlı görünmüyor, solcu milletvekilleri siz ne yapıyorsunuz, Türkiye kırılmayı en şiddetli yaşadığı bir zamanda üniversite kulüplerinde yapılan siyasete pek yer yok. Biraz büyüyün!
Ne acıdır ki, hem Kürt siyaseti, hem ana muhalefet partisi sadece ve sadece hükümetin ve terör örgütünün ekmeğine yağ sürüyor, ülkenin bir bölümünde resmen iç savaş sesleri duyulurken muhalefet partileri demeç vermekten başka hiçbir iş yapmıyor, hadi yola çıkın bakalım, bir miting düzenleyin, bu ülkenin asla bir Yugoslavya olmayacağını hep birlikte haykırın!
Bir de Abdullah Öcalan’a bir çift sözüm var, ne de olsa aynı kuşaktanız, bunu anlayacağını umuyorum, Saraybosna nasıl bir yerdir biliyor musun? Şehrin her köşesi bir mezarlıktır ve mezarda partizanlarla iç savaşta ölen gencecik insanların mezarları yan yanadır ve hiç kimse kazanmamıştır.
Bir iç savaşta zaten kazanan olmaz, olsa olsa kazanan, eli kanlı emperyalizmdir.
Sana bir görüntü anlatayım, Saraybosna Kütüphanesi (önemli bir kültür mirasıdır) iç savaş sırasında bombalanmıştı, ben oraya gittiğimde hâlâ bombaların izleri vardı ve yıkıktı ama önünde kocaman cam kutular içinde dünyanın belli başlı markaların reklam pankartları asılıydı ve o güzel yurt Yugoslavya artık yoktu.
Bir düşün!..
27 EYLÜL 2011 Cumhuriyet Gazetesi