Mustafa Balbay
Tutunamayanlar...
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanını bizim kuşak 1980’lerin ortasında keşfetti. 1970’te TRT Roman Ödülü kazanan Atay’ı 1980 sonrasında yeniden güncel kılan belki de 12 Eylül
ortamının yarattığı büyük toplumsal yıkımdı.
O dönemde İzmir’de mesleğe usul usul damgasını vurmaya başlayan kuşağın önemli bir bölümü 12 Eylül öncesinin politize ortamından etkilenmiş, içinde yer almıştı. Meslek büyüklerimiz onları kendi bakış açıları ve ağabeylikleriyle, Türk toplumunun gerçekleriyle tanıştırıyordu.
Arkadaşlardan biri Tutunamayanlar’ı okuduğunu söyleyince bir ağabeyimiz şakayla karışık takılımıştı:
“Ula oğlum önce tutunanları okusana.”
***
Oğuz Atay’ı o yıllarda hep gençlik hayallerimizin gölgesinde okumuştum.
Temmuzda yeniden bir başka gözle okudum. Atay, 20. yüzyılın ortasındaki devlet yapımızı, aydınlarımızı, gençlerimizi, toplumsal değerlerimizi acımasızca ama sanki bütün bunların acısını içinde hissederek anlatıyor. Roman kahramanları Selim ve Turgut’un kişiliğinde ve etrafında bütün toplum ve insan perdelerini indiriyor. Mizahı da öyle bir kullanmış ki hani “öfkeli mizah” diye bir kavram ortaya atılsa yeridir.
Selim, Turgut, arkadaşları sanki etrafımızda yaşayan insanlarmış gibi ete-kemiğe bürünüyor.
Yaşamın içini doldurmaya çalışırken söyleniyorlar:
“Hayatın başı ve sonu belli; hiç olmazsa ortasını kaçırmamalıydım...” (sy. 447)
Genel tarihe bakışı alaya aldıktan sona “ciddi” bir karakterin davranışını tarif ediyor:
“Aklını başına toplamak için saçlarını tarar.” (sy. 239)
Şarkılar yazan Selim, dönemin eğitim anlayışına, Atatürk’e bakışına gönderme yapar:
“Ve büstlerinden yalnız göğsüne kadar tanıdığım Atatürk...” (sy. 119)
Toplumun her kesimini deşeleyen Atay, elbet köşe yazarlarına da dokundurmalıydı:
“... Fıkra köşesine adını bile bulmuş, köşe kapmaca diyecekmiş.” (sy. 487)
Turgut uzun uzun Dickens, Dostoyevski, Ömer Seyfettin, Goethe, Beethoven bilgisi parçaladıktan sonra kendisini tarif ediyor:
“Ben de okumadığım kitaplardan en iyi anlayan insanım bu dünyada.” (sy. 581)
Bir insanın kendisini tükenmiş hissetmesinin Atay’ca tarifi şöyle:
“Bir silgi gibi tükendim ben. Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım: Mürekkeple yazmışlar oysa. Ben, kurşunkalem silgisiydim. Azaldığımla kaldım.” (sy. 598)
Atay, kahramanlarını “dün” ile “yarın” arasında sert ifadelerle tartıştırıyor:
“Bir gün öncesine korkak bir bezirgânlıkla sarılmadan yaşayabilecek miyiz? Yoksa, yarından korktuğumuz için düne köle gibi bağlanacak mıyız?” (sy. 350)
Selim’in yazdığı şarkılardan bir kesitle noktayı koyalım:
“Şol cennetin ırmakları, akar Allah deyu deyu / Öğle namazında güneş, yakar Allah deyu deyu / Geç katıldı bu kervana, Allahım yakındır sana / Bir o yana bir bu yana, bakar Allah deyu deyu.” (sy. 131)
***
Atay, insanı, içinde onlarca oda, yüzlerce dolap, raf, kiler bulunan kocaman bir evi tek tek tarif eder gibi anlatıyor.
Tutunamayanlar’ı okurken ille de bir yere tutunmanız gerekmiyor, zaten o sizi geçmiş, gelecek, bugün arasında bir salıncak gibi yolculayıp duruyor.
Atay, 40’lı yaşlarda yitirdiğimiz edebiyatçılarımız arasında. Yaşasaydı Tutunamayanlar’ın arkasını getirecekti.
Toplum bugün nasıl?
Temmuzun ikinci yarısında Prof. Yılmaz Esmer başkanlığında yapılan “Dünya Değerler Araştırması”nın Türkiye sonuçları şu başlıkla açıklandı:
Türk halkı mutlu.
İnsanlarımızın yüzde 77’si mutluyum demiş.
Ne güzel...
Gazetelerde yer aldığı kadarıyla sonuçların ayrıntılarına baktım.
Yüzde 63, parlamentoyla, seçimlerle uğraşmak zorunda kalmayalım, güçlü bir lider ülkeyi yönetsin, demiş.
İnsan haklarına büyük ölçüde saygı gösterildiğine inananların oranı sadece yüzde 15.
İşini kaybetme endişesi içindekilerin oranı yüzde 68.
Çocuklarına iyi bir eğitim sağlayamama endişesi duyanların oranı yüzde 76.
Kadına şiddet gereklidir diyenlerin oranı yüzde 30.
Ve halkımız mutlu...
Atay gibi toplumun karaciğerine kadar inecek, her şeyi tüm çıplaklığıyla gözler önüne serecek edebiyatçılara gereksinmemiz var.
Oğuz Atay bu yüzden günceldir...
Tutunamayanlar...
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanını bizim kuşak 1980’lerin ortasında keşfetti. 1970’te TRT Roman Ödülü kazanan Atay’ı 1980 sonrasında yeniden güncel kılan belki de 12 Eylül
ortamının yarattığı büyük toplumsal yıkımdı.
O dönemde İzmir’de mesleğe usul usul damgasını vurmaya başlayan kuşağın önemli bir bölümü 12 Eylül öncesinin politize ortamından etkilenmiş, içinde yer almıştı. Meslek büyüklerimiz onları kendi bakış açıları ve ağabeylikleriyle, Türk toplumunun gerçekleriyle tanıştırıyordu.
Arkadaşlardan biri Tutunamayanlar’ı okuduğunu söyleyince bir ağabeyimiz şakayla karışık takılımıştı:
“Ula oğlum önce tutunanları okusana.”
***
Oğuz Atay’ı o yıllarda hep gençlik hayallerimizin gölgesinde okumuştum.
Temmuzda yeniden bir başka gözle okudum. Atay, 20. yüzyılın ortasındaki devlet yapımızı, aydınlarımızı, gençlerimizi, toplumsal değerlerimizi acımasızca ama sanki bütün bunların acısını içinde hissederek anlatıyor. Roman kahramanları Selim ve Turgut’un kişiliğinde ve etrafında bütün toplum ve insan perdelerini indiriyor. Mizahı da öyle bir kullanmış ki hani “öfkeli mizah” diye bir kavram ortaya atılsa yeridir.
Selim, Turgut, arkadaşları sanki etrafımızda yaşayan insanlarmış gibi ete-kemiğe bürünüyor.
Yaşamın içini doldurmaya çalışırken söyleniyorlar:
“Hayatın başı ve sonu belli; hiç olmazsa ortasını kaçırmamalıydım...” (sy. 447)
Genel tarihe bakışı alaya aldıktan sona “ciddi” bir karakterin davranışını tarif ediyor:
“Aklını başına toplamak için saçlarını tarar.” (sy. 239)
Şarkılar yazan Selim, dönemin eğitim anlayışına, Atatürk’e bakışına gönderme yapar:
“Ve büstlerinden yalnız göğsüne kadar tanıdığım Atatürk...” (sy. 119)
Toplumun her kesimini deşeleyen Atay, elbet köşe yazarlarına da dokundurmalıydı:
“... Fıkra köşesine adını bile bulmuş, köşe kapmaca diyecekmiş.” (sy. 487)
Turgut uzun uzun Dickens, Dostoyevski, Ömer Seyfettin, Goethe, Beethoven bilgisi parçaladıktan sonra kendisini tarif ediyor:
“Ben de okumadığım kitaplardan en iyi anlayan insanım bu dünyada.” (sy. 581)
Bir insanın kendisini tükenmiş hissetmesinin Atay’ca tarifi şöyle:
“Bir silgi gibi tükendim ben. Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım: Mürekkeple yazmışlar oysa. Ben, kurşunkalem silgisiydim. Azaldığımla kaldım.” (sy. 598)
Atay, kahramanlarını “dün” ile “yarın” arasında sert ifadelerle tartıştırıyor:
“Bir gün öncesine korkak bir bezirgânlıkla sarılmadan yaşayabilecek miyiz? Yoksa, yarından korktuğumuz için düne köle gibi bağlanacak mıyız?” (sy. 350)
Selim’in yazdığı şarkılardan bir kesitle noktayı koyalım:
“Şol cennetin ırmakları, akar Allah deyu deyu / Öğle namazında güneş, yakar Allah deyu deyu / Geç katıldı bu kervana, Allahım yakındır sana / Bir o yana bir bu yana, bakar Allah deyu deyu.” (sy. 131)
***
Atay, insanı, içinde onlarca oda, yüzlerce dolap, raf, kiler bulunan kocaman bir evi tek tek tarif eder gibi anlatıyor.
Tutunamayanlar’ı okurken ille de bir yere tutunmanız gerekmiyor, zaten o sizi geçmiş, gelecek, bugün arasında bir salıncak gibi yolculayıp duruyor.
Atay, 40’lı yaşlarda yitirdiğimiz edebiyatçılarımız arasında. Yaşasaydı Tutunamayanlar’ın arkasını getirecekti.
Toplum bugün nasıl?
Temmuzun ikinci yarısında Prof. Yılmaz Esmer başkanlığında yapılan “Dünya Değerler Araştırması”nın Türkiye sonuçları şu başlıkla açıklandı:
Türk halkı mutlu.
İnsanlarımızın yüzde 77’si mutluyum demiş.
Ne güzel...
Gazetelerde yer aldığı kadarıyla sonuçların ayrıntılarına baktım.
Yüzde 63, parlamentoyla, seçimlerle uğraşmak zorunda kalmayalım, güçlü bir lider ülkeyi yönetsin, demiş.
İnsan haklarına büyük ölçüde saygı gösterildiğine inananların oranı sadece yüzde 15.
İşini kaybetme endişesi içindekilerin oranı yüzde 68.
Çocuklarına iyi bir eğitim sağlayamama endişesi duyanların oranı yüzde 76.
Kadına şiddet gereklidir diyenlerin oranı yüzde 30.
Ve halkımız mutlu...
Atay gibi toplumun karaciğerine kadar inecek, her şeyi tüm çıplaklığıyla gözler önüne serecek edebiyatçılara gereksinmemiz var.
Oğuz Atay bu yüzden günceldir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder