24 Aralık 2014 Çarşamba

TEVFİK FİKRET

Tevfik Fikret'i doğumunun (24 Aralık 1867) 147. yılında sevgiyle anıyor, özlemle arıyoruz!
Bir hüzün yorgunu / Serol Teber
19 Ağustos'ta yitirdiğimiz Tevfik Fikret yapıtlarında kendisini anlatma, benliğinde esen fırtınaları şiirlerine yansıtma yürekliliğini
gösteren ilk büyük şairdi. 'Resmini Yaparken'
şiirinde (Asım Bezirci'nin uyarlamasıyla):
Karşında açığa vuruyorum işte: En
düşkün,
Bir yaşayışla yıkık ve kaygılıyım;
Bu dünyaya daha az bağlıyor beni her
geçen gün,
Her gün biraz daha ölen bu kararsız
hayatım!"
diye yazabiliyordu... 2 Şubat 1898 tarihinde Süleyman Nazif'e yazdığı mektubunda,
"Üzüntü, üzüntü, üzüntü... Üzgünüm kardeşim; şiddetli bir öfke bunalımı içinde sönüyorum. Sebebini söyleyeyim mi?.. Koca bir alem içinde yalnızım Nazif.. En samimi arkadaşlarımın arasında (bile) sokağa çıplak çıkmış bir adam hissi içinde titriyorum..." diye yazar.
Yaşadığı konumu, 'Tasalanma' şiirinde (1895)
"Mezar işkencesine benzer gizli bir acı;
Gönlüm yıkık zayıf gövdem kadar yıkık...
Korkunç ölümden bile korkunç bu
kaygı"
diye anlatabilir. Ve ardından 'Perişan Şiir'de (1895)
"Şu anlattığım yaratık benim
durumumdur,
Bu bir perişan şiirdir ki anlamı
sonumdur."
Fikret'in başkaldırıları, inkârları, acıları ve oluşturduğu melankolik dünyası boşuna değildir. Anneannesi Sakız Adası'ndan getirilmiş, müslüman olmaya zorlanmış. Annesi ne denli koyu bir Müslüman olduğunu kanıtlamak için çok genç yaşta Hacca gitmiş, orada bir salgın hastalıktan ölmüş. Babası, nedeni bugün bile bilinmeyen anlamsız bir jurnal yüzünden Abdülhamit tarafından yaşamboyu sürgüne gönderilmiş ve bir daha İstanbul'u, oğlunu göremeden ölmüş. Kızkardeşi zorla evlendirildiği sarhoş bir koca tarafından dövüle dövüle çok genç yaşta öldürülmüş... Fikret'in kendisi en az üç kez tutuklanıp sorgulanmış; evi sürekli gözetim altında tutulmuş. En yakın arkadaşları Sarayla, Abdülhamit'le anlaşmışlar, küçük çıkarlar uğruna her bir şeylerini feda etmişler. 1908 Meşrutiyet'in ilanından sonra, hiç olmazsa bir şeylerin değişebileceğini umdukları zamanlarda bile toplum eskisinden beter felaketlerin içine sürüklenmiş. Soygunlar, etnik gruplara karşı olan baskılar ve kırımlar çok daha beter artmıştır. Bu koşullarda Fikret yapayalnız Aşiyan'a çekilmiş. Oradan 'toplumun vicdanı' olarak her biri ayrı bir toplumsal başkaldırı olan ve tanrıyı, dini, devleti, despotu inkar eden muhteşem şiirlerini yazmış. Bu tavrıyla kanımca Tevfik Fikret, Osmanlı - Türkiye kültüründe yetişmiş ilk entelektüel insan olarak tanınma onurunu taşımaktadır. Özellikle 'Sis' şiirinde alegori sanatının -kanımca bugüne değin aşılamayan- eşsiz örneğini sergilemiştir.
Fikret'in acılı yaşamının belki de en mutlu dönemi ölmeden önce geçirdiği son birkaç haftasıdır. Bu dönem içinde Ressam Mihri Müşfik Hanım sık sık Aşiyan'a gelir. Fikret'in portrelerini yapar. Saatler boyu konuşurlar. Mihri Hanım, Fikret'in başyapıtı niteliğindeki 'Rubab - ı Şikeste' (Kırık Saz) içindeki şiirleri ezberden okur. Bunların yorumlarını yapar. Fikret'in kendi tanımlamasıyla, inanılması olanaksız bir beceriyle Fikret'i Fikret'e anlatır... Aralarında yoğun bir duygusal bağlantının oluştuğu kesindir, ama bu bir aşka dönüşmüş müdür? Bilemiyoruz. Tüm yaşamı boyunca aşka büyük saygı duymuş olan Fikret'in bu ilk ve son olanağı değerlendirecek - artık - ne cesareti vardır, ne de gücü... Sadece Mihri Hanım'a karşı olan hayranlığını anlatabilir...
Mihri Hanım da Fikret gibi geleneksel toplum koşulları içinde 'tutunamayanlar'dan biridir. 1885/6 yılında Kadıköy, Bahariye semtinde İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden Dr. Rasim Paşa'nın dillere destan güzellikteki Rum kökenli eşinden doğan Mihri Hanım da çok güzel bir kadındır; iyi bir eğitim görmüştür; akıllıdır, çok okur, iyi bir ressamdır. Türkiye'nin ilk kadın ressamı olarak tanımlanır. Bağımsız, özgür bir kadın, iyi bir ressam olmak, başına buyruk yaşamak ister. İstanbul'da bunun olanağı yoktur. İlk kez İtalya'ya kaçar. Sonra Fransa'ya Paris'e gider. Montparnasse'a yerleşir. O ara Sorbonne'da siyasal bilimler öğrenimi gören Bursalı Selami Paşa'nın oğlu Müşfik Bey'le tanışır. Evlenirler. Bundan sonra Mihri Müşfik Hanım olarak tanınır.
1908 yılında Meşrutiyet'in ilanından sonra Paris'te Maliye Bakanı Cavit Bey'le tanışır. Ve bizzat Cavit Bey tarafından İstanbul'a gelmesi önerilir. İstanbul'a dönen Mihri Müşfik Hanım, Güzel Sanatlar Akademisi'ne ilk kadın öğretim üyesi olarak kabul edilir. Kısa zamanda dönemin ileri gelenleriyle dost olur. Ama özellikle Tevfik Fikret ile olan arkadaşlıkları özel bir boyut alır. Mizaç olarak da Tevfik Fikret'e çok benzeyen hiçbir yerde huzur bulamayan, kendisini
'evinde duyumsayamayan' Mihri Hanım mutlu olabilmek 'kendisini bulmak, kendisi olmak' umuduyla hep yer değiştirir. Hep kaçar. Ama hiçbir yerde tutunamaz...
Son günlerinde hep Fikret'in yanı başındadır.
Bu ara yakınlarının sağlığının giderek bozulduğunu, zayıfladığını, güçsüzleştiğini söyleyenlere Fikret, her zamanki öfkeli bir coşkuyla "Öleceğim, öleceğim... Kurtulmak için sevine sevine öleceğim..." dediği, ruhsal/psişik acılar içinde kıvrandığı, kendisinin bu anlamsız dünyada ne denli fazla ve 'saçma' bir varlık olduğunu söyler ve yazar... Son dizeleri şöyledir:
"Artık yaşam için yetişir bunca gücenme,
Dinlenmek isterim ki hüzün
yorgunuyum;
Artık vücudu boş, gönlü boş, hayali boş,
Dünyada şimdi ben daha bir fazla
varlığım."
19 Ağustos 1915 gecesi Tevfik Fikret'in sıkıntıları büsbütün artar. Yorgun dalgınlığı zaman zaman şiddetli huzursuzluğa dönüşür... 'artık yıkılıyorum...' der. Gece saat ikiyi yirmi geçe kendinden geçer. Eşi seslenir, yanıt alamayınca bayıldığı sanılır. Yandaki odadan doktor Terziyan gelir. Öldüğünü söyler. Aşiyan'dan ayrılmayan Mihri Hanım odaya ilk giren olur. Ruşen Eşref Ünaydın kitabında, "Mihri Hanım, siyah çarşafı, siyah peçesi ile simsiyah bir kelebek gibi, şairin matem rengine bürünmüş ilhamı gibi çırpınıyor, hıçkırıyor, ellerini kollarına, alnına koyuyordu... Ağlıyordu. Ağlıyordu..." diye yazar.
Rıza Tevfik Bölükbaşı anılarında, "Mihri Hanım ağlaya ağlaya benden rica etti, Fikret'in yüzünün maskesini ve sağ elinin kalıbını almak istedi. Merhumun yazı odasında görmüş olduğum tamamlanmamış portreleri de o yapmış ve bunun için de on beş gün kadar Fikret'in misafiri olmuştu... Kuşkusuz, ricasını hemen kabul ettim. Zaten alçı ve vazelini yanında hazır getirmişti... Su ve kap hazırladık, gözümüzün önünde o kalıpları hazırladı ve Fikret'in henüz sırtında bulunan gömleğini de pek kıymetli bir anı/armağan olarak saklayacağını söyleyip almak istedi... Merhumun eşinin de iznini alarak Mihri Hanım'a verdim..." diye anlatır.
Ünaydın'ın tanımlamasıyla, bu büyük adam, o gece tüm yorgunluklardan, acılardan, toplumsal karabasanlardan uzak, kahramanlara özgü bir tavırla ölüme ve yaşama gülümseyerek, belki de doğduğu günden beri özlediği dinginliğe kavuşuyordu...
Topluma karşı son inkârı, başkaldırısı,
'hayır'ı yüzündeki ironik melankolik gülümsemesiydi... Fikret, yaşamboyu özlemini çektiği ve sonunda kavuştuğu ölüm anında son bir edimle, hem dünyanın ve hem de kendisinin trajikomik çaresizliğine, saçmalığına gülümsemişti... Onun salt bu tavrı bile 'tutunamayanlar'ın bir örneği olarak içinde yaşadığı kültürün benlik bilincinin oluşmasının, daha doğrusu bir türlü oluşamamasının nedenlerine ışık tutacak niteliktedir.



Tevfik Fikret ve Atatürk Üzerindeki Etkileri / M. Vehbi Tanfer
Düşünce, kararlılık, eylem ve öncü kişilik gibi yönleriyle Tevfik Fikret, gerek Türk tarihi ve gerekse dünya tarihi içindeki mümtaz yerini almıştır. ‘Tevfik Fikret kimdir? diye bir soru sorulsa, bu soruya verilebilecek en gerçekçi cevap, sanırım, ‘Türk İnkılâbı denilen köklü değişimin tarihsel kökenleri içinde, düşünce alanındaki en büyük temel taşlarından birisidir’ diye verilecek cevap olabilir. Gerçekten de, hiç tereddütsüz söylenebilir ki, Türk İnkılâbı’nın önderi, yaratıcısı Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünce yapısının oluşumunda, en etkili rolü oynayanlardan ve O’na ışık tutanlardan birisi de, Tevfik Fikret’tir1.
Sadece bu yönüyle bile, Türk Milleti Tevfik Fikret’e çok şey borçludur.
O, sadece yaşadığı dönemin ve ortamın insanı değildir. İlerici ve çağdaş düşünceleriyle günümüzde yol gösteren, gelecekte de yol gösterecek bir insandır.
Gerçek adı Mehmet Tevfik olan büyük şair, 1 Ocak 1867’de, İstanbul’da doğmuştur. 18 Ağustos 1915’te, henüz 48 yaşında iken hayata gözlerini kapamıştır2 . Fikret’in yaşadığı dönem, Türk tarihinin tanık olduğu belki de en çalkantılı dönemdir. Daha açık bir deyimle bu dönem, siyasal ve askerî yönlerden Osmanlı Devleti’nin büyük bir çöküntüye uğradığı, kültürel ve toplumsal yönlerden de, köklü bir değişim ve dönüşümün yaşandığı, arayışların hızlandığı bir dönemdir. Bu dönemin en göze çarpan yönü, II. Abdülhamit’in baskı rejimi ve bu baskıya karşı Türk aydınlarının mücadelesidir. Pek çok alanda görülen gerileme, sosyal yaşamdaki aksaklıkların ortaya çıkmasına, genel ahlâkın bozulmasına, rüşvet, iltimas, sansür, ihbar vb. kötü öğelerin belirmesine neden olmuştur. Pek çok Türk aydını, bu kötü durumun düzelmesi için fikir üretmiş, çetin mücadeleler vermiştir. Baskı rejimine karşı örgütlü bir muhalefet oluşturma, sosyal ve siyasal bozuklukları ortaya çıkarıp eleştirme, geleneksel yapıyı devam ettirmek isteyenlere karşı yeni bir düzen arayışına yönelme, anayasal rejimin gerçekleşmesi için mücadele, bu dönemin belli başlı özellikleridir. Bir anlamda entellektüel Türk aydını, gerçek yönden bu dönemde ortaya çıkmıştır3. Tevfik Fikret de, kendi döneminin ve toplumunun bir aydını olarak, böylesine karmaşık unsurların etkisi altında, istibdat rejimine karşı baş kaldırmış, sosyal problemlerin çözümü için düşünceler üretmiş, bu çabalarında ise, akıl ve bilimi rehber olarak almıştır. Bağnaz ve geri düşünceye karşı vermiş olduğu mücadele ile de, devrinin aydınları içindeki mümtaz yerini almıştır.
Ülkücü bir şair olan Tevfik Fikret, düşüncelerini, arzularını, kırgınlıklarını ve doğruluğuna inandığı şeyleri, şiirleriyle dile getirmiştir. Biz, O’nun ne derecede güçlü bir şair olduğunu ele alma amacında değiliz. O’nu edebiyat tarihçileri kuşkusuz ki baş köşeye oturtacaklardır. Burada amaç, O’nun dönemini ve geleceği etkileyen düşünce ve kişilik yapısını ele almak ve bu özelliklerinin Mustafa Kemal Atatürk üzerindeki etkilerine değinmeye çalışmaktır.
Bugüne kadar, Türk Düşünce Tarihi’nin en önemli simaları arasında, Tevfik Fikret’in de yer almasının nedeni, O’nun toplum sorunlarına yaklaşımındaki ileriye dönük özellikleridir. İçinde yaşadığı topluma iletmeye çalıştığı bildiriler, günümüze kadar uzanan tartışmalara zemin hazırlamıştır. Batı dünyasına bakışı, düşünce özgürlüğü anlayışı, insana ve insanlığa verdiği değer, eğitim anlayışındaki çağdaşlık gibi konuları içeren özgün yorumları, çağında olduğu kadar günümüzde de ilgiyle anılmaktadır. Toplumsal yapının çürümesinde süregelen bir hastalık olan rüşvet, adam kayırma, bağnazlık, düşünceye ve özgürlüğe vurulan zincir gibi olumsuz etkenleri şiirlerinde, özel yaşamındaki tutum ve davranışlarıyla ele alan, böylece toplum içinde bireyin, toplum sorunlarıyla ilgilenmesi çağrısında bulunan kişidir Tevfik Fikret. Kişisel çıkarlarını kamu çıkarlarının üstünde gören, bu nedenle de gerçek görevlerinden çok, kendi keselerini doldurmak için çalıp çırpan asalak zümrelere söylediği şu dizeler oldukça anlamlıdır:
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın gider ayak,
Yarın bakarsınız söner, bugün çatırdayan ocak,
Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı iştaha sizin,
Doyuncaya, tıksırıncaya, patlayıncaya kadar yiyin.
Toplumun bünyesini kemiren bu tür hastalıklar, O’na göre geri kalmışlığın başlıca nedenidir. Toplum baskı, gerilik, yobazlık, adaletsizlik yüzünden ezilmiştir. O’nu bu sefil durumdan kurtarmak için, gerikalmışlık çemberinden çıkarmak, bunun içinde aklı ve bilimi rehber olarak almak gerekmektedir. Ama bunu, istibdat rejiminin baskısı altında ezilmiş toplum, mevcut durumuyla nasıl becerebilirdi? İşte bu noktada Fikret, Türk Düşünce Tarihi’nde ilk kez “Gençlik” kavramını ele alarak, toplumun yenibaştan düzenlenmesinde büyük bir misyon yüklemiştir. İlk kez O, eski düzenin savunuculuğunu yapan eski düşüncelerin bir umut kaynağı olamayacağını görmüş, yepyeni bir ülküye yönelmiş gençliğin toplumsal yapıyı yeniden kuracağına inanmıştır. Nitekim, Halûk’un Defteri ve Rübâb-ı Şikeste adlı şiirlerinde, gençliğe yol gösterme düşüncesi egemendir. Edebiyat tarihçisi Mehmet Kaplan’ın da vurguladığı gibi; Fikret, oğlu Halûk’un nazarında bütün bir Türk gençliğini düşünür ve memleketin onlar sayesinde ilerleyeceğine inanır. “Ferda” şiirinde, o günün gençlerine seslenir. II. Meşrutiyet hareketi ile memlekette yeni bir devir açılmıştır. Yapılan “teceddüt” ve “inkılâp” gençlik içindir. Gençlerin elinde, geleceği yaratmak için cennet kadar güzel bir vatan vardır ama, onun varlığı tehlikededir. Vatanı korumak, gençlerin vazifesidir. Gelecek, ancak onlar için vardır4.
Gerçekten de Tevfik Fikret’in şiirlerinde işlediği konuların başında, gençlik kesimine ait olanlar özel bir yer tutar. Çünkü O, eskimiş zihniyetleri bütünüyle terketmesini istediği dinamik gençlik grubunun, toplum sorunlarına yeterince eğilecek bilince erişememiş oluşunun acısını yüreğinde duyar. “Genç” demek, kuşkusuz ki “genç fikirli” demektir. “Genç fikirli” ise, yenilik rüzgârlarını içine sindiren, ahlâklı olan, yılmadan usanmadan doğru bildiği yolda yürüyen, asla ve asla boyun eğmeyen, bütün yaşamında yalnızca aklı ve bilimi rehber edinen kişidir. Böylesine vasıflarla donanmış “fikri hür, irfanı hür,vicdanı hür” gençlik, Tevfik Fikret’in umut bağladığı tek güçtür. Arzuladığı, idealindeki gençlik budur; kafasında hep, bir gün bu gençliğin dünyayı yeniden kuracağı düşüncesini muhafaza eder. Yaşça genç olanlar çoktur; ama ne var ki, O’nun arzuladığı genç insan tipinin uyanmasına köhne sistem, geri unsurlar, çağdışı eğitim, Ortaçağ devlet düzeni bir türlü izin vermemektedir. Fikret, böyle bir gençliğin uyanmasının bu denli gecikmiş olmasının acısını yoğun biçimde duymaktadır ve:
Siz, ey fezâ-yı ferdanın,
Küçük güneşleri, artık birer birer uyanın,
Ümidimiz bu,ölürsek de biz yaşar mutlak,
Vatan sizinle şu zindan karanlığından uzak.
dizeleriyle adeta haykırır5.
Toplumsal değişmeler, toplum kesimlerindeki değişme bilincinin oluşmasıyla gerçekleşebilir ve bu, bir insanın yaşamına göre oldukça uzun bir süredir. Açıkça şunu söyleyebiliriz ki, Tevfik Fikret’in umut bağladığı güneş, Mustafa Kemal’den başkası değildir. Ancak Mustafa Kemal Atatürk ve O’nun gerçekleştirdikleri, Tevfik Fikret’in arzularmı yerine getirebilmiştir.
Ünlü “Ferda” şiirinin sonunda Fikret şöyle sesleniyor:
Yükselmeli, dokunmalı alnın semalara,
Doymaz beşer dedikleri kuş itilâlalara,
Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır,
Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır6.
Gençlik, yani Fikret’in deyişiyle o “fezâ-yı ferdanın küçük güneşleri” birer birer nasıl uyanacaklardı? Her genç bir güneş gibi parladığında, dünya aydınlığa boğulacak, karanlıklar sona erecekti. Ama, bu güneşlerin karanlığı sona erdirmeleri için neler yapmak gerekiyordu? Bu, noktada Fikret, millî ve çağdaş eğitimin gerekliliğine inanır. Kendisi de, şiirleriyle gençliğe rehber olan, ışık tutan bir eğitimciydi. O zamana değin kimsenin bu denli yalın biçimde seslenme gereğini ve cesaretini bulamadığı toplumsal sorunlara cesaretle eğilmiş, bu sorunların düzeltilmesi için gençliği göreve çağırmıştır. Arzu ettiği toplumsal düzeni kuracak olan gençliğe, gelecekte oynayacakları rol hakkında, onlara cesaret ve umut verecek dizelerle seslenmiş ve gelecek günlerin oluşumunda, gençliğin olumsuz rollere de alet olabileceğini hesaba katarak, onları şu dizelerle uyarma gereğini duymuştur7:
Ferda senin dedim, beni alkışladın; hayır,
Her şey senin değil, sana ferda vediadır,
Her şey vediadır sana, ey genç unutma ki
Senden de bir hesap arar, ati-i müşteki.
Maziye şimdi sen bakıyorsun pür-intibah,
Ati de senden eyleyecek böyle iştibah.
Buna benzer uyarılarını çeşitli dizelerinde yineleyen Fikret, yıllar sonra ölümsüz bir seslenişte anıtlaşacak olan Atatürk’ün Türk Gençliği’ne Hitabe’sindeki inanç ve güven dolu anlatımını da müjdeler gibidir. Gerçekten Fikret, bu inanç ve güvenle gençlere: “Gençler, bütün ümid-i vatan şimdi sizdedir” diye seslenir8 .
Geleceği elleriyle kuran gençlik, ancak çağdaş bir eğitimle yetiştirilirse, istenilen misyonu üstlenebilir. Bu nedenle gençliğe bilimin en son buluşları öğretilmelidir. Gençlik çalışmalarında bilimsel yöntemi benimsemelidir. Çalışmanın ve bilimin gösterdiği yolda ilerlemenin önemine değinirken, Batı Dünyası’nın bilim yolunu izleme ve çalışma yöntemlerine de parmak basan Tevfik Fikret, bir gün fennin şu siyah toprağı altın yapacağına, “irfan” gücüyle her şeyin olacağına inanır.
O, güçlü bir dava adamıdır. Belirgin bir özelliği, inandığı bir davayı azimle ve inançla sürdürmek ve öncülük etmektir. “Halûk’un Vedaı” adlı şiirinde, oğluna şöyle seslenmektedir:
Koşan elbet varır, düşen kalkar,
Kara taştan su damla damla akar,
Birikir, sonra bir gümüş göl olur,
Arayan hakkı en sonunda bulur9 .
O’nun inandığı bir dava uğrunda, ne denli güçlü bir kişiliğe sahip olduğunu, gazeteci-yazar Hüseyin Cahit Yalçın şöyle anlatır: “Padişah II. Abdülhamit’in tahta çıkışı yıldönümüne rastlayan bir gecede yaptığım mehtap gezisini kendisine anlatayım dedim. Aldığım karşılık şu oldu: ‘Ben böyle gecelerde evimde mum bile yakmam’. İşte Fikret, böylesine güçlü ve inançlı bir dava adamıdır. O, bütün yaşamını vatanına, milletine hasretmiş bir fedai ve bir büyük idealisttir.
Millî Eğitim eski bakanlarından Hasan Âli Yücel de, Tevfik Fikret’in üzerinde durduğu konuları “ahlaksal, siyasal, dinsel alanlar” diye sıralar ve O’nun bu alanlarda bir ömür boyu sürdürmüş olduğu savaşımı üç bölüme ayırır: 1- Bağnazlığa karşı savaş, 2- Baskı yönetiminden nefret, 3- Ahlâksızlığa karşı açtığı savaş10.
Türk Milleti’nin kurtarıcısı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ölümsüz önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünce yapısının ve kişiliğinin oluşumunda, Tevfik Fikret’in büyük bir rolü olmuştur. Öyle ki, her ikisinin de düşünce ve eylemlerinin karşılaştırılmasının sonucunda, Fikret’in arzuladığı genç tipinin Atatürk’te toplandığı ve Türk Devrimi’nin de, Fikret’in istediği sosyal değişmelerin gerçekleştiği bir hareket olduğu ileri sürülebilir.Daha başka bir deyişle; “Siz ey feza-yı ferdanın küçük güneşleri / Artık birer birer uyanın” diye haykırırken Fikret’in, o küçük güneşlerden yapmalarını istediği şeyler, Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk İnkılâbı’nı gerçekleştirmesiyle yerine gelmiştir.Kaldı ki, Fikret’i düşünce bütünlüğü ile Atatürk o derece benimsemiştir ki; “Fikret kimdir biliyor musunuz? O’nu tanıyanlar, benim ne yapmak istediğimi kavrayacak kimselerdir” sözü, Atatürk’e aittir11. Enver Ziya Karal da, düşünce alanında Atatürk üzerinde en çok etki yapmış olan kişinin Tevfik Fikret olduğunu belirtir ve O’nun Sis, Tarih-i Kadim ve Ferda manzumelerini Atatürk’ün gönlüne yazdığını söyler12. Atatürk’ün pek çok özel toplantıda bu şiirleri ezbere okuduğu bilinmektedir. Saadettin Kaynak’ın aktardığı bir anekdottan da görüldüğü gibi; “Tevfik Fikret’in Tarih-i Kadim’i yok mu; işte O, dünyada yapılması gereken bütün inkılâpların kaynağıdır” değerlendirmesini Atatürk, büyük bir coşku içinde yapmıştır13.
Atatürk’ün öğrencilik yıllarında Tevfik Fikret’i okuduğu ve ondan daha bu genç yaşlarındayken büyük ölçüde etkilendiği bilinmektedir14. O, I. Dünya Savaşı’nda XVI. Kolordu Kumandanı iken, Doğu Anadolu’da, 7 Kasım – 25 Aralık 1916 günleri arasında, Tevfik Fikret’in Rübab-ı Şikeste’sini okumuştur15. Özel kitaplığında ise, Fikret’in Rübab-ı Şikestesi ile, Haluk’un Defteri adlı eserlerini görmek mümkündür16. Osmanlı Devleti’nin ve Türk Milleti’nin en karanlık günlerini yaşadığı Mütareke Dönemi’nde, yani 1918’de, Fikret’in ölümünün üçüncü yılında, yanında Süleyman Nazif ve Faik Ali de olduğu halde, Fikret’in müze haline getirilen evini, yani Aşiyân’ı ziyaret etmiş; arkadaşlarıyla birlikte, müzedeki özel deftere şunları yazmıştır: “Tavâf-ı tahatturunda bulunmakla mübâhi perestişkârân-ı Fikret”. Günümüz Türkçesi ile anlamı şudur: “Anma ziyaretinde bulunmakla kıvanç duyan Fikret dostları”17.
Kendisine “Fikret dostu” deyimini yakıştıran Atatürk, bu ziyarete giderken, Harbiye’den Manej Hocası Emin Bey’e rastlamış ve “Ben inkılâb ruhunu ondan aldım. Ziyaret edeceğim yerlerin başında elbette ki Aşiyân gelir” demiştir18.
Atatürk’ün düşünce ve kişilik yapısının oluşumunda, Tevfik Fikret’in ne derecede büyük bir rol oynadığını açıklamaya, verilen bu örnekler yeterli gelir. Ama, Atatürk’e yakın olmuş kimi kişilerden günümüze ulaşmış bazı anılar vardır ki, O’nun Fikret’e verdiği değeri ve duyduğu hayranlığı bütün açıklığıyla gözler önüne serer:
Mehmet Akif (Ersoy)’in ölümünde, ona resmî merasim yapılmadı diye, bazı gençler hareketlerde bulunurlar. Atatürk gençler arasına gelir, teessürlerini bildirir. Daha sonra Atatürk gençlere, Tevfik Fikret’in büyüklüğünü ortaya koyan şu konuşmayı yapar:
- “Gençler, sorarım size; bu milletin ve memleketin şan ve şerefle medenî dünya milletleri arasında yaşayabilmesi için lâzım gelen her şeyi yazan, düşünen ve hayatını feda edenlerin başında kim gelir?”
Gençler cevap verirler:
- “Hamit”.
- “Hayır”.
- “Namık Kemal”.
- “Hayır”.
- “Ziya Gökalp!”
- “Hayır bilemediniz”. Ve Atatürk kendisine has Rumeli şivesiyle cevap verir:
- “Fikret be çocuklar, Fikret be çocuklar”. Ve sırasıyla Ferdâ’yı, Sis’i ezbere okur ve şiirlerin tahlilini yapar. En sonunda da sözlerini şöyle bitirir:
- “O, bizden çok ilerisini gören bir insandı. Ne yazık ki biz ona hâlâ yetişemedik”19.
Yine Çankaya’da, Atatürk’ün sofrasında bulunan davetlilerden birisi, edebiyat üzerine konuşulurken, Fikret’in iyi bir şair olmadığını söyleyecek olur. Atatürk büyük bir iğbirarla kaşlarını çatarak, Fikret’ten şu dizeyi okur:
Milyonla barındırdığın ecsâd arasından,
Kaç nasiye vardır çıkacak; pak ü dırahşân.
Dize; “milyonla sakladığın cesetler arasından alnı temiz ve pırıl pırıl çıkacak olan kaçtır?” anlamına gelmektedir. Dizeyi okuduktan sonra Atatürk hiddetle devam eder: “O, karanlıklar içinde bir nur gören ve halkını o nura doğru götürmeye çalışan Fikret bu feryadı koparırken, sizler nerelerdeydiniz? Niçin içinizden kimse O’nun gibi feryat etmedi? Ben Fikret’e yetişemedim. O’nun sohbetinden istifade edemedim… Fakat O’nun bütün eserlerini okudum. Birçoğu da ezberimdedir. O, hem büyük bir şair, hem de büyük bir insandır. Efendiler! Zaten parmakla gösterilecek kadar az olan büyük adamlarımızı küçültmeye kalkışmayalım”20.
Atatürk’e ait bazı sözlerle, Tevfik Fikret’in bazı dizeleri arasında, şaşılacak kadar büyük benzerlikler vardır. Hakkı üstün tutan, bilimi rehber alan; çalışmayı öğütleyen; müstebide karşı direnmeyi, kadına insan olma onurunu kazandırmaya çalışan; bütün ümidini gençliğe bağlayan Fikret’in dizeleri, Mustafa Kemal Atatürk’ün bazı sözlerinin kaynağı olmuştur. Atatürk’ün düşünce yapısının oluşumunda Fikret’in önemli rolünü ortaya koymaya yarayacak bazı örneklerle, bu benzerliği saptamakta büyük yarar bulunmaktadır.
Tevfik Fikret:
Kimseden ümid-i feyz etmem, dilenmem perr ü bâl,
Kendi cevvim, kendi eflakimde,kendim tariim.
İnhina, tavk-ı esaretten girândır boynuma,
Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim21.
Atatürk:
“Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki, cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister”.
Tevfik Fikret:
Haktadır, haktır en büyük kuvvet,
Ey yarının inkılâb ordusunda çarpışacak kahraman,
Öğren işte: Kuvvet Hak,
Zulmün topu var, güllesi var, kal’âsı varsa,
Hakkında bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.
Haksızlık eden başları bir gün koparırlar.
Atatürk: “Şunu benimsemek gerekir ki, dünyada bir hak vardır. Ve hak gücün kat kat üstündedir”.
Tevfik Fikret:
Bir şey ki akla, mantığa uyar o dindir,
Hayatta en hakiki mürşit, ilimdir.
Atatürk:
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlmin dışında mürşit aramak gaflettir, dalâlettir, cehalettir”.
Tevfik Fikret:
Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer.
Atatürk:
“Hanımlarımız, hatta erkeklerimizden daha münevver olmalıdır. Eğer milletin hakiki anası olmak istiyorlarsa. Burada Fikret’in cümlece malum olan bir sözünü hatırlatırım:
Elbet sefil olursa kadın alçalır beşer”.
SONUÇ
Buraya kadar anlatılanlardan çıkarılacak sonuç şudur: Tevfik Fikret, Mustafa Kemal’in en çok etkilendiği Türk edib ve düşünürlerinden birisidir. O; “Ben inkılâp ruhunu ondan aldım”, “Tevfik Fikret’i tanıyanlar, benim ne yapmak istediğimi kavrayacak kimselerdir” sözleriyle, ilham aldığı kişilerin başında, Fikret’in geldiğini vurgulamıştır. Hatta o kadar ileri gidilebilir ki, Tevfik Fikret: “Ey feza-yı ferdanın küçük güneşleri; artık birer birer uyanın” diye seslenirken, gelecekte Mustafa Kemal Atatürk gibi bir Türk evladının doğmasını istemiş ve Mustafa Kemal Fikret’in dediklerini ve davranışlarını doğrulayan Türk genci olmuştur demek, hiç de mübalâğa olmaz. Bu nedenle, Türk İnkılâbı’nın düşünce evrelerinde, Tevfik Fikret’in düşünceleri, yeri doldurulamaz derecede büyük rol oynar.
Bu konuyu, Tevfik Fikret ve Namık Kemal’in anısına yazmış olduğum bir şiirimle noktalamak istiyorum:
NAMIK KEMAL İLE TEVFİK FİKRET’E
Kalemleri kılıçtan da keskindi,
Şiirleri bize güç ve ruh verdi.
Namık Kemal ile, O Tevfik Fikret,
Zulmün pençesinde inlerken millet,
Özgürlük ve adalet istediler,
Biz hür yaşar, hür ölürüz dediler.
Atatürk onlardan ilham almıştı,
Kuleli’deyken aklında kalmıştı,
O çok ünlü beyti, Namık Kemal’in.
O’nunla içti Atatürk, andını istiklâlin.
Unutulmaz Fikret ve Kemal adı,
Onlar bize özgürlük aşıladı.
Aşiyan’dan Fikret sesleniyor bak,
Bolayır’dan Namık Kemal muhakkak,
Diyorlar ki bize, özgür olunuz.
Her an ilme açık olsun yolunuz.
________________________________________
1. Tevfik Fikret’in düşünsel yönden Atatürk üzerindeki etkisi için bkz: Şerafettin Turan, Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, TTK yay., Ankara, 1982, ss. 6-8.
2. Yaşam öyküsü için bkz.: Mehmet Kaplan, Tevfik Fikret, K.B. yay., Ankara, 1986; İslam Ansiklopedisi. “Tevfik Fikret” maddesi.
3. Bkz.: Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul, t.y.; Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK yay., Ankara, 1984.
4. Mehmet Kaplan, a.g.e., s. 30.
5. Rübab-ı Şikeste’den; feza-yı ferda: geleceğin dünyası, uzayı.
6. Haluk’un Defterinden; beşer: insanlık, itilâ: yükselme.
7. Haluk’un Defteri’nden; müşteki: şikayetçi; İntibah: uyanma; İştibah: şüpheleniş.
8. Haluk’un Defterinden.
9. Haluk’un Defteri’nden.
10. Cumhuriyet, 18 Ağustos 1957.
11. Bkz.: Seyit Kemal Karaalioğlu, Atatürk: Hayatı, İlkeleri, Devrimleri, İstanbul, 1984, s. 158.
12. Enver Ziya Karal, Atatürk ve Devrim, Ankara, 1980, s. 9.
13. S.K. Karaalioğlu, a.g.e., s. 159.
14. Şu eserlere bkz.: Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul, 1967, s. 30; Asım Gündüz, Hatıralarım, istanbul, 1973, s. 15 ve d.
15. Bkz.: Şükrü Tezer, Atatürk’ün Hatıra Defteri, TTK yay., Ankara, 1972, s. 72; yine bkz: Ş. Turan, a.g.e., s. 7.
16. Atatürk’ün Özel Kütüphanesinin Katalogu, Millî Ktb. Gn. Md. yay., Ankara, 1973; yine bkz.: Ş. Turan, a.g.e., s. 8.
17. Bkz.: Ş. Turan, a.g.e., s. 8.
18. S.K. Karaalioğlu, a.g.e., s. 150.
19. A.g.e., ss. 157-158.
20. A.g.e., s. 154.
21. “Kimseden ilham ümid etmem, kol kanat gerilmesini istemem. Kendi çekirdeğimle, kendi gökyüzümde kendim görünürüm. Eğilmek, boynuma geçecek esaret gerdanından ağırdır. (Ben) düşüncesi özgür, bilgisi özgür, vicdanı özgür bir şairim”.