28 Şubat 2014 Cuma

“Namuslu olmak, ne zor şeymiş meğer? Sabahattin Ali




“Namuslu olmak, ne zor şeymiş meğer? Bir gün Almanların pabucunu yalayan, ertesi gün İngilizlere takla atan, daha ertesi gün de Amerika`ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik. Yalnız ve yalnız bir tek milletin önünde secdeye vardık. O da kendi cefakeş milletimizdir.

Meğer ne büyük günah işlemişiz! Kanunlu, kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük. Bugünün itibarlı kişileri gibi kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmadık, han apartman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. Bütün kavgamızda kendimiz için hiçbir şey istemedik. Yalnız ve yalnız, bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine derman olacak yolları araştırmak istedik.

Bu ne affedilmez suçmuş meğer! Neredeyse, yoldan geçerken mide uşakları arkamızdan bağıracaklar: “Görüyor musun şu haini! İlle de namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozuyor…”

Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?”

Sabahattin Ali

26 Şubat 2014 Çarşamba

HASAN ALİ YÜCEL




26 Şubat 1961’de yitirdiğimiz Hasan Ali Yücel'in anısına saygıyla...Cumhuriyet Eğitim Devriminin Işık Saçan Milli Eğitim Bakanı, Felsefeci, öğretmen, müfettiş,, bestekar, İzmir Milletvekili, "Çağın En güzel gözlü Maarif Müfettişi"

"Bin sıkıntı içinde kuruldu enstitüler, 
Bu ateşli çalışma göreni hayran eder.

Köyden akın başladı, geliyordu çocuklar;
Kıraç yurdun yüzünde doğdu yeni bir bahar.

Zeminlikte yattılar, kar, soğuk demediler;
Zeminlik üstüne de yapılar döşediler.

Kız erkek kardeş gibi çalıştılar beraber,
Müdürü, öğretmeni, gece gündüz döktü ter.

İki yılda mevcutlar vardı on altı bine,
Bir ucunda Kars durur, bir ucunda Edirne.

Kapladı dört bir yandan yirmi enstitü yurdu;
Köyden gelen çocuklar kurdu yeni bir ordu.

Kepirtepe, Akçadağ, Gölköyü, Pazarören,
Akpınar, Beşikdüzü, Dicle, Ortaklar, Gönen,

Arifiye, Düziçi, Çifteler, İvriz. Aksu,
Savaş Tepe'yle Pulur, Cılavuz, Kızılçullu,

Ne kaldı, Pamuk Pınar, o meşhur Hasanoğlan;
İftihar duymalıdır bunlardan, her Türk olan."

Hasan Ali Yücel

20 Şubat 2014 Perşembe

TANYA ,NAZIM HİKMET



Naziler ona çok soru sordu. Tek bir soruya cevap verdi. O da adının ne olduğu sorusu idi. "Benim adım Tanya" dedi.
Nazım Hikmet'in yıllar sonra "... ve karların üstünde muzaffer gülümseyişi onun" diyerek uzunca "Tanya" şiirini yazdığı kadın.

Yakalandıktan sonra tecavüz edildi. Aşağılandı. Ve sistematik ne varsa uygulandı ama o hiçbir şey söylemedi. Tek bir sır vermedi.
Onu dar ağacına götürdüklerinde hayatının son cümlesini söyledi:
O askerlere tek bir şey söyledi:
"Hepimizi, 190 milyon kişiyi asamazsınız!"

Ve astılar...
Adım Nadya demişti ama değildi.
Bu kadının gerçek adı "Zoya Kosmodemyanskaya" idi.
Bir partizandı.
Öldükten sonra Rusların en saygın kahramanlarından biri sayıldı.

TANYA
Zoe’ydi adı
İsmim tanya dedi onlara
(tanya;
Bursa cezaevinde karşımda resmin
Bursa cezaevinde,
Belki duymamışsındır bile bursa’nın ismini
Bursa’m yeşil ve yumuşak bir memlekettir.
Bursa cezaevinde karşımda resmin
Sene 1941 değil artık, sene 1945
Moskova kapılarında değil artık
Berlin kapılarında dövüşüyor artık seninkiler
Bizimkiler
Bütün namuslu dünyanınkiler..
Tanya;
Senin memleketini sevdiğin kadar ben de seviyorum memleketimi
Seni astılar memleketini sevdiğin için
Ben memleketimi sevdiğim için hapisteyim
Ama ben yaşıyorum
Ama sen öldün
Sen çoktan dünyada yoksun
Zaten ne kadar az kaldın orada
On sekiz senecik...
Doyamadın güneşin sıcaklığına bile...
Tanya;
Sen asılan partizan, ben hapiste şair
Sen kızım, sen yoldaşım
Resmin üstüne eğiliyor başım
Kaşların incecik, gözlerin badem gibi
Renklerini fotoğraftan anlamam mümkün değil
Fakat yazıldığına göre koyu kestaneymişler.
Bu renk gözler çok çıkar benim memleketimde de...
Tanya;
Saçların ne kadar kısa kesilmiş
Oğlum memet’inkinden farkı yok
Alnın ne kadar geniş, ay ışığı gibi
Rahatlık ve rüya veriyor insanın içine.
Yüzün ince uzun, kulakladır büyücek biraz,
Henüz çocuk boynu boynun
Henüz hiçbir erkek kolu sarılmamış anlıyor insan.
Ve püsküllü bir şey sarkıyor yakandan
Süsünü sevsinler mini mini kadın.
Arkadaşları çağırdım bakıyorlar resmine;
_tanya
Senin yaşında bir kızım var.
_tanya
Kız kardeşim senin yaşında
_tanya
Senin yaşında sevdiğim kız
Bizim memleket sıcaktır
Bizde kıslar tez kadınlaşır..
_tanya
Senin yaşında kızlarla
Okulda, fabrikada, tarlada arkadaşız
Tanya;
Sen öldün ne kadar namuslu insan öldü
Ve öldürülmekte
Ama ben,
Söylemesi ayıpmış gibi geliyor bana
Ama ben yedi yıldır kavgada
Hayatımı tehlikeye koymadan
Hapiste de olsa da yaşıyorum)
Sabah oldu tanya’yı giydirdiler
Ama çizmeleri, şapkası, gocuğu yoktu
İç etmişlerdi onları
Torbasını giydirdiler
Torbada benzin şişelesi, kibrit,
Kurşun, tuz, şeker....
Şişelesi boynuna astılar
Torbasını verdiler sırtına
Göğsüne bir de yazı yazdılar
“partizan”
Köyün meydanına kuruldu darağacı
Atlılar çekmiş kılıcı
Halka olmuş piyade askeri
Zorla seyre getirdiler köylüleri
İki sandık üst üste
İki makarna sandığı
Sandıkların üstüne yağlı urgan sallanır
Urganın ucunda ilmik
Partizan kaldırılıp çıkarıldı tahtına
Partizan
Kolları bağlı arkadan
Durdu urganın altında dimdik..
Nazlı boynuna ilmiği geçirdiler
Bir subay fotoğrafa meraklı
Bir subay elinde makine; kodak
Bir subay resim alacak
Tanya seslendi kolhozlulara ilmiğin içinden
“ _ kardeşler üzülmeyin gün yiğitlik günüdür.
Soluk aldırmayın faşistlere
Yakın, yıkın, öldürün....”
Bir alman vurdu ağzına partizanın
Genç kızın beyaz, yumuk çenesine aktı kan
Fakat askerlere dönüp devam etti partizan:
“_ biz iki yüz milyonuz
İki yüz milyon asılır mı?
Gidebilirim ben
Ama bizimkiler gelecekler
Teslim olun vakit varken...”
Kolhozlular kan ağlıyorlardı,
Cellat çekti ipi
Boğuluyor nazlı boynu kuğu kuşunun
Fakat dikildi ayaklarının ucunda partizan
Ve hayata seslendi insan
“_ kardeşler
Hoşça kalın
Kardeşler
Kavga sonuna kadar
Duyuyorum nal seslerini geliyor bizimkiler...”
Cellat bir tekme attı makarna sandıklarına
Sandıklar yuvarlandılar
Ve tanya sallandı ipin ucunda...
Nazım Hikmet Ran

17 Şubat 2014 Pazartesi

17 Şubat Dünya Kediler Günü



NE KEDİSİZ NE KÜTÜPHANESİZ...

Bugün 17 Şubat Dünya Kediler Günü. Bizde Kütüphane Kedilerini analım istedik.

KÜTÜPHANE KEDİSİ DEWEY
Kütüphanede yaşayan kedi Dewey’in kitabı
Ekonomik açıdan sarsıntılı bir dönem geçiren Amerikalılar şu sıralar Iowa’nın küçük kasabası Spencer’daki bir kütüphanenin kitap iade kutusuna bırakılan kedi Dewey’in hikayesi ile gülümsüyor

Kütüphanede yaşayan kedi Dewey’in kitabı
Yıl 1998, soğuk bir ocak akşamı. Spencer’daki kütüphanenin kitap iade kutusuna bir misafir bırakılır. Bırakılan şey bu defa kalın ciltli bir kitap değil, ufacık, durmadan hareket edip miyavlayan yemyeşil gözlü, sapsarı bir kedi yavrusudur.
Kütüphanecilerin sahiplendiği kedicik o günden sonra hayatının tamamını kütüphanede geçirir ve zamanla bu küçük kasabanın maskotu haline gelir.
Kitap raflarının tepelerine tırmanıp uyumaya, kitap okuyanlar okudukları kitaba daldıklarında aniden kucaklarına atlamaya ve kitap arabası ile gezintilere çıkmaya bayılan kediye Dewey adı konulur.
Şu sıralar herkes bu kediden bahsediyor çünkü Dewey’ye 18 yıl boyunca göz kulak olan kütüphane görevlileri Vicki Myron ve Bret Witter tarafından yazılan ve Dewey’in maceraları konu alan “Dewey: The Small Town Library Cat Who Touched the World” (“Dewey: Dünyayla Temas Eden Küçük Kasaba Kütüphanesi Kedisi” olarak çevrilebilir) isimli kitap New York Times, Wall Street Journal ve Publisher’s Weekly’nin “En çok satanlar” listesine girdi.
Eylül ayında çıkan kitabın ilk baskısı hızla tükendi. Şimdi bu kitabın sinema filminin yapılacağı konuşuluyor.

“Özellikle western kitaplarının üzerinde uyumayı severdi”
Vicki Myron “Dewey çok farklı bir kediydi, onun kendine has bir kişiliği vardı. İnsanlar kütüphanede Dewey’in varlığını fark ettiklerinde şaşırdılar, onu yadırgadılar. Ama dediğim gibi Dewey o kadar farklı bir kediydi ki onu sevmekten başka çareleri yoktu” diyor ve ekliyor: “Dewey’in maceraları filme çekilirse benim rolümü kim oynar bilemiyorum, ‘Meryl Streep ya da Helen Hunt olabilir ‘diyorlar. Bunun benim için hiçbir önemi yok. Esas önemli olan Dewey’i oynayabilecek bir kedi bulup bulamayacakları.”
Dewey hayatı boyunca kütüphaneden hiç çıkmamış. Rivayetlere göre kütüphaneden kitap ödünç alanlar kitap alır gibi onu da evlerine götürüp bir-iki gün misafir etmek istemişler ama o, kitap raflarındaki rahatı başka bir yerde bulamayacağını düşündüğünden olsa gerek kimsenin evinde kalmamış.
Myron bu konuda “Dewey raflarda uyumayı severdi. Özellikle western kitaplarının üzerinde mışıl mışıl uyurdu” diyor.

2006’da öldüğünde ölüm haberi 250 gazetede çıktı
Myron’un kitabında özel hayatından ve Spencer’daki sosyal yaşamdan da bahsediliyor. Hatta Myron, alkolik kocasından boşanıp çocuğunu tek başına yetiştirmek için verdiği savaşı da Dewey’in kahramanı olduğu öykülerle anlatmayı tercih etmiş. Yani Myron, kitabın yıldızının hep Dewey olmasına özellikle dikkat etmiş.
Dewey 2006 yılında midesindeki ur yüzünden öldüğünde ölüm haberi yaklaşık 250 gazetede çıkmış. Dewey’in mezarı kütüphanenin giriş kapısının tam sağında. Mezar taşında ise “Ünlü kedi Dewey’in anısına: Daha fazla kitap okuyun” yazıyor.
Kütüphanenin kitap iade kutusu Dewey’in ölümünden beri pek boş kalmamış. Kutuya bir sürü yavru kedi bırakılmış ama kütüphane yönetimi kararsız: “Dewey çok özel bir kediydi, onun yerinin doldurulması bizim için imkansız. Bu nedenle kütüphaneye başka bir kedi almayı şimdilik düşünmüyoruz.”

“Yüksek raflara tırmanıp üstteki kitapları tırmalayarak düşürürdü”
Kendisiyle ilgilenen insanların kucaklarına çıkıp mırlayarak stres seviyelerini minimuma indirmek.
Her sabah 09.00’da kütüphane girişine oturup gelenleri selamlamak.
Kütüphaneye gelen her kutunun üzerine çıkıp hem güvenlik hem de rahatlık açısından test etmek.
Yüksek raflara tırmanıp üstteki kitapları tırmalayarak düşürmek. Özellikle de kütüphaneciler en üstteki o kitaba ulaşmaya çalışırken...
Spencer Kütüphanesi’nin halkla ilişkilerini ve tanıtımını yapmak. Buna her daim güzel ve temiz olmak, kütüphaneye
gelen insanlara gülümsemek, kameralara poz vermek ve tatlı tatlı miyavlamak da dahil.

Kaynak: http://www.milliyet.com.tr/Pazar/HaberDetay.aspx?ArticleID=1007841&Date=26.10.2008&Kategori=pazar&KategoriID=26&aType=HaberDetay&b=Kutuphanede+yasayan+kedi+Deweyin+kitab

14 Şubat 2014 Cuma

14 Şubat 2014 Dünya Öykü Günü Bildirisi


14 Şubat Dünya Öykü Günü Kutlu Olsun...

Bu yıl Ankara Öykü Günleri'nin onur konuğu Necati Tosuner.

Tosuner'in okuyacağı öykü günü bildirisi:

İyi ki öykü yazmak var!

Nedir öykü?..

İnsanı doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilendiren bir durumun yaşanabilir oluşunu veren, o durumun çekirdeğini, ayrıntısını belirlemeyi ve gerçeklik gerilimini ve duygu yükünü vurgulamayı amaçlamış, kendi başına bağımlı, bir düzyazı türü, bir aktarım aracıdır öykü.

***

Çocukken, bir toprak testim vardı. İbiğinden üfleyince öterdi. Kuş sesi çıkartırdı bardağa su doldururken. Testinin o yuvarlaklığının sırtıma benzediğini daha biliyor değildim. Daha birçok şeyi biliyor değildim. Sonraları, her şeyi biraz erkence öğrenmek zorunda kalmış olmak, beni yazar olmaya yöneltti.

Böyle kendini yazmak, acı çekmek de olsa kalemi kendine batırmak, o içtenlik, inadına gerçeğin üstüne üstüne varmak, bana çok yardım etti.

Yaşamak konusunda da…

***

Bu yüzden, benim için -çoğunlukla- bir dert yanma işi olmuştur öykü yazmak.

Söylenecek bir şey taşımak, söylemeden edemeyiş, söylemiş olmak.. sonra da, söylemeye alışmış olmaktır. Karşımda biri var, -okuyucu. Artık, ona ne söyleyeceğim, söyleyip söylemeyeceğim değildir sorun. Nasıl söyleyeceğimdir. Nasıl söylersem, anlatmak istediğimi gereğince aktarmış olurum?..

Okuyana, anlatılan durumla ilgili hiç değilse bir donatım kazandırabilmektir dileğim. Gerçek, elektrik akımından güçlüdür çarparsa. Duygulanabilmek de çok insanca bir tavırdır. Okuyanda bunu sağlamanın üstesinden gelebilsem, o da bana niçin bir “sağol” çakmasın?.. Sanki bu da bana niçin yetmesin?..

***

Bu anlatma isteğinin bir kaçınılmaz sonucu olarak, öykülerimin bazılarında, belirli bir olay ve ona karşı bir tavır söz konusudur. Çünkü, yaşanılmıştır ve ille de anlatılması gereklidir.

Bir de bazı öyküler vardır, küçük bir duygulanımdan yola çıkar, alır seni götürür. Bir olay ağırlığı taşımıyordur. “Öykü zamanı” neredeyse “bir an”a indirgenmiştir.

Enseye tokat atıp kaçar.

Yazarlığımı birinci tür öykülere borçlu olduğum kesin. Ama ikinci tür öyküleri yazınca daha mutlu olurum.

Evet, kimse bavulunun üstüne başkasının adını yazmaz.

Yazarlık da ne getireceği belli olmayan uzun bir yolculuktur.

Demek ki, dünyanın ekseninin öyle biraz eğri olmasına çok şey borçluyuz…

Yaşadığınız öyküler dilerim güzel bitsin!

Necati Tosuner
14 Şubat 2014 Dünya Öykü Günü Bildirisi