15 Ocak 2014 Çarşamba

DÜNYAYI DEĞİŞTİREN KADINLARDAN ROSA LUXEMBURG



DÜNYAYI DEĞİŞTİREN KADINLARDAN
ROSA LUXEMBURG (05/03/1871-15/01/1919)
Polonya doğumlu Alman marksist politika teorisyeni, filozof ve devrimci.
"Burjuva toplumu tecavüz eden, alçak, kanla beslenen, pisliğe bulanmış bir toplumdur. Bu çılgınlık, Alman, Fransız, Rus ve İngiliz işçileri uykularından uyanıp birbirlerinin ellerini tutarak savaş çığırtkanlarının hayvani çığlıklarını ve kapitalist kan emicilerin boğuk seslerini, 'Bütün dünyanın işçileri, birleşin!' çığlığı ile boğmadıkları sürece durmayacak"
20. yy.ın en büyük devrimci kadınlarından, Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin (SPD) sol kanadının önderi Rosa Luxsemburg, 1871'de Çarlık Rusya'sının işgali altında bulunan Polonya'da doğdu. 15 yaşında aktif politikanın içine girdi ve sosyalistlerle ilişki kurdu. Çarlık rejiminin baskısı sonucu 1889'da İsviçre'ye kaçtı ve Zürih Üniversitesi'ne girdi; felsefe, tarih, matematik, botanik ve hukuk eğitimi aldı. Hayatında büyük etki bırakacak birçok sosyalist sürgünle tanıştı: Lenin, Plehanov ve uzun yıllar sevgili olarak kalacakları Jogiches bunlardan birkaçıdır.
İşçi sınıfının kurtuluş mücadelesine kendi adayan ve bu uğurda her şeyden vazgeçen Rosa, o yıllarda sosyalistler için çekim merkezi olan Almanya'ya yerleşti ve SPD'nin aktif bir üyesi oldu. Girdiği andan itibaren partiyi daha eylemci bir çizgiye çekmek için mücadele etti. Antimilliyetçi yaklaşımları, işçi örgütlenmesine ve sınıfın öncü rolüne olan vurgusu, mücadelenin başlıca vasıtası olarak kitle grevini görmesi, eylem içindeki kitlelerin kendi deneyimlerinden ders çıkarmalarına olan inancı ile ilgili fikirleri tüm Avrupa'da yankı uyandırmakta, genç kadının yazdığı makaleler büyük ilgi görmekteydi. Rosa, kendisini hayalcilikle suçlayan ünlü teorisyenler Kautsky ve Bernstein'a kafa tutuyor, her türlü eylemlilikten kaçan SDP yönetimini revizyonistlikle suçluyordu.
1904-1906 yılları arasında üç kez hapse girdi ve tüm olumsuzluklara rağmen mücadelesine yılmadan devam etti. Yakın arkadaşı olan Clara Zetkin'le birlikte 1905 Rusya işçi ayaklanmalarını selamlamak için gösteriler örgütlediler. Birinci Dünya Savaşı'ndan hemen önce, 1911 yılında, ilk Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlandı.
SPD'nin desteği ile Almanya savaşa sokuldu. Kadınlar, savaşın en çok ezilen tarafı olmanın bilinciyle mücadeleye atıldılar. Savaş yıllarında kadınlar hem savaşa giden erkeklerin yerine işe alınıp yoğun bir şekilde sömürülmekte hem savaşın faturasını ödemekte hem de savaş alanlarında cinsel sömürüye maruz kalmaktaydılar. Mart 1915'de, Clara Zetkin ve Rosa, savaşa karşı "Uluslararası Kadın Konferansını" düzenlediler.
Rosa'nın SPD'den ayrıldıktan sonra arkadaşlarıyla kurduğu Spartaküs Birliği,Kasım 1918'de ayaklanma kararı aldı; ama Alman ordusu ayaklanmayı kanlı bir şekilde bastırdı. Alman egemen sınıfının hedef tahtasında olan Rosa ve arkadaşı Karl Liebknecht tutuklandılar. Cezaevine götürülürken askerler tarafından dövülerek , şakaklarına sıkılan kurşunlarla katledildiler. Cesedi üç ay sonra bir kanalda bulunan Rosa, ölümünden önceki son yazısında şöyle haykırıyordu:
"Berlin'de düzen hüküm sürüyor. Sizi budala çakallar! Sizin 'düzen'iniz kumdan inşa edilmiştir. Yarın devrim bir kere daha ayağa kalkacak ve trompet sesleriyle haykıracaktır: Buradaydım, buradayım, hep burada olacağım

3 Ocak 2014 Cuma

TARİHTEN BİR YAPRAK

Bugüne iki ileti

Bruno Taut, ünlü bir Alman mimar. (1880 Königsberg- 1938 İstanbul)
Ülkesinde, yazmış, çizmiş, yapmış, çağdaş mimarlığın önünü açmış, önemli yapıtlar vermiş,.. Bütün ülkelerde ünlenmiş… İçtenlikle inanmış bir sosyalist… Nazilerin 1933 de yönetimi ele geçirmesinden sonra, ülkesinde soluk alamaz  duruma gelmiş. Önce Japonlar çağırmışlar ülkelerine, 1933 de.
3 yıl kalmış orada, Japonya’ da…  Sonra da 1936 da biz çağırmışız.

Bruno Taut, Türkiye’de kaldığı kısacık süre içinde, neredeyse bir yaşama sığacak yapıtlar vermiş. Onu size güncemin bu köşesinin dışında da anlatmak istiyorum.

Eskişehir’deki Anadolu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, onu anlatmam için çağırdı beni.
24 Aralık onun ölümünün 75. yıl dönümüydü…

Eskişehir yolu Bozüyük’ten geçer biliyorsunuz. Bozüyük’ten her geçişimde olduğu gibi, Gazeteci- Yazar Müşerref Hekimoğlu’nu, onun anlattığı bir olayı anımsadım:

Müşerref Hekimoğlu’nun, yanlış anımsamıyorsam babası, Bozüyük’te doktordur. Bir atlı arabası vardır. Onunla gider gelir sayrılara, sağlık dağıtır. Atının yanında, doktorun köpeği koşar hep. Bu böyle yıllarca sürer… Atla köpeğin dostluğu herkesi duygulandırır.

Gel zaman, git zaman yaşlanan at satılır. Sanıyorum Denizli’nin Çal ilçesine… Yüzlerce km. uzağa… Alıcılar gelirler kamyona ya da arabaya yükleyip alıp götürürler. Ertesi gün bakarlar ki köpek de yok ortalıkta…
Altı ay sonra Çal’dan bilgi alırlar: Köpek aylar sonra, güçsüz, neredeyse sürünerek atın yanına ulaşır onun ayakları dibinde can verir.

Bunları düşüne düşüne vardım Eskişehir’e…

Bugüne bir ileti verir mi atla köpeğin dostluğu?


Eskişehir’de Bruno Taut’un bana etkilerini anlattım.

Dedim ya Taut, çok kısa süre için Türkiye’deydi.
Sayrıydı… (Nefes darlığı vardı). Sayrılığı da onu gece gündüz, daha doğrusu günlerce uykusuz çalışmaktan alıkoyamadı. İnsan gücünün üstünde çalıştı… Okul yapıları yaptı.
Ona verilen son ödev Atatürk için bir katafalk yapmaktı. TBMM önüne kurulacaktı katafalk. İnsanlar önünden geçeceklerdi...
Süre çok kısaydı…
Kendisine sorulduğunda, bu onurlu görev için elinden geleni yapacağını söyledi.
Yaptı da… Yalın, alçakgönüllü, çok anlamlı bir iş oldu. Tepelere ölçü dışı cami yaptırmakta olanlara bir ileti gibiydi yıllar öncesinden…

Sordular kendisine, “Ödenemez bir iş yaptınız. Size borcumuz nedir?”

Yanıtı ilginçti: “Hiç! Bu onur bana yeter.!”

Üstüne çok gelinince,

“Bir teşekkür mektubu yeter.” dedi.

10 Kasım’ dan çok kısa süre sonra Taut öldü, 24 Aralık’ta…
Son isteğine uyularak İstanbul’a gömüldü.
Yayınlanma tarihi: 2013-12-30 00:29:20
http://www.evrensel.net/kose-yazisi/70187/bugune-iki-ileti.html#.UsaDF9IW2Ft