“CUMHURİYET BAYRAMI NEDİR?
Bunu, bize en iyi özetleyen kişi, Cumhuriyet'in ölümsüz kurucusudur.
Mustafa Kemal, Türkiye'yi yüzyıllardan beri iki büyük kahredici gücün, iki büyük lanetleme gücünün ezdiğini haykırdığı gün, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gönderesine ilk Cumhuriyet bayrağını çekmişti.
Bu iki kahredici, lânetleme, baş belâsı güç neydi?
Mustafa Kemal'e göre birisi Emperyalizm, öteki Saltanat'tı.
Emperyalizm neydi?
Batıda, serbest rekabetçi tasını tarağını toparlamış ve iç çatışmalarını, dünya ölçüsünde kangrenleştirmiş olan, tekelci kapitalizmdi.
Saltanat neydi?
Kadim tefeci-bezirgân sermayenin her türlü gelişimi taşlaştırıp dondurakoymuş olan derebeylik biçimiydi.
Bu iki güç birbirileriyle domuz topu olmuştu. Emperyalizmin yeryüzündeki egemenliğini sağlayan yerli avadanlık, geri ve sömürge ülkelerde emperyalizmin teslim aldığı irili ufaklı saltanatlardı.
1919 yılı, yalın savaş kılıcıyla, Kadim Çağ derebeyliği olan emperyalizmin yüzde yüz emrine geçirilmişti. Onun için, Anadolu içlerinde, gâvura karşı kıpırdayan başkaldırma karşısında, ilkin sözde Müslüman olan saltanatı buldu. Emperyalizmin papaz fru’ları, Saltanatın Molla Necmettin’lerini parayla tuttular. Ve Anadolu topraklarına sarıklı-cübbeli kılıklarla, casus ve baltalayıcı olarak gönderdiler. Ege Cephesi’nde Milli Kurtuluş Cephesi’nin ilk kurşunu, Yunanlı’dan önce, sözde mütegallibe hacıağalarına karşı sıkılmak zorunda kalındı.
Cumhuriyet çağına dek Türkiye’de kurtuluş yolları çok arandı ve denendi. Dizginler Saltanatın elinde kaldığı sürece debelene debelene batıldı. Ya Lâle Devri gibi, halkın Saltanat'a düşmanlığıyla devrilen, bir sefahat sofrası kuruldu, ya Tanzimat gibi emperyalizme şirin görünme muskası takınılarak Abdülhamit istibdadına karıldı. Ya da Meşrutiyet’te olduğu gibi Saltanat'ın da altı üstüne getirilip, sömürgeleşme uçurumuna yuvarlanıldı. O «kâr’ı kadim» Saltanat kazanı, emperyalizmin ateşi üstünde kızdırıldıkça, içindeki Türk Milleti diri kaynatılmaktan kurtulamazdı.
Cumhuriyet, Saltanat kazanını devirip, emperyalizmin ateşini Türkiye'de söndürdüğü için bir Milli Kurtuluş yarattı.
Cumhuriyet emperyalizme, yani Cihan finans Kapitalizmine ve Saltanat’a, yani Osmanlı tefeci -bezirgânlığına karşı savaşarak doğdu.
Türkiye'de Cumhuriyet'in anlamını yücelten ve kutsallaştıran, Mustafa Kemal'in hiç hayale kapılmaksızın pek açık belirttiği, o her iki irtica cephesinde, her iki gericilik cephesinde başardığı savaştır.
45 yıldır Türkiye'de neler olup bitti?
Her canlı ya da cansız varlık gibi, toplumumuz da zamanla bir sıra değişikliklere uğradı. Ana çizgisiyle, yani ekonomik temel ve sosyal sınıf yapısı bakımından geçirdiğimiz değişikliklerin anlamı ve yönü ne oldu?
Soruya duruca karşılık bulmak için kendi kendimize bir daha sorabiliriz: Türkiye’de Cumhuriyet, Mustafa Kemal'in ilk olarak gördüğü ve gösterdiği hedefe vardı mı? Daha kabaca söyleyelim: Türkiye’de, Saltanatı kökünden devirip, emperyalizmi kökünden kazıdı mı?
Bu sorulara yuvarlacık bir EVET, yahut HAYIR ile karşılık verecek kadar bozuk metafizik veya skolastik bir düşünce ve davranış olamaz. Cumhuriyetimiz’in gerçekliğinde yatan diyalektik büsbütün beklenmedik, şaşırtıcı gelişmeler gösterdi:
1- SALTANAT'ın tepesi Padişahlık ve Hilâfetti. Saltanatın tabanı derebeyleşmiş tefeci–bezirgânlıktı. Cumhuriyet, tepedeki padişahlığı ve hilâfeti kaldırdı. Tabandaki kadim tefeci-bezirgân hacıağalık ne oldu?
Vaktiyle “irtica” denilen gericilik isyanlara, suikastlara giriştikçe ezildi. Kabuğuna çekildikçe rahat bırakıldı, hattâ ayrıcalandı. Yalnız ara sıra tefeciliğe karşı resmi savaşlar açıldı. Yüzde ondan “aşırı” faizler kanunla yasaklandı.
Oysa, politikanın etkileyemediği kanunlar vardı. Türkiye ekonomisinde kadim tefeci-bezirgân sermayenin kökünü ancak genlikli (prosper: Müreffeh) ve hızlı bir modern sanayileşme kazıyabilirdi. Geniş üretim alanımız, toprakta küçük ekici, sanayide esnaf eliyle yürütüldükçe kaçınılmaz sonuç belliydi. En ufak teşkilatına göz yumulmayan, her kımıldanışı “ağa” ağırlığıyla ile boğulan, binbir devlet vergisi ve banka mükellefiyetleri altında her gün biraz daha ezilen KÜÇÜK ÜRETMENLER tefeci-bezirgân torbasında kekliktiler.
O yüzden en iyi niyetli olsun veya olmasın, bütün resmi yasaklar ister istemez kitapta kaldı. Hayatta kadim tefeci-bezirgân ilişkileri, şehir bankalarından güç alarak bütün hınçları ve uğursuzluklarıyla işlediler. Eski “saltanatlarını” (yeni egemenliklerini) yürüttüler ve git gide büyülttüler.
2- EMPERYALİZM'in tepesi -o günler- Yunan Kıralı ile Türk Padişahı’nın gölgelerine çöreklenmiş: İngiliz, Fransız, Amerikan, İtalyan ve ilh... emperyalist silâhlı güçleriydi. Emperyalizmin Türkiye içindeki tabanı: yabancı komprador sermaye, yâni bankalar ve şirketlerle onların acenteleriydi.
Mehmetçik, Yunan Ordusu’nu baskına uğratınca Yunan Kıralı’nı, maymun ısırdı, Türk Padişahı’nın kavuğu devrildi. Emperyalist silahlı güçler paratonersiz kaldılar. Ana yurtlarındaki grevlerde, halk hareketlerinde Sovyet İhtilali’ni bastırmaya vakit bulamayan emperyalizmin silâhlı güçlerini de şeytan aldı götürdü.
Tabandaki modern yabancı şirketlerle acenteler ne oldular?
Düyunu Umumiye alacaklıları “Şark isyanlarını” ve şirketler “Gazi’ye suikastları” kışkırttıkça, yerli–yabancı firmalar devletleştirildi. Çoğunluğu Rum, Ermeni, Yahudi olan komprador burjuvazi “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyalarıyla sindirildi. Sermayeci tıkırına baktıkça okşanmaktan da öteye şımartıldı ve varsa yoksa biricik devlet gözdesi yapıldı.
Bunun üzerine pek imrendiğimiz özel sermaye külahları silâhları değiştirip yerli milli şirketler kılığında “adanmış toprağına” kavuştu. Uluslararası finans kapital bütünlüğü içinde bir öz ve özel parça oldu, Türkler “Medenî Kıyafet” takınıp “Avrupalılaştılar”. Batılı kodaman turistler ve vaktiyle Türk'e tepeden bakan kompradorlar da “Türkleştiler”.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki “Cemiyeti Akvam” (Uluslar Derneği) adını alan kozmopolitlik eğilimi, İkinci Dünya Savaşı'ndaki «Birleşmiş Milletler» biçimine doğru gelmişti. NATO, CENTO, Pentagon kemerlerini can kurtaran simitleri gibi kuşandık.
Cumhuriyet’in başlıca “hikmeti vücudu”: Birincisi, Saltanatı (Türkçe’si: DOĞU GERİCİLİĞİNİ); İkincisi Emperyalizmi (Türkçe’si: BATI GERİCİLİĞİNİ) yok etmekti. 1919-29 arası Türkiye'de, kadim doğu gericiliğinin kavuğu olan saltanat devrildi. O kavuğun örttüğü asıl doğu gericiliğinin başı: tefeci-bezirgânlık dımdızlak parladı kaldı. O yüzden eski “irtica”, yeni, “gericilik”: budanmış ağaç gibi, her zamankinden daha zor kötekli ve daha gürbüz olarak, dört bucağımıza dal budak saldı.
1919-29 arası, Türkiye'de modern batı gericiliğinin şapkası olan emperyalizm, silâhlı kuvvet biçimiyle önce kapıdan kovuldu. O şapkayı taşıyan eskimiş ve tutar yeri kalmamış komprador burjuvazi saf dışı edildi Emperyalizm şapkasını yerli millî şirketler başlarına geçirdiler. Kapıdan kovulan yabancı sermaye: “Batıcı Demokrasi” ve “dış yardım” adı verilen Truva’nın Atı’yla yurdumuza bacadan girdi. Bir de baktık, 1923 yılı finans kapital şeytanının alıp götürdüğü yabancı silâhlı güçleri, aynı şeytan satamayıp geri getirdi. Ve yüzlerce üs'te yuvalandırdı.
O nedenlerle, kırk yıllık ara geçmeden: Birinci Kuvayı Milliyecilik’ten sonra bir İkinci Kuvayı Milliyecilik gerekti.
1919-29 yılları Birinci Milli Demokratik Devrim sosyal bir kümeye: “komprador burjuvaziye” karşı gerçekleşti. Ancak, kompradorların yerine, Türkiye’de, genlikli ve ilerici bir sanayi burjuvazisi geçemedi. “Eşsiz-Örneksiz” Devletçiliğimiz sayesinde: tebdil gezen en eski kompradorlar, en kodaman, kadîm tefeci- bezirgânlar ve en kodaman büyük toprak emlâk ağaları bankalar kubbesi altında harman edildi; hepsinden, son sistem “her mahallede bir milyoner” parolalı yerli millî FİNANS KAPİTAL OLİGARŞİSİ yaratıldı.
1959-69 yılları İkinci Milli Demokratik Devrim, 27 Mayıs’ın ışığı altında çimçiğ aydınlandı.
Burada, nükleer başlıklı Amerikan üslerine sırtlarını dayamış bulunan finans kapital oligarşisi, Mustafa Kemal'in «EMPERYALİZM» dediği BATI GERİCİLİĞİ'dir.
Burada köylerimizi inlete inlete sömürdükçe biti kanlanan tefeci hacıağalık, Mustafa Kemal'in «SALTANAT» dediği DOĞU GERİCİLİĞİ’dir.
Her iki gericilik de, 48 yıl önce Kuvayı Milliyeci atalarımızın savaş açtıkları aynı iki başlı ejderhanın bugünkü gelişimidir, iki kahredici, iki lânet olası büyük baş belâmızdır.
Birinci Kuvayı Milliyecilik: SİLÂHLI, askercil, sıcak savaştı. Bu savaşın bütün yokluklarına rağmen cephesi açıkça belirliydi. Stratejisi ve taktiği az çok genel kurallara göre basitti. Hedefi ise olağanüstü kolay anlaşılırdı.
İkinci Kuvayı Milliyecilik’te, cephe ne denli baş döndürücü, strateji ve taktik ne denli karmakarışık, hedef ne denli güç anlaşılır olursa olsun, Birinci Kuvayı Milliyeciliğin devrimci, kutsal Mustafa Kemal gelenekli CUMHURİYET BAYRAĞI başımızdadır.”
Dr. Hikmet KIVILCIMLI, 29 Ekim 1968
Bunu, bize en iyi özetleyen kişi, Cumhuriyet'in ölümsüz kurucusudur.
Mustafa Kemal, Türkiye'yi yüzyıllardan beri iki büyük kahredici gücün, iki büyük lanetleme gücünün ezdiğini haykırdığı gün, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gönderesine ilk Cumhuriyet bayrağını çekmişti.
Bu iki kahredici, lânetleme, baş belâsı güç neydi?
Mustafa Kemal'e göre birisi Emperyalizm, öteki Saltanat'tı.
Emperyalizm neydi?
Batıda, serbest rekabetçi tasını tarağını toparlamış ve iç çatışmalarını, dünya ölçüsünde kangrenleştirmiş olan, tekelci kapitalizmdi.
Saltanat neydi?
Kadim tefeci-bezirgân sermayenin her türlü gelişimi taşlaştırıp dondurakoymuş olan derebeylik biçimiydi.
Bu iki güç birbirileriyle domuz topu olmuştu. Emperyalizmin yeryüzündeki egemenliğini sağlayan yerli avadanlık, geri ve sömürge ülkelerde emperyalizmin teslim aldığı irili ufaklı saltanatlardı.
1919 yılı, yalın savaş kılıcıyla, Kadim Çağ derebeyliği olan emperyalizmin yüzde yüz emrine geçirilmişti. Onun için, Anadolu içlerinde, gâvura karşı kıpırdayan başkaldırma karşısında, ilkin sözde Müslüman olan saltanatı buldu. Emperyalizmin papaz fru’ları, Saltanatın Molla Necmettin’lerini parayla tuttular. Ve Anadolu topraklarına sarıklı-cübbeli kılıklarla, casus ve baltalayıcı olarak gönderdiler. Ege Cephesi’nde Milli Kurtuluş Cephesi’nin ilk kurşunu, Yunanlı’dan önce, sözde mütegallibe hacıağalarına karşı sıkılmak zorunda kalındı.
Cumhuriyet çağına dek Türkiye’de kurtuluş yolları çok arandı ve denendi. Dizginler Saltanatın elinde kaldığı sürece debelene debelene batıldı. Ya Lâle Devri gibi, halkın Saltanat'a düşmanlığıyla devrilen, bir sefahat sofrası kuruldu, ya Tanzimat gibi emperyalizme şirin görünme muskası takınılarak Abdülhamit istibdadına karıldı. Ya da Meşrutiyet’te olduğu gibi Saltanat'ın da altı üstüne getirilip, sömürgeleşme uçurumuna yuvarlanıldı. O «kâr’ı kadim» Saltanat kazanı, emperyalizmin ateşi üstünde kızdırıldıkça, içindeki Türk Milleti diri kaynatılmaktan kurtulamazdı.
Cumhuriyet, Saltanat kazanını devirip, emperyalizmin ateşini Türkiye'de söndürdüğü için bir Milli Kurtuluş yarattı.
Cumhuriyet emperyalizme, yani Cihan finans Kapitalizmine ve Saltanat’a, yani Osmanlı tefeci -bezirgânlığına karşı savaşarak doğdu.
Türkiye'de Cumhuriyet'in anlamını yücelten ve kutsallaştıran, Mustafa Kemal'in hiç hayale kapılmaksızın pek açık belirttiği, o her iki irtica cephesinde, her iki gericilik cephesinde başardığı savaştır.
45 yıldır Türkiye'de neler olup bitti?
Her canlı ya da cansız varlık gibi, toplumumuz da zamanla bir sıra değişikliklere uğradı. Ana çizgisiyle, yani ekonomik temel ve sosyal sınıf yapısı bakımından geçirdiğimiz değişikliklerin anlamı ve yönü ne oldu?
Soruya duruca karşılık bulmak için kendi kendimize bir daha sorabiliriz: Türkiye’de Cumhuriyet, Mustafa Kemal'in ilk olarak gördüğü ve gösterdiği hedefe vardı mı? Daha kabaca söyleyelim: Türkiye’de, Saltanatı kökünden devirip, emperyalizmi kökünden kazıdı mı?
Bu sorulara yuvarlacık bir EVET, yahut HAYIR ile karşılık verecek kadar bozuk metafizik veya skolastik bir düşünce ve davranış olamaz. Cumhuriyetimiz’in gerçekliğinde yatan diyalektik büsbütün beklenmedik, şaşırtıcı gelişmeler gösterdi:
1- SALTANAT'ın tepesi Padişahlık ve Hilâfetti. Saltanatın tabanı derebeyleşmiş tefeci–bezirgânlıktı. Cumhuriyet, tepedeki padişahlığı ve hilâfeti kaldırdı. Tabandaki kadim tefeci-bezirgân hacıağalık ne oldu?
Vaktiyle “irtica” denilen gericilik isyanlara, suikastlara giriştikçe ezildi. Kabuğuna çekildikçe rahat bırakıldı, hattâ ayrıcalandı. Yalnız ara sıra tefeciliğe karşı resmi savaşlar açıldı. Yüzde ondan “aşırı” faizler kanunla yasaklandı.
Oysa, politikanın etkileyemediği kanunlar vardı. Türkiye ekonomisinde kadim tefeci-bezirgân sermayenin kökünü ancak genlikli (prosper: Müreffeh) ve hızlı bir modern sanayileşme kazıyabilirdi. Geniş üretim alanımız, toprakta küçük ekici, sanayide esnaf eliyle yürütüldükçe kaçınılmaz sonuç belliydi. En ufak teşkilatına göz yumulmayan, her kımıldanışı “ağa” ağırlığıyla ile boğulan, binbir devlet vergisi ve banka mükellefiyetleri altında her gün biraz daha ezilen KÜÇÜK ÜRETMENLER tefeci-bezirgân torbasında kekliktiler.
O yüzden en iyi niyetli olsun veya olmasın, bütün resmi yasaklar ister istemez kitapta kaldı. Hayatta kadim tefeci-bezirgân ilişkileri, şehir bankalarından güç alarak bütün hınçları ve uğursuzluklarıyla işlediler. Eski “saltanatlarını” (yeni egemenliklerini) yürüttüler ve git gide büyülttüler.
2- EMPERYALİZM'in tepesi -o günler- Yunan Kıralı ile Türk Padişahı’nın gölgelerine çöreklenmiş: İngiliz, Fransız, Amerikan, İtalyan ve ilh... emperyalist silâhlı güçleriydi. Emperyalizmin Türkiye içindeki tabanı: yabancı komprador sermaye, yâni bankalar ve şirketlerle onların acenteleriydi.
Mehmetçik, Yunan Ordusu’nu baskına uğratınca Yunan Kıralı’nı, maymun ısırdı, Türk Padişahı’nın kavuğu devrildi. Emperyalist silahlı güçler paratonersiz kaldılar. Ana yurtlarındaki grevlerde, halk hareketlerinde Sovyet İhtilali’ni bastırmaya vakit bulamayan emperyalizmin silâhlı güçlerini de şeytan aldı götürdü.
Tabandaki modern yabancı şirketlerle acenteler ne oldular?
Düyunu Umumiye alacaklıları “Şark isyanlarını” ve şirketler “Gazi’ye suikastları” kışkırttıkça, yerli–yabancı firmalar devletleştirildi. Çoğunluğu Rum, Ermeni, Yahudi olan komprador burjuvazi “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyalarıyla sindirildi. Sermayeci tıkırına baktıkça okşanmaktan da öteye şımartıldı ve varsa yoksa biricik devlet gözdesi yapıldı.
Bunun üzerine pek imrendiğimiz özel sermaye külahları silâhları değiştirip yerli milli şirketler kılığında “adanmış toprağına” kavuştu. Uluslararası finans kapital bütünlüğü içinde bir öz ve özel parça oldu, Türkler “Medenî Kıyafet” takınıp “Avrupalılaştılar”. Batılı kodaman turistler ve vaktiyle Türk'e tepeden bakan kompradorlar da “Türkleştiler”.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki “Cemiyeti Akvam” (Uluslar Derneği) adını alan kozmopolitlik eğilimi, İkinci Dünya Savaşı'ndaki «Birleşmiş Milletler» biçimine doğru gelmişti. NATO, CENTO, Pentagon kemerlerini can kurtaran simitleri gibi kuşandık.
Cumhuriyet’in başlıca “hikmeti vücudu”: Birincisi, Saltanatı (Türkçe’si: DOĞU GERİCİLİĞİNİ); İkincisi Emperyalizmi (Türkçe’si: BATI GERİCİLİĞİNİ) yok etmekti. 1919-29 arası Türkiye'de, kadim doğu gericiliğinin kavuğu olan saltanat devrildi. O kavuğun örttüğü asıl doğu gericiliğinin başı: tefeci-bezirgânlık dımdızlak parladı kaldı. O yüzden eski “irtica”, yeni, “gericilik”: budanmış ağaç gibi, her zamankinden daha zor kötekli ve daha gürbüz olarak, dört bucağımıza dal budak saldı.
1919-29 arası, Türkiye'de modern batı gericiliğinin şapkası olan emperyalizm, silâhlı kuvvet biçimiyle önce kapıdan kovuldu. O şapkayı taşıyan eskimiş ve tutar yeri kalmamış komprador burjuvazi saf dışı edildi Emperyalizm şapkasını yerli millî şirketler başlarına geçirdiler. Kapıdan kovulan yabancı sermaye: “Batıcı Demokrasi” ve “dış yardım” adı verilen Truva’nın Atı’yla yurdumuza bacadan girdi. Bir de baktık, 1923 yılı finans kapital şeytanının alıp götürdüğü yabancı silâhlı güçleri, aynı şeytan satamayıp geri getirdi. Ve yüzlerce üs'te yuvalandırdı.
O nedenlerle, kırk yıllık ara geçmeden: Birinci Kuvayı Milliyecilik’ten sonra bir İkinci Kuvayı Milliyecilik gerekti.
1919-29 yılları Birinci Milli Demokratik Devrim sosyal bir kümeye: “komprador burjuvaziye” karşı gerçekleşti. Ancak, kompradorların yerine, Türkiye’de, genlikli ve ilerici bir sanayi burjuvazisi geçemedi. “Eşsiz-Örneksiz” Devletçiliğimiz sayesinde: tebdil gezen en eski kompradorlar, en kodaman, kadîm tefeci- bezirgânlar ve en kodaman büyük toprak emlâk ağaları bankalar kubbesi altında harman edildi; hepsinden, son sistem “her mahallede bir milyoner” parolalı yerli millî FİNANS KAPİTAL OLİGARŞİSİ yaratıldı.
1959-69 yılları İkinci Milli Demokratik Devrim, 27 Mayıs’ın ışığı altında çimçiğ aydınlandı.
Burada, nükleer başlıklı Amerikan üslerine sırtlarını dayamış bulunan finans kapital oligarşisi, Mustafa Kemal'in «EMPERYALİZM» dediği BATI GERİCİLİĞİ'dir.
Burada köylerimizi inlete inlete sömürdükçe biti kanlanan tefeci hacıağalık, Mustafa Kemal'in «SALTANAT» dediği DOĞU GERİCİLİĞİ’dir.
Her iki gericilik de, 48 yıl önce Kuvayı Milliyeci atalarımızın savaş açtıkları aynı iki başlı ejderhanın bugünkü gelişimidir, iki kahredici, iki lânet olası büyük baş belâmızdır.
Birinci Kuvayı Milliyecilik: SİLÂHLI, askercil, sıcak savaştı. Bu savaşın bütün yokluklarına rağmen cephesi açıkça belirliydi. Stratejisi ve taktiği az çok genel kurallara göre basitti. Hedefi ise olağanüstü kolay anlaşılırdı.
İkinci Kuvayı Milliyecilik’te, cephe ne denli baş döndürücü, strateji ve taktik ne denli karmakarışık, hedef ne denli güç anlaşılır olursa olsun, Birinci Kuvayı Milliyeciliğin devrimci, kutsal Mustafa Kemal gelenekli CUMHURİYET BAYRAĞI başımızdadır.”
Dr. Hikmet KIVILCIMLI, 29 Ekim 1968
Alper Akçam Notları