26 Temmuz 2013 Cuma

BİR GERÇEĞİN ANATOMİSİ…




BİR GERÇEĞİN ANATOMİSİ…

Adı; Arnold LUDWIG; ABD’li bir Psikiyatri Profesörü…
Hayatında Türkiye'ye hiç gelmemiş…
Bir kitap yazmış, kitabın adı; “KING of the MOUNTAIN”…
Kitapta bir bölüm var; "In one of the most comprehensive and insightful studies of political leadership ever undertaken." İsminden anlaşılacağı üzere dünyada ülke yönetmiş politikacılarla ilgili bir kitap…

20. yy’ da Dünya liderleri ile ilgili bir seri araştırmayı kapsıyor kitap… Dünyadaki liderler arasında 2000 (iki bin) kişiyi belli ama aynı ölçütlere göre değerlendirmiş…
Ülkeleri yönetmiş, Saddam’dan Kaddafi'ye, Mao'dan Roosevelt'e, De Gaulle'den Nehru'ya, Churchill'den Hitler'e, Mussolini'den Mandela'ya, Stalin'den Nasır'a ve Arafat'a hepsini incelemiş…

Kitap çalışması tam 18 yıl sürmüş…
Bu kapsamlı araştırma sonunda öne çıkan belli başlı 377 devlet adamını yukarıda ifade ettiğim gibi belli ölçütlere göre değerlendirmiş… Öne çıkan liderlerin hepsine aynı olmak üzere 200 kadar değişik kıstas uygulamış, bu kıstaslara göre, 1'den 31'e kadar değişken puanlar verip değerlendirmiş ve bir sıralama yapmıştır…

Uyguladığı testin tam adı, “Political Greatness Scale” (PGS) olarak tanımlamış.
Buna göre bir sıralama yapmış.
Örneğin; en çok Roosevelt ve Mao 30’ar puan almışken, Nehru 25, Churchill 22, Golda Meir 12, Fidel Castro 23, Lenin 28, Khomeini 23, Kennedy 15 puan almışlar.
Sadece tek bir lider; 31 puanla ilk sırayı almış…

Bu lider de "Visionary" sıfatıyla, 20. yy’ın gelmiş geçmiş en büyük devlet adamı unvanına layık görülmüş… Kim olabilir diye merak ettiniz haklı olarak; evet işte o lider devlet adamı, Mustafa Kemal ATATÜRK!..

En ilginç olan husus, yazılı ve görüntülü Türk basını bu haberi duyurmamış olması… Türk halkı, gurur duyduğu Atası hakkındaki bu güzel haberden mahrum bırakılmış… Dahası, yeni nesillerin bundan habersiz bırakılarak Atatürk’ün unutulacağını sanan gafil ve bedbahtların hala itibar görmüş olmalarıdır.
Hem seçilmişler hem de atanmışlar, bu gerçeğin farkında olmayışları hayret vericidir… Acaba onlar da farkında değiller mi?

Tekrar edelim kitabın adını: (King of the Mountain”, The nature of political leadership, by Arnold M. LUDWIG, University Press of Kentucky)

BİLGİ NOTU: Bu yazıya kaynak olarak Dr. Y. Alıcıgüzel tarafından iletilen haber esas alınarak konu işlenmiştir, bilginize…

R. Demir (20.7.2013)

14 Temmuz 2013 Pazar

Ağlama Smyrna

Ağlama Smyrna
Smyrna ve Efes adının ilk çağlarda,( Hititler döneminde), Ordu yöresinde yaşayan kadınlardan oluşan Amazon devleti kraliçelerinin adları olduğu söylenir. Yani Ordu yöresinden gelerek bu kentleri onlar kurmuşlar ve kendi adlarını vermişler. Örneğin Penthesileia da Amazon kraliçesidir. Troya Savaşı’nda Anadolu’nun birliği için, çift ağızlı baltasıyla savaş alanına bir hışım gibi dalar…
Ne var ki yarı tanrıça olan, bedenine ok işlemeyen Akhilleus’la saatlerce, kahramanca dövüşmesine karşın aldığı bir mızrak darbesiyle ölür ama bu yiğitçe soylu davranışıyla ölümsüzlüğe ulaşır. Afrodisyas’daki (Karacasu- Geyre köyü) müzeyi gezerseniz orada, olağanüstü bir güzelliğe sahip Anadolu’nun kurtuluşu için savaşırken aldığı mızrak ve kılıç darbeşiyle yaralanan, yaralanan sağ memesinin altı kırmızı boya ile gösterilen çok güzel bir Amazonlu Penthesileia heykeli görürsünüz. O denli güzel işlenmiştir ki mermer, damar damar; sevinci, üzüntüyü mermere nasıl nakşedildiğine şaşar kalırsınız. Aşkın ve sevginin, aşkla heykelleştirildiği bir yerdir orası…
Ağlama Smyrna Döneceğim de Gülseren Engin’in, Kurtuluş Savaşı öncesi Kösten Adası’nda balıkçılık yapan Bedros’un acılı yaşam öyküsünü anlatırken Anadolu’nun o günkü durumuna da bir ayna tutar. 13 Şubat 1914’te Kösten Adası’ndan başlayarak 14 Mayıs 1919’da İzmir’e Yunanalıların işgaline değin iç içe düğüm olmuş Anadolu gerçeğini anlatıyor.
Karısı Anna’yla sevişerek evlenen Bedros, boylu poslu, kumral kıvırcık saçlı, mavi gözlü, yakışıklı bir adamdır. Bu evlilikten iki erkek, bir de kız çocuğu olur. Erkek çocuklar büyüyünce baba mesleği balıkçılığı istemezler. Büyük oğlu Stavros okumak için İzmir’e gidip yerleşir. Diğer oğlu Yorgos ise bir fabrikada iş bulmak için Atina’ya gider.
Kösten Adası’nda balıkçılık yaparak yaşayan Bedros, karısı ve Smyrna (İzmir) adını koydukları güzeller güzeli kızlarıyla köyün biraz uzağında eski Pazar kalıntıları yakınındaki küçük koyda yaşamaktadırlar. Bir gün İngiliz savaş gemileri gelir adaya. Ahmet Çavuş’la arkadaş olan Bedros gördüklerini ve kuşkularını anlatır ona. Karaburun ve Foça’nın karşısında yer alan savaş gemileri İzmir işgaline hazırlanmaktadırlar.
Evleri bombalandıktan sonra Bedros, karısı Anna’ya “gidiyoruz” dedi. On üç  yaşında, sarışın, mavi gözlü, çok güzel kızı Smyrna’yı da alarak İzmir’e gideler. Smyrna’nın yaşam öyküsü gibi devam eden roman  tam bir Anadolu gerçeğine tuz basar. Anadolu’nun düşmanı Anadolu’da yaşayan halklar değildir. Anadolu’yu sömürmeye çalışan sömürgeci güçlerdir. Halklar arasına düşmanlık tohumları atarak, yıllardır ekmeğini, aşını, suyunu paylaşan bu sevecen insanların arasına ayrılık tohumları, kin ve nefreti atarlar. İşbirlikçileri aracılığıyla da bunun gelişip boy atmasını sağlarlar. Amaç bulanık suda balık avlamaktır.
Yurtsever Bedros ve eşi Anna ne denli dirense de kızları Smyrna’yı kirletip onunla evlenerek başka erkeklere satan Yunan ajanı Nikos tarafından öldürülürler. Biricik kızları Smyrna’yı da geneleve satar. Nikos, Türkleri katlettiği için Yunan komutanlarınca ödüllendirilir. Atina’ya giden oğlu Yorgos savaşta insanların ne denli acımasız olduklarını yaşayarak öğrenir ve savaş karşıtı olur. İzmir’de  yaşayan Stavros, kiliselerdeki propagandanın etkisinde kalarak Helen düşüncesinin  yönderi olur.
Aklıalmaz olaylar yaşayan Smyrna, Çakır Osman’a sevdalıdır ama çok az birlikte olurlar. Yurda giren düşmanlarla savaşan Çakır Osman, düşmanı yurttan atar atmaz Smyrna ile evlenecektir ama Smyrna bir kör kurşuna kurban gider. Maşatlık’ta çoban ateşleri yanmaya devam edecektir. 15 Mayıs’ta İzmir’e çıkan Yunanlılara ilk kurşunu Hasan Tahsin sıkacak, özgürlük meşalesini yakarken Yunan askerlerince katledilecektir. İkinci direniş Ödemiş’te olacak ama düşman ilerleyişi sürecektir. Aydın-Sultanhisar- Malgaç’ta Yörük Ali Efe ve 59 arkadaşının yaptığı baskında yunan karakolu yok edilecek ve halkımız moral bulacaktır.
Üç yıl üç ay süren şanlı bir direnişin sonunda 9 Eylül 1922’de Yunan askerleri çıktıkları yerde İzmir denizine dökülecektir. Anadolu gerçeğini ve üstünde oynanan oyunları doğru kavrayabilmek için Remzi Kitabevi’nce basılan “Ağlama Smyrna Döneceğim” Gülseren Engin’in kitabının okunmasının çok yararlı olacağını düşünüyorum.
Etem ORUÇ
10 Temmuz 2013

11 Temmuz 2013 Perşembe

NASIL BİR DÜNYA OKTAY AKBAL


'Nasıl Bir Dünya'
Böyle demiş Sait Faik bir öyküsünün sonunda.
Sık sık yaşıyorum ben de böyle durumları... Yazsam mı, yazmasam mı diye bir an durup...
Daktilo hemen başlıyor yazmaya! Beklemeden beni... Hızla, hemen, acele yetiştirmek istiyor... Millet okusun, uyansın, anlasın...
Yarım yüzyıl geçmiş! Gazetelerde çıkan ilk yazım haber almak üzerineydi. O günden beri hep aynı çizgide duruyorum. Haber almak, vermek, nedenini niçinini çözmeye kalkmak...
Yaşamın bir anlamı var mı?
Çok kez bu soruyu sormuşumdur kendime! Benim, senin, onun yaşamı ne getiriyor, ne kazandırıyor topluma. İnsanlara, bir eylem yaratıyor mu? Yoksa boş gevezelik mi? Hem seni hem başkalarını aldatarak...
Sait Faik yazmış; iş arıyor, bir gazete patronuna gidip konuşmaya kalkıyor... Merhaba der demez patron soruyor:
Sık sık yaşıyorum ben de böyle durumları... Yazsam mı, yazmasam mı diye bir an durup...
Daktilo hemen başlıyor yazmaya! Beklemeden beni... Hızla, hemen, acele yetiştirmek istiyor... Millet okusun, uyansın, anlasın...
Yarım yüzyıl geçmiş! Gazetelerde çıkan ilk yazım haber almak üzerineydi. O günden beri hep aynı çizgide duruyorum. Haber almak, vermek, nedenini niçinini çözmeye kalkmak...
Yaşamın bir anlamı var mı?
Çok kez bu soruyu sormuşumdur kendime! Benim, senin, onun yaşamı ne getiriyor, ne kazandırıyor topluma. İnsanlara, bir eylem yaratıyor mu? Yoksa boş gevezelik mi? Hem seni hem başkalarını aldatarak...
Sait Faik yazmış; iş arıyor, bir gazete patronuna gidip konuşmaya kalkıyor... Merhaba der demez patron soruyor: “Nasıl bir dünya arzuluyorsunuz?”
İşi kapmak, hiç değilse bir gazeteden geçimini sağlamak için... Ama patronun sorduğu soru önemli. Ne dese:“Nasıl bir dünya mı? Haksızlıkların olmadığı bir dünya... İnsanların hepsinin mesut olduğu, hiç olmazsa iş bulduğu, doyduğu bir dünya... Hırsızlıkların, başkalarının hakkına tecavüzlerin bol bol bulunmadığı. Pardon efendim! Bol bol bulunmadığı ne demek? Hiç bulunmadığı bir dünya...”
Gazeteciliği kolay geçim yolu kabul edenler öyle çoktur ki. Hele bu meslekte... Alın siz de piyasadaki gazeteleri ve yazar geçinenlerin yazdıklarını bir okuyun da görün? Haksızlıklara yeni haksızlıkların, hırsızlıklara yeni haksızlıkların eklendiği bir dünya. Sait Faik devam eder: “Sokaklarda sefillerin bulunmadığı bir dünya... Kafanın, kolun çalışabildiği zaman insanın muhakkak doyabildiği, eğlenebildiği bir dünya... İçinde iyi şeyler söylemeye, doğru söylemeye salahiyetler kıvranan adamın, korkmadan ve yanlış tefsir edilmeden bu bir şeyleri söyleyebildiği bir dünya...”
Sait Faik eli boş döner o patronun yanından. Yine avareliğinde özel yazılarında, haksızlıklarla, yalanlarla, aldatmacalarla bir şair, bir öykücü gücüyle savaşmayı sürdürecektir. O dünyada, bu dünyada. Doğrular, güzellikler ve iyilikler için düşmanlıklarla savaşmaya...
“Yazmasam deli olacaktım”...
11 Temmuz 2013 - Cumhuriyet

1 Temmuz 2013 Pazartesi

SİVASIN HER GÜN BATIMINDA.wmv





SON SÖZ YERİNE

Her biriniz birer andaç
adınızla anılacak bundan sonra
söz vermek için yazılan bu şiirler

Mayısta açan gül adınızla anılacak
alanlara çıkan ses, anımsatan özlem
yarım bırakılmış bir yaşamı

Zaman adınızla anılacak Temmuza vardığında
yerinden oynayan ana yüreği
kapının her çalınışında

Adınızla anılacak körün gözünden
perdeyi kaldıran o alev
utancın yüzü yanıp durdukça

Birer adım olacak her biriniz
biri bitse bile bir başka yürüyüş için
yeniden başladıkça bu yaralı semah

Kemal ÖZER (1935, İstanbul - 30 Haziran 2009, İstanbul)

Usta toplumcu şairi saygıyla anıyoruz.