Füsun Akatlı Olabilmek...
“Yakında görüşelim, Ahmet Cemal!”
Ne zaman olduğunu hatırlayamadığım son telefon görüşmemiz de bu dilekle noktalanmıştı. Bütün öncekiler gibi.
Hattın öteki ucundaki, bu dileğin sıradan bir “konuşma sonlandırması”olmadığını her harfte ayrı vurgulayarak karşı tarafa ileten toklukta ve inandırıcılıkta bir sesti.
Görüşmeyi gerçekten istediği konusunda tam anlamıyla inandırıcı,“Konuşulacak neler var!” cümlesinin müjdesini daha baştan veren bir ses.
Bütün öncekiler gibi. Füsun Akatlı ile son konuşmamız da böyle noktalanmıştı:
“Yakında görüşelim, Ahmet Cemal! Şu işler bir hafiflesin...”
İşlerden kastedilen, sıradan günlük işler değildi. Yaşamakla ve ölümle ilgiliydi. Hastalığının önemli bir dönüm noktasını daha geride bırakmıştı. “Şu işler”in bitmesiyle, o dönüm noktasının sarsıntılarını geride bırakmayı dile getiriyordu.
Olmadı. O konuşmanın ardından her şey hızlanarak gelişti. Ve bir gün geldi, ben kendime: “Füsun Akatlı’yı en son ne zaman ‘bir daha artık hiç göremedim?” diye sormaya başladım. Ve anladım ki, o günden sonra onu her düşündüğümde de artık aynı soru ile yaşamaya başlayacağım: Nasıl Füsun Akatlı olunur?
Ölümünden bu yana geçen iki yılda aklıma çok sık takılan, yaşadığımız iklimde ise neredeyse umarsız bir soru.
Hem insan olabilmek, hem kadın olabilmek, bu kadarı ile de yetinmeyip,“düşünen kadın”lığın kavgasını verebilmek - ve ardından, yani üstüne üstlük - bir de “felsefeci kadın” olabilmek.
Bu ülkede çok ender yetişen bir başka felsefe insanı, Prof. Dr. Nermi Uygur,“Felsefenin Çağrısı” başlıklı denemeler kitabındaki bir yazısında felsefe hocasının misyonunu “hayata felsefe sorusu yöneltebilen gençler yetiştirmek” diye tanımlar. Yani, hayatın hiçbir olgusu karşısında “Demek böyleymiş!” tavrıyla kollarını kavuşturup kalmayan, “Neden böyle?” ve “Başka türlüsü de olabilir mi?” sorularının rehberliğinden hiç kopmamayı asıl yaşamak sayan gençler yetiştirmek.
Füsun Akatlı, hep böyle yaptı. Bütün yazılarıyla, denemeleriyle, eleştirileriyle, konuşmalarıyla hayatı hem kendisi sorguladı hem de karşısındakilere - yaşadıklarına gerçek anlamda “hayat” demek istiyorlarsa eğer! - sorgulamaktan başka çıkar yol tanımadı.
Beni, bir zamanlar Tiyatro Bölümü Başkanlığı’nı yaptığı Yeditepe Üniversitesi’ne öğrencileriyle buluşturmak üzere davet ettiğinde ve ben konuşma öncesinde öğrencilere nelerden söz etmemin iyi olacağını düşündüğünü sorduğumda, şöyle demişti: “Bunun seçimini tamamen sana bırakıyorum, yeter ki onları sorularına vereceğin her yanıt ile daha başka soruların kapılarının çalınması gerekeceğine inandır!”
Füsun Akatlı da hep böyle yaptı. İster yazılı, ister sözlü olsun, bütün söylemlerinin harcına kendinden emin yanıtların güvencesinin yanı sıra, ufukta bekleyen yeni soruların tedirginliğini de kattı. Derin bir edebiyat kültürü temeli üzerine kaynağını doğrudan kendini sorgulamaktan kaynaklanan bir bilgeliği kullanarak inşa ettiği bütün, aslında hep insan olabilmenin öteki adı ve koşulu oldu.
“Bir daha artık hiç görüşemediğimizden” bu yana, böyle bir insana hem bir anne hem de bir dost olarak sahip olduğu için, açık söyleyeyim, sevgiliZeynep Altıok’u kıskanmayı sürdürüyorum...
6 Temmuz 2012 - Cumhuriyet