28 Kasım 2011 Pazartesi

HAYMATLOS KEMAL YALÇIN


 

 

Haymatlos

Dünya Bizim Vatanımız


Haymatlos- Dünya Bizim Vatanımız adlı kitabım, İş Bankası Kültür Yayınları tarafından, 10 Haziran 2011’de, İstanbul’da yayınlandı.
Bu kitabımda 1933-1945 yıllarında, Nazi rejiminden kaçarak Türkiye’ye sığınmış mülteci Almanların, bilim insanlarının yaşam öykülerini anlattım. Türkiye’ye sığınmış 1400 kadar mülteci Almandan çoğu artık yaşamıyor. Ben onlardan sadece Cornelius Bischoff’u 2009 yılında Hamburg’da bulabildim.
Cornelius Bischoff, henüz on bir yaşında iken, annesi ve kız kardeşi ile birlikte, 1939’da, korkunç kaçış yollarından geçerek Gestapo’nun elinden kurtulmuş, Paris, Marsilya üzerinden İstanbul’a ulaşabilmişti. Cornelius’un babası Eduard Bischoff dülgerdi, Sosyal Demokrat Partili (SPD) bir sendikacıydı, Nazilere karşı mücadelede yer almıştı. Halası Berta Kröger, Hamburg Parlamentosunda SPD milletvekili idi. Annesi Berta Abronoviç Bischoff ise, İstanbullu bir Yahudi idi. Bischoff ailesi toplama kampına gitmekten son anda kurtulmuştu.
Türkiye ile Almanya arasındaki diplomatik ilişkiler 2 Ağustos 1944’de kesildi. Daha sonra da Türkiye, Nazi Almanyasına karşı savaş ilan etti.
5 Ağustos 1944’de Türk Hükümeti, tüm Alman vatandaşlarının bir hafta içinde Türkiye’yi terketmesini istedi. Bu karar üzerine 672 Alman Türkiye’den ayrıldı. 626 Alman vatandaşı ise geri dönmeyi kabul etmedi ve böylece Alman vatandaşlık hakkını kaybederek Haymatlos durumuna düştüler. Türk Hükümeti, Türkiye’de kalan Almanlara “Haymatloz” kimliği verdi. “Haymatloz”lar, 23 Ağustos 1944 sabahı evlerinden toplanarak Ankara yakınlarındaki Çorum, Kırşehir, Yozgat şehirlerine enterne edildiler.
Cornelius Bischoff, annesi Berta, babası Eduard ve kız kardeşi Edith ile birlikte Çorum’a enterne edilmişti. Çorum’da 300 kadar Enterne Alman vardı.
Enterne Almanların şehir dışına çıkmaları, çalışmaları, siyasetle uğraşmaları yasaktı. Kızılay’ın deprem fonundan verilen 10 ya da 20 lira aylıkla yaşamak zorunda idiler. Haymatlos Enterne Almanlar 1944-1945 yıllarında, 18 ay kadar Çorum, Yozgat ve Kırşehir’de yaşamışlardı.
Çorum, Yozgat ve Kırşehir’de yaptığım araştırmalarda, Haymatlos Enterne Almanlardan kalan izleri, belgeleri en çok Çorum’da bulabildim.
Cornelius Bischoff, hayat hikayesini, Çorum’da ve İstanbul’da yaşadıklarını ayrıntılarıyla bana anlattı. Elindeki belgeleri, fotoğrafları, kaynakları verdi. Bu nedenle Haymatlos’ta esas olarak Cornelius Bischoff ve ailesinin hayat hikayesini işledim. Corenlius’un hayatında yer almış olan insanlara; özellikle Yaşar Kemal’e, Zülfü Livaneli’ye, Resam Orhan Peker’e geniş yer verdim. Ayrıca, Ankara’nın, Çankaya Köşkü’nün, TBMM Binasının başmimarı Prof. Clemens Holzmeister’in yaşam öyküsünü de anlattım.
Kitabın konusu ile bağlantılı olduğundan, Naziler tarafından 1933-1935 yıllarında işlerinden atılan, toplama kampına gönderilme tehlikesiyle yaşayan tiyatro ve opera yönetmeni Carl Ebert’e ve onun özel tercümanlığını yapan Yazar Sabahattin Ali’ye; büyük müzisyenler Paul Hindemith, Ernst Preatorius Prof. Eduard Zukmayer’e; SPD’li siyasetçi, şehir planlamacısı Prof. Ernst Reuter’e kitabımda yer verdim, yaşam öykülerini ve mücadelelerini anlattım.
Prof. Ernst Reuter, Ankara’da yaşamıştı. Alman Özgürlük Birliği adlı gizli bir örgütün kurucuları arasındaydı. 1946’da Berlin’e döndü ve Berlin’in ilk Belediye Başkanı seçildi. Ernst Reuter’in Türkiye’deki sürgün yıllarının öyküsü Haymatlos’ta genişçe yer alıyor.
1933-1945 döneminde 700 kadar Alman bilim insanı Türkiye’ye sığınmıştı. Türk Hükümeti, Nazilerin görevden attığı bilim insanlarından bir kısmına 1933 yılında kurulan Türkiye’nin ilk üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi’nde kurucu öğretim üyesi olarak görev verdi.
Birçok Alman bilim insanı Türkiye’ye sığınarak ölümden kurtulmuş, İstanbul ve Ankara üniversitesinde bilimsel çalışmalarını sürdürme olanağı bulmuştu. Alman bilim insanlarından en tanınmışı, Frankfurt-Main Üniversitesi’nden Yahudi olduğu için atılan hukukçu Ordinaryüs Prof.Dr. Ernst Eduard Hirsch idi; 1933-1953 yıllarında Türkiye’de kaldı, İstanbul Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültelerinin kurulup geliştirilmesine büyük emek verdi. Haymatlos’ta, Prof. Hirsch’in hayatına da geniş yer verdim.
Benim amacım, Cornelius Bischoff ve hayatta kalan diğer canlı tanıkların anlatımlarına dayanarak, Hitler faşizminden kaçarak Türkiye’ye sığınmış Almanların maceralı hayatlarını öyküleştirerek bugüne aktarabilmek; dostluk ve sevgiye dayanan insan ilişkilerini Alman ve Türk toplumunun belleğinde canlandırabilmek; özellikle bugünün Türkiye ve Almanya’sında yaşayan gençlere bu örnek davranışları gösterebilmek; aynı zamanda bu konu hakkında merak uyandırabilmektir.
İnsanlık, Nazi rejimi gibi barbarlıkları, ölüm kamplarını, gaz odalarını, insan yakma fırınlarını bir daha görmesin, yaşamasın!
Haymatlos, savaşlarla yakılıp yıkılmış,  kül olmuş bir hayatın yeniden yaratılmısının; insan sevgisinin, vefanın, dostluğun, kardeşliğin romanıdır.
Bu kitabımı,1933 sonrasında Türkiye’de yaşamış Haymatlos Almanlara, mülteci Alman bilim insanlarına ve onlara kucak açmış olan Çorum, Yozgat, Kırşehir’in asil ruhlu, yardımsever insanlarına sunuyorum.

Bochum, 10 Haziran 2011                               Kemal Yalçın

17 Kasım 2011 Perşembe

EİNSTEİN DİYOR Kİ:

Yıllar önce Einstein ile yapılan ve güncelliğini yitirmeyen bir sohbet. Söyleşinin aslına ulaşamadığım için soru ve cevapların Türkçeye çevirisini aynen sunuyorum. Bozkurt Güvenç

Dünya neden kaoslar silsilesi yaşıyor?

* Dünya, kötü kişiler ve kararlardan dolayı değil, olanları durup seyreden ve olanlara ses çıkarmayanlar yüzünden yaşıyor kaosları.

Dünya Nereye Gidiyor?

* 3. Dünya Savaşı, doğal kaynak eksikliğinden çıkacaktır. O savaşta hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum, ama 4. Dünya Savaşı’nda taş ve sopalar olacağını biliyorum.

Siz atomu keşfettiniz, Hiroşima ve Nagazaki’nin tepesinde atom bombası patlattılar. Ne düşünüyorsunuz?

* Her savaş insanlığın ilerlemesini engelleyen kötülük zincirine bir halka ekler. Ben atomu insanlığın yararı için keşfettim. Böyle olacağını bilseydim ayakkabı tamircisi olurdum.

Başarının formülü nedir?

* Formül A= X+Y+Z’dir. (A: Başarı, X: Çalışmak, Y: Çalıştığı konuyu oyun gibi görmek/sevmek, Z: Konuşmak yerine üretmek.)

Bilimin en son ulaşabileceği nokta ne olmalı?

* Dünya’da tek bir çocuk mutsuz olduğu sürece büyük icatlar ve ilerlemeler yoktur.

Ne zaman Dünya’nın sırrına ereceğiz?

* Bir kum tanesinin sırrını çözmeyi başarsaydık bütün Dünya’nın sırrını öğrenmiş olurduk.

Bir ülkenin geleceği neye bağlıdır?

* Ülke insanlarının geleceği eğitime bağlıdır. Egitimse, insanın okulda öğrendiği her şeyi unuttuğunda arta kalandır.

Dünya aptallarla dolu diyorsunuz. Aptalın tanımı nedir?

* Aynı şeyi defalarca yapıp farklı sonuç alacağını uman kişi. Aptallarla dolu bir dünya çekilemez; çünkü dehanın bir sınırı vardır, aptallığın asla.

Sizin zarif bir insan olmadığınızdan söz ediyorlar...

* Yüksek ruhlar her zaman sıradan akılların muhalefetiyle karşılaşır.

Eğer bilim adamı olarak gerçeği açıklamak istiyorsan, zarafeti terziye bırakmalısın. Diğer yandan şunu da söylemeliyim ki bu dünyada beni birkaç kişi anladı, onlar da yanlış anladı.

Tüm Dünya’ya tek bir mesaj vermek isteseniz, o mesaj ne olurdu?

* Yeryüzünde şartların düzelmesi, sadece bilimsel buluşlara değil, çok ahlaklı bir yaşama düzeninin gerçekleşmesine bağlıdır.

***

Yorum gerektirmeyen yalın bir dünya görüşü. Anlaşılmadığını bilen Einstein, çağların bilge kişilerini çağrıştıran alçakgönüllü mecazlarla, sanki günümüzün “siyasi doğruları”nı evrensel erdemlere tercih eden güçlü lider ve yöneticiler topluluğuna sesleniyor:

“Okyanus kıyısında çakıl taşlarıyla oynadığını” söyleyen Newton’un huzurunda, kum tanesinin sırrını bile çözemediğini kabul ederek;

“Beni bir kişi anlıyor o bile bazen anlamıyor” diye yakınan diyalektik filozofu Hegel’in tarihi ve dramatik yalnızlığını paylaşarak;

“Kültürü, okulda öğrendiklerimizi unuttuktan sonra geri kalan” olarak tanımlayan yazar André Maurois’yı onurlandırarak;

“Savaşa girmediği için kahraman milletimizin erkekliğini öldürmekle suçlanan barışçı İsmet İnönü’yü kendi ülkesine karşı savunarak;

“Toplumun yüzde 60’ı aptaldır ” diyen Aziz Nesin’in yanında, aptallık olgusunun kimsenin tekelinde olmadığını söyleyip bizi teselli ederek;

Küresel sorunların çözümünü bilime ve siyasete indirgeyen liderlere laf yerine üretimi ve ahlaklı bir yaşama düzenini hatırlatarak...

________

*Dr. Ferhan Erkey, Ruhi Görüşme."

Cumhuriyet. Bilim Teknik 11.11.2011

15 Kasım 2011 Salı

ESİN AFŞAR

Bir süredir yoğun bakımda olan ünlü sanatçı Esin Afşar Şişli Florence Nightingale Hastanesi‘nde hayatını kaybetti…

Esin AFŞAR
Türk halk müziğinin usta bestecilerinden olan ,Ankara Devlet Konservatuarı piyano bölümü mezunu olan Afşar, ünlü opera sanatçıları Leyla Gencer, Maria Callas gibi isimlere öğretmenlik yapan Madam Hidalgo, Madam Böhm gibi isimlerden ses ve şan dersleri alarak, çocuk yaşlarda yaşamına yön verdi.
1940′lı yıllarda piyanist olarak girdiği Devlet Tiyatrolarında, Muhsin Ertuğrul’un desteğiyle 12 yıl oyuncu olarak görev yaptı. Ankara Meydan Sahnesi’nde konuk oyuncu olarak çalışırken, tekrar müziğe yöneldi. Önceleri dönemin popüler müziği olan “aranjman” olarak nitelendirilen, Türkçe sözlü hafif müzik dalında çalışırken, Ruhi Su ile tanışarak çağdaş folk müziği türünde emek harcayarak bu akım üstünde söz sahibi oldu.
1969′da Diplomatik sanatçı tanımlamasıyla Macaristan’a konser için giden Esin Afşar, birçok ülkede ve yurt içinde çeşitli konserler verdi, ödüller kazandı. Çevirisini 1980 yılında yaptığı “Kırmızı Pabuçlar” dört yıl Ankara ve İstanbul Devlet Tiyatroları’nda ve TV’de oynadı.
Sanatçı, yazarlığını Bilgesu Erenus’un yaptığı tek kişilik tiyatro oyunu “Kelaynaklar” da oynadı. 1986 yılında ilk Uzunçalar (LP) eserini çıkardı. 18 Mayıs 1990′da Fransa – Audincourt’da ırkçılığa karşı düzenlenen festivalde Polonya’lı, İspanyol, İtalyan, Portekiz, Cezayir, Tunus’lu sanatçıların katıldığı festivalde bir konsere davet edildi. Annesinin ölümü üzerine yaşlılar için bir kampanya başlattı. Boğaziçi Üniversitesi’nde gençleri örgütledi. Kendi bestelerinden oluşan Yunus Emre kaseti çıktı.
Sivil Toplum Kuruluşlarında etkinliklere katılan Afşar, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Atatürkçü Düşünce Derneği Türkiye – Yunanistan Dostluk Derneği yönetim kurulu üyesi, Sokaktaki Çocukları ve Gençleri Koruma Derneği kurucu üyesi, Sigara İçmeyenler Derneği, Beyoğlu’nu Güzelleştirme Derneği ve Müzik Dostları Derneği yönetim kurulu üyesi olup, sanatçı Kerim Afşar’ın eski eşi, ünlü Türk bilim adamı Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun kızkardeşidir.
Eserleri
Albümler
Yunus Emre & Mevlana Şarkıları, 2002
Nazım Hikmet Şarkıları, 2000
Caz Yorumlarıyla Aşık Veysel, 1999
Pembe Uçurtma, 1998
Özlem, 1998
Atatürk, 1997
Esin Alaturka, 1995
Yunus Emre, 1991
Ruhi Su’ya Türkü, 1987
Dün ve Bugünün Türk Şiir ve Ezgileri, 1986
45′lik plaklar
Zühtü / Kaz
Hacer Hanım / Ben Olayım
Sanatçının Kaderi / O Pencere
Canı Sıkılan Adam / Yiğidin Öyküsü
Sandığımı Açamadım / Güneşe Giden Gemi
Dert Şarkısı / Niye Çattın Kaşlarını
Gel Dosta Gidelim / Sorma
Sivastopol / Küçük Kuşum
Diley Diley Yar / Yaprağı
Yağan Yağmur / Çatladı Dudaklarım Öpülmeyi Öpülmeyi
Kara Toprak / Yunus (Bana Seni gerek Seni)
Yoh Yoh / Bebek (Bir Masal Türküsü)
Allam Allam Seni Yar / Drama Köprüsü
Halalay Çocuk / Güzelliğin On Para Etmez
Gurbet Yorganı / Elif
Niksarın Fidanları / Aliyi Gördüm Aliyi
Allam Allam Seni Yar / Yoh Yoh

12 Kasım 2011 Cumartesi

DÜNYA PIRIL PIRILMIŞ... BANA NE!’ ÜLKÜ TAMER

DÜNYA PIRIL PIRILMIŞ... BANA NE!’

Orhan Kemal’den okuduğum ilk kitap Baba Evi olmuştu. 1950’lerin başlarında. Onu Avare Yıllar izledi. Bu iki kitap, yazarını “vazgeçemediklerim” arasına yerleştirdi hemen. Bugüne kadar da Orhan Kemal hep “benim yazarlarım” arasında yer aldı. Bereketli Topraklar Üzerinde’yle, Murtaza’yla, 72. Koğuş’la, Eskici ve Oğulları’yla. Elbette öyküleriyle.

Gösterişsiz, yalın edebiyatın doruklarında dolaşmıştır Orhan Kemal. Anlatacağını “oyun”lara, “numara”lara sığınmadan dosdoğru anlatmıştır. Gücünü, sıcaklığını “insan”dan almıştır. Edebiyat aracılığıyla insana ulaşmamış, insan aracılığıyla kendi edebiyatını yaratmıştır.

Orhan Kemal Çukurova’dan geliyordu. İşsizliği, açlığı, acıyı, sömürüyü görmüş, yaşamıştı. Kitaplarda okumamıştı bunları. Toplumsal gerçekçilik denen şeyden haberi bile yoktu belki. Yazarlık içgüdüsü gözlemciliğiyle birleşip yeteneğiyle de beslenince, kendini Gorki’lerin, Steinbeck’lerin çizgisinde buldu. Öykünmeyle değil, kendiliğinden oluveren bir şeydi bu.

***

Bu hafta Önemli Not kitabını yeniden okurken, Yeşilçam’a 150 kâğıda hikâye satmayı “başarınca” mutlu olan Orhan Kemal geldi aklıma. Kitap, Orhan Kemal’in tamamlanmamış yapıtlarıyla seçilmiş düzyazılarından oluşuyor.

Edebiyatımızın ölümsüz yapıtları arasında yer alan, bugüne kadar kim bilir kaç baskısı yapılan, tiyatroya uyarlanıp oyunu kapalı gişe oynanan 72. Koğuş’un yazılış öyküsü de var kitapta.

“1953-54 kışı. Vakit gece. Dışarıda sulusepken, kendini Haliç Feneri’nin ahşap evleriyle ıssız sokaklarına kaldırıp kaldırıp vuruyor. Tükürseniz donacak bir soğuk hâkim dünyaya. Karımla çocuklarım, her zamanki örtülerinin üzerine evde ne kadar battaniye, kilim varsa almış, birbirlerine sokularak çoktan uykuya geçmişler.”

Ayda kırk lira ev kirasını ödeyemeyen, cebinde tramvay parası, mangalında kömür olmayan, “Bir ara, kendini sigorta ettirip bir hususi’nin altına atmak, bu suretle sigortadan alınması mümkün parayı çocuklarına bırakmak gibi çılgınca fikirler”e kapılan Orhan Kemal, o gece gaz ocağında ısınmaya çalışarak 72. Koğuş’u yazar. Ertesi gün de...

“Öğleden sonra magazinlerden birine koşuyorum. İçim içime sığmamaktadır. Hemen kapacaklar. Hiç olmazsa küçük bir avansla eve döneceğim. Et, ekmek, bir şişe Marmara şarabı, kömür alıp o gece felekten bir gün çalacağım.”

Ama “Eserinizi okuyalım. Mümkünse bize yarın uğrayın” derler Orhan Kemal’e.

“Ne yapalım? Yarını beklemekten başka çare yok. Bekliyorum. Ertesi gün küçük avanstan o kadar eminim ki, su bardağında bilediğim paslı jiletimle şıpın işi bir tıraş, koşuyorum. Eserlerimi teslim ettiğim dergi sahibi yerine odacı çıkıyor karşıma: ‘Sanat müşavirimiz müstehcen buldu, müsveddelerinizi buyrun...’

“Elimde müsveddem, dolaşan ayaklarımla magazin idarehanesinden çıkıyorum. Kar dinmiş, güneş soğuğu kırmış. Dünya pırıl pırılmış. Bana ne? Bu pırıl pırıl, bu şıkır şıkır dünyadan o kadar uzağım ki. Alamadığım avanstan çok, yaptığım işin anlaşılamaması...

“Evden içeri ölü gibi giriyorum.”

“Ne karım, ne çocuklarımda tek laf. Kendimi sedire bir kalıp gibi bırakıyorum. Serde erkeklik olmasa ağlayacağım. Hem de katıla katıla...”

***

Önemli Not’u Orhan Kemal’i sevenlerin dikkatine sunuyorum. Kitabı da zaten sadece onların alacağını biliyorum. Günümüzün “in” yazarlarını okumaktan Bereketli Topraklar Üzerinde gibi bir başyapıta bile “vakit ayıramamış” kişiler bu yazılarla mı ilgilenecek!

ülkü tamer. selam olsun. Cumhuriyet 12.11.2011