24 Temmuz 2011 Pazar

24 TEMMUZ 1923 LOZAN Emre Kongar


Unuttuklarımız!

24 Temmuz 1923, Lozan:

Anadolu’da yeni bir devlet kuruldu…

Aradan seksen sekiz yıl geçti…

Bu devletin kuruluş koşullarını unuttuk!

1920’li yıllarda Anadolu’nun nüfusu 11-12 milyon kadar…

Yani bugünkü İstanbul’un nüfusundan daha az.

Bu nüfusun ancak yüzde onu okuma yazma biliyor…

Yaklaşık bir milyon kişi…

Onların da yarısı ancak adını yazabiliyor.

Nüfusun yarısına yakın bölümü hasta:

Trahom, verem, sıtma.

Tüm nüfus aslında uzun süren savaşların sonunda kılıç artığı:

Yorgun, bezgin, aç, hasta, genellikle kadın ve çocuklardan oluşuyor.

İşte yirminci yüzyılın en büyük siyasal ve kültürel mucizevi projesi böyle bir nüfusla gerçekleştiriliyor.

***

Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları büyük devletler tarafından cetvelle harita üzerinde çizilmedi:

Yüz binlerin kan ve gözyaşı ile yoğrulmuş savaşlar sonunda belirlendi.

Sadece İstanbul’u ve Anadolu’yu işgal eden galip devletlerin silahlı kuvvetlerine, İngiliz, Fransız, İtalyan ordularına karşı değil…

Batıdan çıkarma yapan taze kuvvet Yunanistan ordularına karşı…

Doğudan saldıran taze kuvvet Ermenistan ordularına karşı…

İçteki Halife taraftarlarının isyanlarına karşı…

İçteki Ermeni çetecilerin saldırılarına karşı…

Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, Anadolu halkının “ölümüne verdiği” bir mücadele ile çizildi bu sınırlar.

***

Çok kişinin aşırı milliyetçi, şovenist duygularını gıcıklayan bu gerçekler, yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni ırkçı, faşist bir diktatörlüğe yöneltmedi:

Tam tersine, yeni Cumhuriyet, ırk, din, dil, mezhep farkı gözetmeksiniz “Bu sınırları çizen, bu devleti kuran halka Türk halkı denir” anlayışıyla, siyasal bilince ve bireysel tercihe dayalı bir vatandaşlık kavramı üzerinde yükselen “Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” olmayı hedefledi.

Bugün bütün dünyaya, Batı’yla, Yunanistan ve Ermenistan’la dostluğumuzu geliştirmeye...

Türk vatandaşı olan tüm azınlıkları, başta Yahudi, Rum ve Ermeniler olmak üzere herkesi eşit yurttaşlar olarak bağrımıza basmaya çalışıyoruz.

***

Lozan, Birinci Dünya Savaşı sonrasında imzalananlar arasında devam eden tek barış antlaşmasıdır.

Türkiye Cumhuriyeti, Birinci Dünya Savaşı’ndan bugüne kadar varlığını, gelişerek sürdürmüştür.

Kadın-erkek, Türk-Kürt, Sünni-Alevi, iktidar-muhalefet, sivil-asker, zengin-yoksul, türbanlı-türbansız ayrımcılıkları ve çatışmalarıyla bu gelişmenin durdurulmasına izin vermeyelim.

Demokrasi ve insan haklarının, bütün bu farklılık ve çatışmaların panzehiri olduğunu unutmayalım.

Farklılıklarımızı koruyarak bir arada yaşamanın, gelişmenin nimetlerinden, bu toprakların güzelliklerinden eşit ve adil bir biçimde yararlanmanın yollarını bulalım.

Birbirimize, haksız ve adaletsiz bir biçimde, ayrımcı bir vicdanla bakmayalım.

Kinci ve intikamcı olmayalım.

İnsanları haksız ve adaletsiz muamelelere tabi tutmayalım; vicdanlarımızda veya adalet mekanizmasında yargısız infazlar yapmayalım!

Lozan’ın seksen sekizinci yıldönümü, içerdeki ve dışardaki tüm okurlarıma kutlu olsun!
 

4 Temmuz 2011 Pazartesi

AZİM VE İNAT ERDAL ATABEK


Erdal Atabek
Azim ve İnat Arasında Ne Fark Vardır?..

Üç yaşında bir çocuk, oyuncakçı dükkânında tepinmeye başladığı zaman anne baba birbirlerine bakarlar:

...“Gene başladı bizimki”.

Gene başlamıştır.

İlle de o istediği oyuncak alınacaktır.

İstediği oluncaya kadar tepinir, kendini yerlere atar.

Bizim kültürümüzde çaresiz kalınır, ele güne ayıp olmasın diye oyuncak alınır, çocuk susturulur.

Bir İngiliz annesi o oyuncağı almaz, çocuğun tepinmesini sadece seyreder ve bitmesini bekler.

Çocuk da üç yaşında her istediğinin olmayacağını öğrenir.

Çocuk eğitiminin en önemli aşamalarından birisi budur.

***

Azim, akıllı inattır.

İnat, akılsız azim.

Azim ile inat arasında üç belirgin fark vardır:

Azimde mantık öndedir, inatta öfke duygusu.

Azim sınırı bilir, inat sınır bilmez.

Azim durmasını bilir, inat durmasını bilmez.

***

İkinci Dünya Savaşı.

Adolf Hitler, gücünü artırdığı Almanya’yı dünya egemenliği hayaliyle savaşa soktuğu zaman ‘azimli’ sanılmıştı.

İngiliz Başbakanı Chamberlain, Versay Antlaşması değiştirilip bazı ödünler verilirse Hitler’in duracağını tahmin ederek bu ödünleri verdi.

Oysa Winston Churchill, Hitler’i daha iyi tanımış, ne yapmak istediğini daha iyi anlamıştı.

Hitler’in ancak savaşarak durdurulabileceğini söylüyordu.

Ancak savaştan korkanlar beklemeyi yeğlediler.

Hitler ‘Blitzkrieg-Yıldırım Savaşı’ ile Avrupa’yı ele geçirince Churchill İngiltere Başbakanı oldu ve savaşı ele aldı.

İkinci Dünya Savaşı dikkatle okunmalıdır.

Hitler’in inadı 14-15 yaşındaki Alman çocuklarını bile savaşa sokarak Berlin sokaklarında ölümlerine yol açmıştır.

Churchill’in azmi onu savaşın baş galibi yapmıştır.

Azim her zaman sonunda inadı yener, yenmiştir, yenecektir.

***

Yakın tarihimizden iki örnek de Mustafa Kemal Paşa ile Enver Paşa’dır.

Mustafa Kemal, bütün hayatı boyunca azmin seçkin bir örneğidir.

Akıllıdır.

Sınır çizmesini bilmiştir.

Nerede duracağına doğru karar vermiştir.

“Selanik’i alalım paşam, avucumuzun içinde” diyenlere, ‘hayır, Selanik çizdiğimiz sınırın dışındadır’ demiş, doğduğu yeri alıvermek gibi bir hevese kapılmayarak ders vermiştir.

Ama ‘Cumhuriyeti ilan etmek’ konusunda hiç duraksamamış, sonuna kadar giderek azminin gücünü göstermiştir.

Enver Paşa ise inatçı yapısının tuzaklarından kurtulamamış, yaptığı birçok iyi işi de hatalarının çukuruna gömmüştür.

Sarıkamış muharebesi, daha savaşa giremeden doğa koşullarına yenilen, donarak ölen 90 bin askerin kaybıyla büyük bir yenilgi olmuştur.

Azim ve inat arasındaki farkı anlamak kimi zaman uzun bir süre alır.

İkinci Dünya Savaşı’nda altı yılın sonunda (1939-1945) ve 50 milyon ölü, daha fazla sayıda yaralı ve sakatla bu fark anlaşılmıştır.

Bizim tarihimizde de Birinci Dünya Savaşı ile Kurtuluş Savaşı arasındaki fark inatla azmin farkını ortaya koyar.

***

Kimi zaman inatçı davranış azim, azimli davranış ise inat sanılır.

Oysa bu üçlü ölçüte bakınca neyin ne olduğu kolayca anlaşılır:

Akıl mı? Duygusal öfke mi?

Sınır konuyor mu, konmuyor mu?

Durulacak yer biliniyor mu, bilinmiyor mu?

Azim de belli olur, inat da.

Zararı mı?

Ne yazık ki zararın bedelini sadece inatçılar değil, herkes öder.

Tarih bu bedelin gözyaşlarıyla, acılarıyla, kanlarıyla çizilmiştir.

Sonunu başından görmeyenlerin yazgısıdır bu.

Kişiler için de toplumlar için de...