25 Kasım 2022 Cuma

25 KASIM KELEBEKLER ÖZGÜR OLMALI

https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/kelebekler-ozgur-olmali,18596 y

Yusuf.nazim1@gmail.com

 2 5 Kasım 2017 Kelebekler özgür olmalı

 

 Bundan 57 yıl önce, Dominik’te üç kelebek kanat çırpmış, dünyanın dört bir tarafında milyonlarca kelebeğin kanat sesleri onları izlemiştir “Belki bize en yakın şey ölüm ancak bu beni korkutmuyor. Haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz” /Maria

 

 Tarih 11 Ocak 1937. Küba’nın doğusunda bir ada. Bu adanın ancak yarısından biraz fazlasına sığabilmiş bir ülke; Dominik Cumhuriyeti. Ülkenin başkenti Santo Domingo’da sıradan bir gün. Avenida George Washington Caddesi üzerinde hararetli, gri bir kalabalık toplanmış. Dominik’in tartışılmaz, büyük liderini onurlandırmak üzere, mimar Alfredo González Sánchez tarafından tasarlanmış Obelisco Macho (Obelisk of Santo Domingo) anıtının açılışı yapılmaktadır. Bayraklarla süslenmiş, 40m yüksekliğindeki bu görkemli anıtın önünde toplanmış ihtişamlı kalabalık, bando müziği eşliğinde “büyük şef” lakaplı, diktatör Rafael Leonidas Trujillo’ya saygılarını sunmaktadır. * * *

25 Kasım 1960. Hava karanlıktır. Bir araç, ağaçların kapattığı yolda kıvrıla kıvrıla yol almaktadır. Aracın içinde, biri sürücünün yanında, diğer ikisi arka koltuklarda olmak üzere üç kadın vardır. Sürücü başını yana çevir, “bir kaza nedeniyle yol kapalı, başka bir yoldan gideceğiz” der, ana yoldan ayrılırlar. Bir süre, başkaca hiçbir aracın gözükmediği, ormanın içindeki bozuk yoldan sarsıla sarsıla yol alırlar. Neden sonra sürücü, ıssız, yabani çalılıklarla dolu bir yerde aracı durdurur. Bakışlarına sinmiş, korkuyla karışık tedirginlik hali, kadınların gözünden kaçmaz. Birden, arkadan gelen başka araçların farlarıyla ortalık aydınlanır. Artarda gelen silah sesleri duyulur, silahlı adamlar peydahlanır. Kadınları araçtan indirirler. Bir anda kendilerini galiz küfürler eden, kaba, küstah bir insan güruhunun arasında, hoyrat bir itiş kalkış içinde bulurlar. Sebepsiz nefretlerini, elleri arkadan bağlanmış üç kadının üzerine boşaltmaya başlarlar. İçlerinde, biraz önce aracı kullanmakta olan sürücü de bulunmaktadır. Kadınların üzerinde sınadıkları sadece odun, dipçik, demir ve kandan ibaret bir acı değildir. Bambaşka bir kötülük daha akmaya başlar bedenlerine onların. Tarihsel olarak kadın sınıfının üzerinde, başka ve hiç de yabancı olmayan bir erk tarafından sayısız kez tekrarlanmış bir melanetin tezahüründen başka bir şey değildir bu; o kadar menfur, erkeksi, sinsi… Böylece, oradayken kanatılır üç kadının ruhu, bir kez daha kirletilir kadın ırkının asaleti… Ertesi gün gazetelerde bir haber yayınlanır. Kazayla uçuruma yuvarlanmış bir aracın içinde bulunan üç kadının cesetleri taşınmıştır manşetlere... Latin Amerika’nın hep kesiktir damarları. Bunun nedenini, beş yüz yıl öncesinde, kendine yeni sömürgeler arayan "ortaçağ uygarlarının" keşfettikleri zenginlikler üzerinden yarattıkları devasa bir imparatorlukta aramak doğru olsa gerek. Kendi yarattığı egemenlik alanını bütün bir Latin Amerika’ya yaymaya çalışan ve bulaşmadığı toprak, karıştırmadığı ülke kalmayan ABD’nin Latin coğrafyasındaki daima kanla zuhur etmiş marifetidir bu. Yapılan darbeler, dış müdahaleler, açık/gizli silah satışları, Latin halkların başkaldırılarına yönelik gerici, dikta rejimlerin desteklenmesi… Bunlardan biri de Küba’nın hemen yanı başında, Dominik Cumhuriyeti’nde yapılan askeri darbeye olan desteğidir ABD’nin. 1930 yılında Rafael Trujillo liderliğinde yapılan ve otuz bir yıl süren kanlı diktatörlük rejimi boyunca demokrasi askıya alınmış, elli bin kadar insan ölmüş ya da kaybedilmiş, hırsızlık ve yolsuzluklar almış başını yürümüş; hak ve özgürlüklerden eser kalmamış, yandaş bir basın oluşturan diktatörün kendine yakın burjuva sınıfına tanıdığı sınırsız olanaklarla, halk için cehenneme dönen ülke, bir avuç aristokrat elit sınıf için cennet haline getirilmişti. Tarihteki çoğu diktatörün yaptığı gibi kendine “şef” denilmesinden haz alan Trujillo, ülkedeki şehirlerin, dağların, stadyumların isimlerini kendi adıyla değiştirmiş, bir çok yeni tesisine kendi adının verilmesini sağlamıştı. Kadınlara düşkünlüğü ile de bilinen diktatörün, düzenlediği bir partide cinsel yakınlık gösterdiği bir kadından, beklediği ilgi yerine okkalı bir tokat yemesi, sonradan bütün dünyaya da mal olacak bir dolu politik, sosyal ve dramatik olayın da başlangıcı olacaktır. Bir ülkenin diktatörünü, şehrin en gösterişli salonundaki bir baloda, hükümran bir aristokrat sınıfının gözü önünde aşağılayan, Salcedo şehrine bağlı Ojedengua köyünde, varlıklı bir ailenin dört çocuğundan bir olarak dünyaya gelen Minerva Mirabal adlı, 23 yaşındaki devrimci bir kadındır. Katolik bir yatılı okulunda, iyi bir eğitimle yetişen dört kız kardeşten biri olan Minerva’nın bu onurlu tavrı, ertesi gün, kendisin anne-babasıyla birlikte hapse girmesiyle anında cezalandırılır… Bu olaydan sonra, diktatörün kılıcı bütün ailenin üzerinden hiç inmeyecektir. Dominik cehenneminde, eşleri ve ailesiyle birlikte zaten yeterince politikleşmiş olan Mirabalların bütün bireyleri bu baskıdan nasibini alacaktır. Tekrarlanan hapisler, eğitimlerindeki engelleme ve güçlükler, sıkı polis takibi; gözaltı ve tutuklamalar, işkencede alınan hasarlar… Tüm bunlarla yetinilmeyip, ailenin ev ve arsalarına el konulması… 

 

 

Diktatörlüğün bu baskıları, kız kardeşleri 14 Haziran Devrim Hareketi adlı Trujillo karşıtı bir yeraltı hareketinde faaliyet göstermelerine yol açar. Bir süre sonra da üç kız kardeş; Minerva (d.1926), Maria (d.1935) ve Patria (d.1924), Clandestina isimli bir direniş örgütün kurucuları arasında yer alarak faşist rejime karşı güçlü bir halk hareketinin doğmasını sağlarlar. Kardeşlerin en politik olanı, hukuk eğitimi almış olan Minerva’dır. Bu üç kardeşten birinin kod adının “Kelebek” olması, onların, ülkelerinde ve dünyada “Kelebekler” adıyla efsaneleşmesine neden olacaktır. Artan rejim baskısı, kelebeklerin kanat çırpışı, dalga dalga büyüyen halk hareketi, çılgına dönen bir diktatör ve giderek trajik bir belirsizliğe doğru hızla sürüklenmekte olan bir ülke. 2 Kasım 1960’taki konuşmasında “Bu ülkede iki tehdit var: Kilise ve Mirabel Kardeşler” diyen diktatör Trujillo, adeta özgürlük ve demokrasiden kopmuş kanlı bir rejimin daha nelere yol açabileceğinin işaretini verir gibidir. Bir akşam üstüdür. İki hafta önce kendileri de gözaltına alınmış ve serbest bırakılmış olan Mirabel Kardeşler, hapishanedeki eşlerini ziyaret etmişlerdir. Cezaevi çıkışı, nöbetçi kulübesinin önünden geçip bir taksiye binerler. Kardeşlerden biri ön koltuğa, diğer ikisi arka koltuğa geçer, gidecekleri yeri söylerler. Hava, griden karanlığa dönmektedir. Sürücü, koltuğunu düzeltir, dikiz aynasını yoklar, yola koyulur. Bir süre sonra kocaman, yaşlı ağaçların kapattığı yola girecek, kıvrıla kıvrıla yol almaya devam edeceklerdir. Takvim yaprakları 25 Kasım 1960’ı göstermektedir. Maria 24, Minerva 34, Patria ise 36​​ yaşındadır. Üç kız kardeşin son görüldüğü andır bu. * * *

 

 

 Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde bir anıtın önü. Dominik Cumhuriyeti’nin başkenti Santo Domingo’nun Avenida George Washington Caddesi’ni renkli bir kadın kalabalığı doldurmuştur. Obelisco Macho anıtı önünde kadınlar hep bir ağızdan Bread & Rose (Ekmek ve Gül) şarkısını söylemektedirler. Daha önceden Obelisk anıtı, Elsa Nuñez tarafından söylenen “A Song to Liberty” şarkısı (Özgürlük İçin Bir Şarkı) eşliğinde rengârenk resimlerle boyanmıştır. Dominikli kadınların, diktatörlüğe karşı mücadelesine bir saygıyıı ifade etmek üzere anıtsal bir yapıta dönüştürülmüş obeliskin üç yüzeyindeki devasa resimlerde, üç kadın figürü yer almaktadır. Bunlar, Dominik diktatörü Trujillo’ya karşı mücadelenin özgürlük kelebekleri Mirabal Kardeşler’den başkası değildir; Patria, Minerva ve Maria. Bir zamanlar, bir diktatörün kötülüklerini örtmek üzere dikilmiş olan bu anıt, bu kez diktatörlüklere ve şiddete karşı kadın mücadelesinin sembolü olarak bütün dünyaya gülümsemektedir

 

. * * * Bugün 25 Kasım 2017. Mirabel kardeşlerin ölümünün 57.yıldönümü. Bundan 57 yıl önce, Dominik’te üç kelebek kanat çırpmış, dünyanın dört bir tarafında milyonlarca kelebeğin kanat sesleri onları izlemiştir. 1981 yılında Kolombiya'nın başkenti Bogota'da 1. Latin Amerika ve Karayipler Kadınlar Kurultayı’nda Mirabel Kardeşler’in öldürüldüğü 25 Kasım, "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü" olarak ilan edilmiş, 1999'da da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararlarıyla bu karar tescil edilmiştir. Obelisco Macho, Avenida George Washington Caddesi Bugün, bu üç özgürlük kelebeğinin açtığı yoldan yürüyen kadınlar İstanbul’da, Atina’da, Paris’te, Dominik’te ve dünyanın daha birçok şehrinde, kadına yönelik şiddete, işkenceye, cinsel saldırıya karşı “baş eğmemek” üzere, “kız kardeşlik” ruhuyla alanlarda olacaklar. Kalbim onlarla ve onların çiçekler kadar renkli, güvercinler kadar ürkek, çocuklar gibi heyecanlı ve kelebekler kadar özgür ruhlarıyla beraber... Eminim ki daha nice yıllar, Avenida George Washington’daki Obelisk anıtı, üzerinde taşıdığı kelebekleriyle, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele’nin sanatsal bir anıtı olarak dünya kadınlarını selamlamaya devam edecektir. Eminim ki kelebekler özgür olduğu sürece, dünya daha az cinsiyetçi, daha çok şiddetten ve istismardan uzak, daha yaşanası, daha da güzel olacaktır.

 

 https://t24.com.tr/yazarlar/yusuf-nazim/kelebekler-ozgur-olmali,18596

DÜNYANIN BÜTÜN ÇİCEKLERİ

 


ŞEFİK SINIĞ KİMDİR?

Öğretmen Şefik Sınıg’ın mezarı, şehir mezarlığında bir tepenin üzerindedir. Nüfus kayıtlarına göre, asıl adı ve soyadı Şefık Eren Şı­nıg’ dır. Ancak, “Şınığ” yeri­ne, “Sınıg” soyadını kullan­mıştır.

Şefık Sınığ, 1925 yılında Konya-Seydişehir’ de dünyaya geldi. Babasının adı Hulusi, annesinin adı Nazife’dir. Kü­çük yaşta annesini ve babasını kaybeden küçük Şefık, hem yetim. hem de öksüz kalır. Kimsesiz kalınca; o yıllarda Denizli’nin Çivril ilçesinde PTT müdürü olan eniştesinin yanına gelir. Burada, ilçenin tek ilkokulu olan 30 Ağustos İlkokulu’nda öğrenime başlar.

Çivrilli Osman Gürkan, Is­parta-Gönen Köy Enstitü­sü’nde tarım öğretmenidir. Çevresinde; zeki, çalışkan, yardıma muhtaç çocukları teş­vik ederek, çoğunlukla, okula kendisi götürerek, o çocukla­n öğrenim görmelerini sağ­lar. Şefık de, bu çocuklardan biridir.

Öğretmen Osman Gürkan, Şefik’i Isparta-Gönen Köy Enstitüsü’ne götürür, Orada, parasız yatılı okumasını sağ­lar. Ona bir baba şefkati göste­rir. Ona sahip çıkar.

Şefik Sınığ, Gönen Köy Enstitüsü’nü bitirdikten sonra, Afyon-Dinar ilçesi, Sütlaç Kö­yü İlkokulu’na öğretmen ola­rak atanır. Burada ilk görevine başlar1949  yılı ekim ayında bir gün, görev yaptığı Sütlaç Kö­yü’ne yakın Bostancı Köyü’ne futbol oynamaya giderler. O köy­de Çivril’den ve Gönen Köy Enstitüsü’nden sınıf arkadaşı olan öğretmen Mehmet Ayde­niz görev yapmaktadır  Orada, maç esnasında fut­bol topu patlar. Şefik öğret­men ve arkadaşları, topu tamir etmek için okula girerler. Şe­fik öğretmen, topu tamir eder­ken okulun ara duvarı üzerleri­ne çöker. Yalnızca o ağır yara­lanır.

O yıllarda, ulaşım şartlan hayli zor olduğundan Çivril e güç şartlarda” getirilir.

Doktor Şerif Gürsel, ağır yara­lı olan Şefik öğretmeni mu­ayene ediyor ve omuriliğinin hayli ezilmiş olduğunu görü­yor. Çaresiz bir şekilde, Çiv­ril’den Sütlaç’a geri götürülü­yor ve orada okul odasında yatağına yatırılıyor. Hasta ya­tağının başında, öğretmen ar­kadaşı Mehmet Aydeniz. köy­lülerden bir kaç kişi bekliyor Ancak, durum umutsuz­dur. Dünyanın bütün çiçeklerini, köy çocuklarını, öğretmen­lik mesleğini çok seven ide­alist öğretmen ölmek üzeredir.Sürekli öğrencilerini sayıklar Bu sayıklaması gün boyunca sürer. Hep, öğrencilerini, kaderleri kendisine benze­yen o köy çocuklarını sayıklar. Dünyanın bütün çiçek­lerini yanına ister. Son sözleri şu olur:

BANA ÇİÇEK GETİRİN, DÜNYANIN BÜ­TÜN ÇİÇEKLERİNİ BURAYA GETİRİN      

Daha sonra, yaşama gözlerini kapar. Zorluklarla geçen yaşamı acı bir olayla son bulmuştur. Artık, o çok sevdiği köy çocuklarından, okulundan ayrıdır…

Bu acı olay, 1949 yılında ekim ayının bir perşem­be günü meydana gelmiştir. Çivril’de de duyulan bu acı olay üzerine, bir grup öğretmen arkadaş, bir kamyonla Şefik öğretmenin ce­nazesini Çivril’e getirmek üzere Sütlaç’a gider. Giden öğretmenler Süleyman Çavdaroğlu, Hasan Başkaya, Ali Dönmez, Rüştü Özen ve Mehmet Reşit Akay’dır. Yanlarında, beraber gittikleri öğretmenlerden birisinin Çivril’ de misafiri olan bir üniversite öğrencisi de var­dır. O da çok üzülmüş ve duygulanmıştır.

Şefik öğretmen, arkadaşlarınca Çivril’ e getirilir ve şehir mezarlığında toprağa verilir. Mezarının başına adı, soyadı, doğum ve ölüm tarihleri yazılı bir mezar taşı dikilir.

Çivril’den öğretmenlerle beraber Sütlaç’a giden üniversite öğrencisi bu acı olayı Ceyhun Atuf Kan­su’ya, 1949 yılında anlatır. Şefik öğretmenin o duygu yüklü son sözlerini aktarır. Bu acı olayı ve son sözleri duyan Ceyhun Atuf Kansu çok duygulanır. Şefik öğ­retmenin anısını, idealistliğini ölümsüzleştirmek için “Dünyanın Bütün Çiçekleri” adlı o duygulu, anlamlı şiirini kaleme alır.

KAYNAK  : Mümtaz Başkaya Öğretmen Dünyası Dergisi  Nisan / 2000    Sayı :244


 


“DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ…


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum


Bütün çiçekleri getirin buraya,


Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,


Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer


Bütün köy çocuklarını getirin buraya,


Son bir ders vereceğim onlara,


Son şarkımı söyleyeceğim,


Getirin getirin…ve sonra öleceğim.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,


Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum,


Kaderleri bana benzeyen,


Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları,


Geniş ovalarda kaybolur kokuları…


Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri,


Hepinizi hepinizi istiyorum, gelin görün beni,


Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,


Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini


Bacımın suladığı fesleğenleri,


Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini,


Avluların pembe entarili hatmisini,


Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın.


Aman Isparta güllerini de unutmayın


Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.


Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum.


Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,


Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,


Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,


Ne güller fışkırır çilelerimden,


Kandır, hayattır, emektir, benim güllerim,


Korkmadım, korkmuyorum ölümden,


Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,


Baharda Polatlı kırlarında açan,


Güz geldi mi Kopdağına göçen,


Yörükler yaylasında Toroslarda eğleşen.


Muş ovasından, Ağrı eteğinden,

Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden


Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni,


Eğin türkülerinin içine gömün beni.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,


En güzellerini saymadım çiçeklerin,


Çocukları, öğrencilerimi istiyorum.


Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini,


Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,


O bakımsız, ama kokusu eşsiz çiçek.


Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek,


Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,


Ben mezarsız yaşamayı diliyorum,


Ölmemek istiyorum, yaşamak istiyorum.


Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,


Tarümar olmasın istiyorum, perişan olmasın,


Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım,


Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,


Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.


Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,


Okulun duvarı çöktü altında kaldım,


Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,


Yaz kış bir şey söyleyen sonsuz toprakta,


Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım,


Yurdumun çiçeklenmesi için daima, yaşadım,


Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.


Şimdi sustum, örtün beni, yatırın buraya,


Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.


Ceyhun Atuf Kansu


Şefik Öğretmen’in mezarı Çivril’de, yüksekçe bir tepede… O tepe, özellikle de ilkbaharda rengarenk çiçeklerle bezeniyor. Kır ve dağ çiçekleriyle...

10 Kasım 2022 Perşembe

ATATÜRK

Bugün 10 Kasım.. Mustafa Kemal Atatürk ölüm yıldönümü..Saygı ,özlem ve minnetle anıyoum...
Mustafa Kemal Atatürk bir hayvanseverdi.. İyi bir hayvansever.. "BİR DAHA BU KUŞUN YEMEĞİNİ GETİRMEYİNİZ" Olayı Aka Gündüz anlatıyor. Atatürk bir akşam Florya Köşkü'nde konuklarıyla yemekteydi. Tepeleme bıldırcın kebabıyla dolu kayık bir tabağı getirip sofraya bıraktılar. Başta Atatürk, sofrada bulunanlar birer tane tabağına aldı. O sırada Salih Bozok eğlence olsun diye, cebinden canlı bir bıldırcın çıkarıp masanın üstüne bıraktı. Hayvancık, kalabalıktan ve bol ışıktan ürkerek kaçtı; tabakların üzerinden geçip Atatürk'ün kucağına atladı. Konuşmalar durdu, çatal sesleri kesildi; ortalığı bir sessizlik kapladı. Atatürk kuşu aldı, okşadı, ceketinin yan cebine koydu. Sonra garsona sofradaki kebap tabağını göstererek şu emri verdi: "Bu tabağı kaldırınız ve bir daha soframa bu kuşun yemeğini getirmeyiniz."
Yaşamı boyunca 3 köpeği oldu.. Üçü de sadık dostuydu.. İlkinin adı Alp’ti.. 1.Dünya Savaşinda doğu cephesinde savaşırken sahiplendi.. Mustafa Kemal izin vermeden Alp çadıra girmez, kimseyi de içeri sokmazdı.. Gözünün içine bakar, ondan talimat beklerdi.. Tam bir bekçiydi.. Çok yaşamadı.. *. *. * İkinci köpeğinin adı, Alber’di.. Kurtuluş Savaşında esir bir Yunanlı generalin köpeğiydi.. Mustafa Kemal köpeği görür görmez yanına aldı.. Beyaz sarı renklerde bir avcıydı.. Hareketli, oyuncu ve söz dinlerdi.. Öldüğünde Atatürk'ün çok üzüldüğü söylenir.. *. *. * Mustafa Kemal’in son köpeği ise Foks’tu. En büyük aşkıydı.. Bir Alman Pointerdi.. Avcı köpeği yani.. Yalova’da fotoğrafçı Hasan Efendi’den 50 liraya satın almıştı.. Kahverengi bir erkekti.. Sevimli ama dik başlıydı.. Hırçın ve kıskançtı.. Atatürk’ten başkasını dinlemez, hatta bazen ona da dişini gösterirdi. Foks’u çok sevdi Mustafa Kemal.. Yemeğiyle, bakımıyla bizzat kendi ilgilendi.. Çiftleşeceği partnere kadar.. Yıllarca yanından ayırmadı.. Yurtgezilerinde, trende, vapurda, otomobilde hep yanındaydı.. Resmi görüşmeler de bile.. Geceleri Atatürk’ün karyolasının dibine konan özel yastıkta uyurdu.. Foks, Türkiye Cumhuriyetinde Mustafa Kemal’e en yakın canlıydı. *. *. * 1933 yılında Gaziantep gezisinden sonra Atatürk’ü elinden ısırdı, Foks.. Daha önce bir kaç kez daha ısırmıştı.. Hatta bir keresinde Mili Eğitim Bakanı Reşit Galip’in pantalonunu parçalamıştı.. Bir de Osmanlı geleneklerinden gelen bir valiyi fena korkutmuştu… Vali korku içinde kaçarken, odadakiler kahkahaya boğulmuştu.. Atatürk “Fenalık yapmak için ısırmadı” dese de, çevresi “Sahibini ısıran köpek iflah olmaz” diyerek Foks’u çiftliğe götürüp iğneyle uyuttu. *. *. * Atatürk’ün Foks’tan çok etkilendiği söylenir.. Foks uyutulduktan sonra Atatürk Orman Çiftliği’nin baytarları tarafından derisi soyuldu.. İçi dolduruldu ve gözlerine mavi renkli cam konarak, bir camekan için korundu. Atatürk kendisine sunulan Foks’un kurutulmuş haline bakamadı ve geri çevirdi. Foks yıllarca Atatürk Orman Çiftliği Hayvanat Bahçesinde kaldı.. Çok çok sonra da anıtkabire devredildi.. Bugün Atatürk ve Kurtuluş Savaşı müzesinde sergileniyor.. (