28 Eylül 2015 Pazartesi

OKULLAR AÇILDI RIFAT ÖĞRETMENİM YAZDIKLARINI OKUYOR ÇOCUKLAR Ozan OZANOĞLU

OKULLAR AÇILDI RIFAT ÖĞRETMENİM
YAZDIKLARINI OKUYOR ÇOCUKLAR

Ozan OZANOĞLU



“Sınıfın ozanıyım mimli
Hababam sınıfının yazarıyım ünlü.
Kim ne derse desin
Çocuklar için yazdım hep.

İki iş tuttum ömür boyu, köklü
Çocukları okutmaktı ilk işim
İkincisi
Yazdığımı, çocuklara okutmak.”

Rıfat Ilgaz




Çocuklar yeniden sınıflarda.

İnsani değerlere sımsıkı tutunarak bir ömür geçiren Usta’nın kitaplarıyla büyüsün çocuklar.
Büyüyenler Onu okuyarak büyütsünler dünyalarını.

Aslolan işini çocukları okutmak olarak gören.

Yazmak ölümün elinden bir şey kurtarmaktır diyor Andre Gide.
İşte ortada, ne çok şey kurtarmışsın Rıfat Rıfat Öğretmenim..

Fotoğraflarına bakıyorum….
Gözlerindeki merhamete, derinliğe…
Kederinin açıkça duruşuna.
Onurlu yaşamanın bedelini ödemekten duyduğun sevince…
Sıcaklığın hiç boşa gitmedi Öğretmenim…
Ne ilk ne de “son sıcaklığın”…
Hiç boşa gitmedi.
Yalın şiirlerinde çocukları besleyen damarlar var.
Çocukların hayata bakışını insancıl kılacak sözcükler.

Okullar açıldı Rıfat Öğretmenim.
Sınıflar çok değişse de kitabın defterin kokusu eskisi kadar keskin olmasa da, okullar açıldı. Çocuklar koşarak geliyorlar, ışıkları her daim açık sınıflarına.
Umut, anneler babalar için hayati bir düşselliği giyinip salınmaya başlıyor, sokaklarda, okul bahçelerinde.

Tarık Akan, ne güzel anlatmış seni: “Güldüğü zaman güneş dağların arasından doğuyormuş gibi olurdu. Aydınlık saçıyordu o güzel yüzü.”
Çocuklar kitaplarından birini açtığında, iki dağın arasında bir güneş bulurlar her zaman.

Bu yıl, okul çantalarında, el altında dursun hep “Bacaksız”, bu yıl “Küçükçekmece Okyanusu”nu okusunlar, yanına “Cankurtaran Yılmaz’ı katıp”…Sonra “Kumdan Betona” yürüsün tüyden ayaklarıyla “Öksüz Civciv”.

Okullar açıldı Rıfat öğretmenim…
Bir görsen, çocukları… Yine bildiğin gibi hepsi de…
Her tarafta bir cıvıltıdır uçuşuyor yine.
“Fener fener bildiğin Karadeniz kıyısında ya da çok uzaklarda bir kasabada senin gibi aydınlarca bırakılan fenerlerin işaret vermeye devam ettiğini bir görsen...”

Her şeye rağmen, şiddetli rüzgârların önünü kesen, güçlü, saydam ve ince bir toprak var… Bu yüzden sönmüyor ışıldayan çocuklar ve onların çıtalı umutları.

Yazdıkların okunuyor Rıfat Öğretmenim…
Şiirlerin, öykülerin… Bütün yazdıkların…
Çocukların, büyüklerin her birimizin ellerinde birer fenere dönüşerek okunuyor kitapların… Sevgi, kardeşlik, barış ve merhamet adına ne varsa onlarla birlikte okunuyor…
“Rıfat Ilgaz öğretmenimiz, düşündüğü gibi yaşayan, yaşadıklarını dile getiren, bunları yaparken de, yaşarken de  inandığı değerlerin doğruluğuna bağlanmış, bunlardan bir gıdım bile ödün vermeden bedeller ödemiş bir güzel insanımızdır.” Diyor Ali Ekber Ateş.
Bu yüzden okunuyorsun. Okunacaksın.
Senin akıp giden dilinde, sayfa sayfa, sözcük sözcük geziniyor çocuklar.
Senin sularında hepsine birer küçük tekne oluyor cümlelerin…
Taşıyor çocukları evrensel dile.
Hayata dair güzel cümleler kuruyorlar hepsi de.

Verem illetinden yıllarca sanatoryumlarda yatarken de ara vermediğin öğretmenliğin, sürüyor bu gün de, tarlasını.
Bu gün de bırakmış değilsin işini.

Okullar açıldı Rıfat Öğretmenim

“İlk yağışla başladı diriliş
Özsuyla buğulandı dalların ucu
Yaprağa durdu dipten doruğa
Bahçedeki dut ağacı.”

Sen Türkçe’nin güzel insanı…
Dilinin gücünü, acısının büyüklüğünü damıtan Usta.
En güzel öğütlerinden biri değil mi şu dizeler:

annenden öğrendiğinle yetinme
Çocuğum, Türkçeni geliştir.
Dilimiz öylesine güzel ki
Durgun göllerimizce duru
Akarsularımızca coşkulu
Ne var ki çocuğum
Güzellik de bakım ister.

Önce türkülerimizi öğren
Seni büyüten ninnilerimizi belle
Gidenlere yakılan ağıtları
Her sözün en güzeli Türkçemizde.”

Bu dizelerle büyüyor çocukların… Okuyorlar.
Yalansız dolansız, eğilip bükülmeden yaşamayı öğrenmek için okuyorlar
Yüzü apaydın insanların bembeyaz saçlarında tel tel savrulan “Yıldız Karayel”i görmek için.
Süslü püslü işlerin bize yaraşmadığını öğrenmek için.
.
M.Emin Değer’in dediği gibi “ belleği silinen bir toplum olmanın ayıbından kurtulmalıyız” düşüncesiyle… Yazdıklarını okuyor çocuklar.

Eğitim öğretimde birçok yenilik yapılıyor. Senin gibi öğretmenlerin o zamanlar yaptıkları şimdi çok değerli.  Öğrencilerin daha aktif olmasından tut da, kendilerini ifade etme şansının daha fazla verilmesine kadar. Daha sosyalleşmeleri, kendilerine güvenmeleri… Biliyorsun, onlar için iyi olan çok eskiden de buydu. Böylesiydi.

Ama her şeyin öncesinde verilecek olan tek şey var çocuklara:
Birini diğerinden ayırmadan verilecek olan:  Koşulsuz sevgi.

Gideros’un koynunda güneşe türküler söyleyen martılardır çocuklar…
Seslerinin yankısı binyıllar sonrasına uzanıp, başka kıyılara vuracaktır.
Acının kılıktan kılığa bürünüp üstüne geldiği zamanlardan kalma yorgunluğun varsa, dinle yine çocuklarının sesini.
Cide’de, midye kabuklarını ve denizin özenerek keskinliğini aldığı taşları, kucak dolusu toplamış çocuklar, kıyıda, küçük bir ateşin başında şiirlerini okumaktadır.

Böylesi naif bir yapının içinde acılar da içi yanan dağlar olup büyürler… Bunu bilen bilir.
Yine bir fotoğrafın karşımda…
Bunca incitilmiş ama hiç kimseyi incitmemiş vakur bakışlarını görüyorum..

Bu yüzden okuyorlar ve okuyacaklar yazdıklarını.
Yazdıkların ülkemin her yanında karanlığı yok etmek adına büyüdükçe büyüyen ışıklara dönüşüyor.
İnsanca yaşamanın unutulmuş haklılığı ve insanın küçük dünyasının içtenliğiyle.

Çocuklar büyüyecek elbet Rıfat Öğretmenim…
Ve senin kitapların atlarının heybesinde olacak yine.
Ve sürecekler atlarını, ileriye, ışığın yakıcı parıltısına doğru.

Bu yazıyı yazan çocuk/adam seni görmek, sevgi dolu yüzünden, onurlu bakışından selamını almak ve omzunda elinin izini taşıyarak, yazdıklarını okumakla bahtiyardır.


Okullar, diyorum Rıfat Öğretmenim… Çocuklar diyorum…
Beni duyduğunu, onların sesini duyduğunu biliyorum.



25 Eylül 2015 Cuma

Kurban Bayramı

Kurban Bayramı

Çoluk çocuk sevincinden zıpladı durdu
Döküldü sokağa konu komşu
Çalınınca bayram davulu
Üç beş koyun gidiyordu
Kimisi kuzu
Sürünün kurdelası boncuğu
Belli ediyordu
Kaçınılmaz yolculuğu
Mezbahaya doğru.

Ah o siyah benekli kuzu!

(1 Ocak 1944)

Cahit Sıtkı Tarancı

20 Eylül 2015 Pazar

RUHİ SU

"Gelin canlar bir olalım" dedi, "ölsün" dediler, öldürdüler..
SABAHIN BİR SAHİBİ VAR..
SORARLAR BİRGÜN, SORARLAR..
Yıl 1912..
Van'da doğdu..
Adı Mehmet'ti..
Mehmet Ruhi Su..
Küçük yaşta annesi ve babasını kaybetmişti..
Onları hiç tanımadı..
Neden kaybettiğini hiç bilmedi..
Kimsesiz kalmıştı..
Çünkü ne bir yakını vardı, ne akrabası..
Ne amcası, ne dayısı..
"İtten aç, yılandan çıplaktı.."
Ailesi artık Anadolu insanıydı..
"Hangi taşı kaldırsam
anam babam..
Hangi dala uzansam
Hısım akrabam..
Ne güzel bir dünya bu
İyi ki geldim" derdi.
*. *. *
Neden kimsesizdi?..
Neden tek bir yakını yoktu?..
Yıllar sonra Yalçın Küçük Ruhi Su'nun Ermeni yetim olabileceğini yazdı..
Bunun üzerine oğlu İlgin Ruhi Su, "Babamın 1912'de Van’da doğması, öksüzler yurdundan gelmesi, bugüne kadar hiçbir akrabasının çıkmaması düşünüldüğünde Ermeni olma ihtimali hayli yüksek" demişti..
Kendisi de cevabını bilmediği bu soruyu "Birinci Dünya Savaşı'nın ortada bıraktığı çocuklardan biriyim" diye yanıtlardı..
*. *. *
Ruhi Su'yu Adana'da çocuğu olmayan yoksul bir aileye verdiler..
1915 Ermeni tehcirinde ailesini kaybetmiş yüzlerce "devşirme" çocuk gibi..
Bunlar amcan ve yengen dediler..
Onları öyle bildi..
Adana'nın İngiliz ve Fransız İşgalinde amcam ve yengem dedikleri Ruhi Su'yu terketti..
Bunun üzerine Öksüzler Yurdu'na verildi..
Müziğe meraklıydı..
Yurtta bağlama, keman çalardı..
*. *. *
Çok başarılıydı..
Öksüzler Yurdundan, önce Adana Öğretmen Okulu'na, ardından Ankara'da Musiki Muallim Mektebi'ne girmeyi başardı.
Yıl 1942..
Ankara Devlet Konservatuarını bitirdi..
Aynı yıl Hasanoğlan Köy Enstitüsü`nde müzik öğretmenliği yaptı..
Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’nda görev aldı..
Devlet Operasında çalıştı..
*. *. *
Yıl 1951..
Devlet, türkülerinden rahatsız oldu..
Komünist diye içeri attılar..
Sansaryan Han'ın en alt katındaki hücrelerde ağır işkence gördü..
Tabutluğa kondu..
Beş yıl hapis yattı...
Ama yılmadı..
"Mahsus mahal derler kaldım zindanda
Kalırım kalırım dostlar yandadır..
Dirliğim düzenim dermanım canım
Solum sol tarafım imanım dinim." dedi.
*. *. *
Yıl 1957
Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara Radyosunda iş buldu..
İşi kısa sürdü..
Kovdular..
Kovulma nedeni şu türküydü..
"Serdari halimiz böyle n'olacak..
Kısa çöp uzundan hakkın alacak..
Mamurlar yıkılıp viran olacak..
Akıbet dağılır elimiz bizim."
*. *. *
Türküleri ünlendikçe, milyonlara ulaştı..
Düşmanı da çoğaldı..
Devlet ve egemen sistem onu hiç rahat bırakmadı..
Uzun süre işsiz kaldı..
27 Mayıs darbesi kulüplerde yabancı şarkıların sahne almasını yasaklayınca, gece kulüplerinde türkü söyledi..
*. *. *
Yıl 1962..
Yapı Kredi Yayınları için 5 yıllık bir çalışmayı tamamlayıp, taslağı banka yetkililerine teslim etti..
Banka kitabı bastı ama kitabı hazırlayan ve yazan Sadi Yaver olarak görünüyordu..
İsyan etti..
Emeği sömürülmüştü..
Mahkemeye gitti
Kazandı..
Ama Yapı Kredi Bankası kitabın 2'nci baskısını yapmadı..
*. *. *
Yılmadı..
Türküleri sevdanın ve kavganın sesiydi..
Toplumsal olaylara duyarsız kalmadı..
Yıl 1969..
Kanlı Pazar..
16 Şubat'ta İstanbul Taksim Meydanı'nda ABD'nin 6. Filo'sunu protesto etmek için 76 gençlik örgütünün toplandığı sırada devlet tarafından öldürülen gençlere türkü yaktı..
"Bu Meydan Kanlı Meydan
Ok Fırladı Çıktı Yaydan
Kalkın Ayağa, Kalkın
Biz Şehirden, Siz Köyden."
Halkı isyana teşvikten yargılandı..
*. *. *
Yılmadı..
Yıl 1975..
Dostlar Korosunu kurdu..
Anadolu Halk Müziğine büyük katkılar verdi.
Çok sesli müziğin gelişmesinde önderlik yaptı..
Başta Pir Sultan ve bir çok ozanın deyişlerini türkü yaparak, alevi kültürünü milyonlara sevdirdi..
"Benim kabem insandır
Kuran da kurtaran da
İnsanoğlu insandır." dedi..
Dinsizlikle suçlandı.
*. *. *
Yılmadı..
Yıl 1977..
1 Mayıs katliamına haykırdı.
"Şişli Meydanında üç kız
Biri Çiğdem biri Nergis
Vuruldular güpegündüz
Sorarlar bir gün sorarlar."
*. *. *
Yılmadı..
Kahramanlık türküleri çaldı..
Estergon Kalesi, Çanakkale içinde Aynalı Çarşı..
Ankara'nın taşına bak, Kuvai Milli destanı..
Ezilen Anadolu halkının sesi oldu..
"Dostlarım, kardeşlerim, canlarım
Kaldırın başlarınızı..
Suçlular gibi yüzümüz yerde
Özümüz darda durup dururuz
Kaldırın başlarınızı yukarı."
*. *. *
Yıl 1980..
Türkiye'de 12 Eylül darbesi oldu..
Ruhi Su kemik kanserine yakalandı..
Tedavi için yurtdışına gitmesi gerekiyordu..
Pasaport vermediler..
Askerler yurtdışına çıkmasını engellediler..
"Ölsün" dediler..
1985 yılında öldü..
"Ağaç demiş ki baltaya,
Sen beni kesemezdin ama
Ne yapayım ki sapın benden
Bak şu ağacın bilincine sen
Ölen ben, öldüren benden."
Geride 16 adet 45'lik plak ve 11 adet uzunçalar, yüzlerce talebe, milyonlarca hayran bıraktı..
*. *. *
Cenaze töreni 12 Eylül'den sonra ilk toplumsal protestoya dönüştü..
Güvenlik güçlerinin tüm engellemelerine rağmen onbinler Şişli Camisi'ne aktı..
Medyanın cenaze törenini görüntülemesi engellendi..
Cenazesi Şişli'den Zincirlikuyu'ya giderken, onbinler haykırdı..
"Ruhi Su'lar ölmez"
Ön sıralarda haykıranlar göz altına alındı..
Tam 163 kişi hakkında soruşturma başlatıldı..
Devlet memuru olanlar işinden atıldı..
*. *. *
Yıl 1990..
Zincirlikuyu'daki mezarı kimliği belirsiz kişiler tarafından saldırıya uğradı..
Saldırganlar mezar taşını kırmaya çalıştı..
Başarılı olamayınca kurşunladılar..
Saldırganlar hakkında soruşturma bile açılmadı..
Dosya kapatıldı..
*. *. *
Yıl 2010..
Devletin el üstünde tuttuğu, Kaçak Saray'a övgüler yağdıran Hülya Avşar kendi televizyon programında Cem Karaca'nın eşi İlkim Karaca'yı konuk ediyordu..
İlkim Karaca, adının konservatuvarda Ruhi Su tarafından konulduğunu söyledi.
Bunun üzerine Hülya Avşar, "Ona da buradan selam yollayalım" dedi.
Karaca'nın "Ruhi Su öldü, hem de 25 yıl önce" sözleri üzerine şaşkına dönen Avşar, "Aaaa öyle mi.. Nur içinde yatsın o zaman" diye konuştu..
*. *. *
Tarih 2015..
Yarın 20 Eylül..
Ruhi Su'nun ölümünün 30. yıldönümü..
Nazım Hikmet'in sözüdür..
“İnsanların türküleri kendilerinden güzel, kendilerinden umutlu, kendilerinden kederli, daha uzun ömürlü kendilerinden.”
Ruhi Su'nun türküleri ölümsüzdür..
Çünkü Ruhi Su, dev bir çınardır; kökü Anadolu topraklarındadır..
Çünkü Ruhi Su, ulu bir dağdır; Ağrıdır, Munzurdur, Erciyestir, Spildir..
Hasan Dağı gibi dimdik ve Anadolu'nun ortasında her an patlamaya hazır bir volkandır..
Çünkü Ruhi Su, sudur; Kızılırmaktır, Yeşilırmaktır, Sakaryadır..
Dicledir, Fırattır, Çoruhtur.. Anadolu'nun her yerinde gürül gürül akmaktadır...
Çünkü Ruhi Su, çeliktir..
..Ve çelik aldığı suyu unutmaz..
Birgün mutlak hesap sorar..
"Sabahın bir sahibi var
Sorarlar bir gün sorarlar
Biter bu dertler, acılar
Sararlar bir gün, sararlar"
(Sedat Kaya, Datça)

2 Eylül 2015 Çarşamba