22 Mayıs 2013 Çarşamba

La Fontaine’in hayvanlara ihaneti HALUK IŞIK



La Fontaine’in hayvanlara ihaneti
HALUK IŞIK
Haluk Işıkİnsanın kurnazlığını, üç kağıtçılığını vurma yüzüne. Sen, Aziz Nesin’in deyimiyle “aklı değil, kurnazlığı seçmiş” iki ayaklılara, hakettiklerince saydırma. Bu nedenle, “üsttekine köle, alttakine ceberrut” insanların, ne alçak, ne zavallı, ne faşist olduğunu haykırma. Ama TİLKİ’yi al, kurnazlık timsali olarak damgala, insanlığın hallerini anlatmak için.

İnsanın hantallığını, uyuşukluğunu, gebeş gebeş dolaşmasını vurma yüzüne. Kaba gücüne güvenip, insanlıktan yaratıklığa geçmeyi seçenleri adıyla sanıyla adlandırma. Öyle ya, nasılsa AYI var. Oysa ne duyarlı, ne yumuşak, ne kendi dünyasında bir canlıdır ve ne kadar da benzemez biçtiğin kimliğe.

Ama dikkat, bundan sonra adlarını anacağım ya da anmayacağım hayvanların, kendilerine ait doğal ortamlarında ya da faunalarındadır kendine özgülükleri. Yoksa ayıların dünyasında insan ne hale gelebilirse, ayılar da insanların dünyasında o hale gelir, gelmektedir. Her hayvan için bu böyledir. Anımsayın, herifin biri Badem’i bıçaklamaktan söz etti, eline fırsat geçse yapar da, merak etmeyin. Danimarka’da “insan” delikanlıları, rüştlerini balina parçalayarak gösteriyor. İspanya’da boğa festivallerindeki rezillikleri, arenalarda boğaların matadorların elinde ne hallere düştüklerini unutmayın. Bizdeki kimi sapıklar, ağlarına zarar verecek olanları görsün de, ders (!) alsın diye, yunusları kurşunlayıp, beton tenekelere bağlayıp denize bırakır, anımsayın!

Bilmem, ne demek istediğimi anlatabiliyor muyum? Konumuza dönelim.

Jean de La Fontaine (Yazar, Fransız, 8 Temmuz 1621 Chateau Thierry – 13 Nisan 1695 Paris), dinle!

Akılsız için KAZ, sinsi için YILAN, pislik için ÇAKAL, beyinsiz için KARGA... Benzet benzetebildiğin kadar. Nasılsa ağızları var, dilleri yok garibanların! Hayvan, insana benzetildiği için dava açamaz. Ama KEDİ’ye benzetildiği için, dava açan insanı da gördük. Nankör kedi diye saldıranını da. Hep senin yüzünden!

KELEBEK gibi uçtu, ARI gibi soktu, bilmezsin biz bunu sloganlaştırdık. Sen, ÖKÜZ gibi kaba, MANDA gibi tembel, BALİNA gibi hantal, TAVŞAN gibi korkak dedin. Bunları anlatabilmek için, doğrudan “İNSAN” diyemedin ya, tüh sana!

KARINCA gibi çalışkan olmakmış, sana ne, sen ne anlarsın karıncanın çalışkanlığından! Çalışanlar, salt kendileri için değil, hayat için de çalışkan olmalıdır, örgütlenmelidir, yalnızca “kendine” yaşamamalıdır diyemedin. Bugünlere yetişmediğin için, kafasına demir düşmemeli, ciğerine sülfür girmemeli, grizuda parçalanmamalı, sel bastığında bindiği minibüs tabuta dönmemeli, diyemedin. Senden yüzlerce yıl sonra doğan ve sana benzeyenler de diyemedi. Artık bu cinayetlere kader, tecelli, iş kazası deniyor. Örneğin Tuzla’da salkım salkım ölenler için, anında istifa etmesi gerekenler, mealen şunu söyleyebildi, biliyor musun; “Olacak o ölümler. Çünkü orası çocuk bahçesi değil, lunapark değil...”

Ya geride kalanlar, işsizler yani... Haydi, dört gözle kaza olsun ölsünler, yer açılsın diye bekleşiyorlar demeyeyim. Ama artık, her ölenin ardından, boşalan o yeri kapmak için yüzler, binler, iş bulma kuyruklarında birbirini yiyor. Daha vahim bir örnek vereyim mi? Üç kuruş para uğruna siyanüre bulanarak altın çıkarmayı kabullenenler; o siyanürün dağı taşı mahvettiğini düşünemeyenler, yani orada senin karıncaya benzer çalışanlar, bu doğa ve çevre katliamına dur diyenlere kalas demir saldırıyor. Çünkü işlerini yitireceklerine, ekmeksiz kalacaklarına inanıyorlar. Ne mide bulandırıcı bir paradoks...

Bu “insanlığın dibe vurma” hali, itiraf edilmese de, hepimizin malumudur. Bu gerçeği herkes biliyor, kimse söylemiyor. Sen de söylemedin, söyleyemedin.

Onlar, dünyanın emekle döndüğünü bilmelidir. O yüzden kapitalisti de, emperyalisti de onları iyi tanımalıdır. Sömürüye sonuna dek direnmelidir emekçi dediğin. Onlar önce, kendilerini, güçlerini iyi tanımalıdır. Bu güçle, düzeni, düzeni savunanı, döneğini, alçağını, satılmışını doğduğuna pişman etmelidir. Ama elbette çalışkan olmalıdır. Çalıştıkça dünyayı değiştireceğini bilmelidir, örgütlenmelidir desene! Karıncaları örnek alacaksanız, asıl bu açıdan düşünün onları desene! Neden demedin, diyemedin be kardeşim? Var mı hayvanlar aleminde, bu kadar kepazelik? Yok!

Onlar bunu yaparken, evet AĞUSTOS BÖCEĞİ gibi, hayatında sanata, şarkıya, dansa, şiire de yer vermelidir. Bunu demedin de, Karıncayı köleliğe mahkum edip, Ağustos Böceğini de kara kışa, ölüme bıraktın değil mi? Yetmedi, saz çalıp türküler söylemeyi, beyhude ve saçma uğraşlar gibi; ölmeyi, ibretlik olmayı hakedecek oyalanmalar gibi gösterip anlattın. Sanatsız bir çölde, kurumayı salık verdin. İnsanlara tabii. Bilerek ya da bilmeyerek işlediğin suçlardandır, boynuna asılmış bir vebal olarak durmaktadır.

Bak o yüzden şiirle, şarkıyla, türküyle uğraşanları nasıl da küçümsüyorlar. Bak, sırası geldiğinde nasıl derilerini soydular, düşündüklerine söylediklerine pişman ettiler, fırsatını bulduklarında nasıl cayır cayır yakıyorlar! Sırf bu gerçek bile, pomatlı saçlarını, sana ve işbirlikçilerine yedirmeyi haklı çıkarırdı. Beni anlayabiliyor musun La Fontaine!

Zamanına denk gelmediği için, paçayı kurtarmıştır BUKALEMUN, tanımadığın için TİMSAH, bilmediğin için KOBAY... Uzatmayayım, daha nicesi, kurbanın olmaktan kurtulmuştur. Ama öyle bir kapı açtın ki, insanlar hemen onları da damgaladı. Döneklere, rüzgar güllerine, ortama göre renk seçenlere Bukalemun deyip, çıktılar işin içinden. Sivas’ta, Bayrampaşa’da, Diyarbakır’da katliam emirleri verip, sonrasında “timsah gözyaşı” dökenleri bilemezsin. Belki timsah bile görmediğin içindir, ama onlar insanı aklamak için, timsaha yükleyiverdiler işi. Senden aldıkları esinle. Kobaylara gelince... Düşünmesi bile korkunç, geçelim.

KURT, MAYMUN, EŞEK, ÖRDEK, FARE, BEYGİR, KARGA, SİNEK ve daha nicesi, La Fontaine elinde ya da sayesinde, insanoğlunun tüm kötü, zararlı, kepaze yanlarının öznesi oluvermiştir. Yazmakla bitmez, ama artık toparlayalım.

Bu işte en çok zararı kuşkusuz KÖPEK çekmiştir. La Fontaine efendinin halt yeme şampiyonluğu, en çok köpeğe dairdir. “Köpekleşmek”, “köpeklenmek”, “köpek gibi”, “köpek soyu”, “salta durmak” ve ötekilerden tut da, “köpek sahibini ısırmaz”dan “dişi köpek, kuyruğunu sallamazsa...” ile başlayan özlü (!) sözlere, hepsinde La Fontaine’in payı var. Hepsi, sözümona insanın hallerini, tavrını, anlayışını anlatıyor. Peki, köpeğin ne suçu vardı a yazar efendi?
Diyeceğim şudur, insanlığın ve dünyanın yaşadığı rezilliklerde, suçu hayvanlara yükleyerek, insanı aklayamayız. La Fontaine’e bu nedenle çok kızıyorum. Çünkü hiçbir hayvan, insan gibi yalan söylemez, savaş çıkarmaz, işkence yapmaz, ihtiyacından fazla tüketmez, doğayı kirletmez, vesaire... Hepsi insana özgüdür. Dahası, böylesi nitelemeler, hayvanlara karşı önyargıları kemikleştirmiş, katledilmelerini kolaylaştırmış ve insanın insanla yüzleşmesini, insanın insanla kıyaslanmasını engellemiştir.

Çocuklarımıza bu bilinci iyi vermek gerekir. Gerekir ki, bu dünyanın yalnızca insanlara ait olmadığını öğrensinler. Artık adını koyalım; insanoğlunun, doğaya ve öteki canlılara yönelik faşist ve emperyalist tavrının kırılması gerekir. Canlı cansız her türlü doğa parçası ve üyesi, insanoğlunun tahakkümü altındadır. Bunu bilmek, belki “vicdan, merhamet” duygularını kışkırtacak ve dünyanın gelecek kuşaklara “insana yakışır” biçimde bırakılması gereğinin kapılarını açacaktır.

O gün La Fontaine’i, belki bu gözle okumayacağız. Çünkü hiçbir gerçek sanatçı bunu istemez. La Fontaine adına, haydi gelin bu büyük özeleştiriyi birlikte yapmaya cesaret edelim. Elbette, bu da bir dünya görüşü ve tavır sorunudur.

Ötesinde belki yalnızca şunu demek yeter. Sözgelimi AYI’nın ayılığı, kendi dünyasında sevimlidir, munistir. Ama onun, ormanda insana benzemeye çalışması ne kadar saçma birşeyse; insanın, şehir ortamını ormana çevirip, kendini ayıya benzetmeye çalışması ve bunu başarması, o kadar acınasıdır.

Ayının ormanda böyle birşeye kalkıştığı, henüz görünmedi. Ama insanın ortamını insanlıktan çıkarıp, şehirde ayılaşmaya çalıştığı, hayatımızın çileli gerçeğidir ve bunda, inanın AYI’nın hiçbir günahı ve vebali yoktur!

Sorun işte asıl buradadır, sevgili Jean de La Fontaine dostum... Sana derdimi anlatayım diye, yine uzattım yazıyı.

Çok siyasi bir yazı okudunuz. Neresi siyasi diyorsanız, o zaman bu yazar derdini anlatmayı başaramadı, üzgünüm...



Okurlarımıza acil ve önemli bir çağrı:

Arkadaşlar, yaz geliyor. Yine yazlıklarına gelecekler, yanlarında “süs eşyası” gibi kediler, köpekler getirecekler. Kırıta kırıta deniz kıyılarında piyasa yapacaklar. Şımarık çocukları oyalansın, komşular “ay ne hoş hayvanseverler” desin, karşı yazlıkçıyla kırıştırma sürecine meze olsun diye, o zavallıları getirecekler. Sonra... Yaz bitecek, ne yazık ki bu rezillerden başka kimsesi olmayan, o kedileri, köpekleri bırakıp gidecekler. Gidin, sahilleri dolaşın. Geçen yazdan kalma, açlıktan ve hastalıktan ölmüş ya da ölecek halde birçok kedi ve köpek göreceksiniz. Hayır, bu yaz bunu yapamasınlar! Engel olun, olamıyorsanız “taammüden cinayete teşebbüs” gerekçesiyle ihbar edin. İnanın bu en “insani”, en “saygın” ihbar olacaktır. Yapın bunu! Lütfen yapın!

Tarih: 15/5/2010 

19 Mayıs 2013 Pazar

19 MAYIS


SEN
Uzak bir rüya/ Uçtuğum çocuk gecelerimden
Sen,
Reyhanlı’dan Halep’e/ Gözyaşlarımda ışıldayan sevgili
(İtiraf ediyorum/ Uçamıyorum artık
Hangi yalanımı duydum?
Hangi çocuk yarasında kan/ Kazanç hırsım…)
Sen,
Sevdiğimi söylediğimde
Titreyecek bir ses gibisin/ uzak bir yıldız
Ürperip üşümende/ Kan kokusu/ Bomba sesi
Bir insanın yüreğini sökebilen yabanlık
Din bezirgânları/ sahte gözyaşları/ binlerce kilometre öteden - katiller başıyla verilmiş görüntüler
Uzak olsun senden
Kal içimde hep…
Söylenmemiş bir aşk
Yarım kalmış bir şiir olarak
Sen,
Bayramımsın 19 Mayıslar gibi;
Emperyalizmin ve kapitalizmin döktüğü kana inat!
Bağımsızlık ve özgürlüğüm/ İnsanlık onuruyla bezeli…

ALPER AKÇAM, 19 MAYIS 2013,

6 Mayıs 2013 Pazartesi

SON MEKTUPLAR


Ve idam günü gelip çatınca, o sevdiğim, alıştığım giysilerimi giyeceğim; postallarımı, parkamı.
beyaz ölüm gömleği giydirmek isteyecekler, giymeyeceğim. kesin. direneceğim ve giymeyeceğim.
öyle her zamanki eyleme gidiş tavrımla gideceğim.
yok, tıraş falan da olmayacağım.
gidip, oturup, önce bir sigara yakacağım orada.
sonra demli, sıcak, güzel bir çay içeceğim.
ha bak, rodrigo'nun o ünlü gitar konçertosunu dinlemek isterim orada. Sanırım,asılacak bir adamın son arzusunu geri çevirmezler.

Deniz Gezmiş



Fotoğraf: Baba,
Mektup elinize geçmiş olduğu zaman, aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben, ne kadar üzülmeyin desem, yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat, bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum. İnsanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürler… Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde, fazla şeyler yapabilmektir.

Bu nedenle ben, erken gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki, benden önce giden arkadaşlarım, hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de etmeyeceğimden şüphen olmasın.

Oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir.

Bu yola bilerek girdi. Sonunda da bu olacağını biliyordu.

Seninle düşüncelerimiz ayrı ama, beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, (…) anlayacağını inanıyorum.

Cenaze için, avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara´da 1969´da ölen arkadaşım Taylan Özgür´ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul´a götürmeye kalkma.

Annemi teselli etmek sana düşüyor. Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et. Onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir.

Son anda, yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım…

Oğlun Deniz Gezmiş
Merkez Cezaevi
Mektup elinize geçmiş olduğu zaman, aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben, ne kadar üzülmeyin desem, yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat, bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum. İnsanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürler… Önemli olançok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde, fazla şeyler yapabilmektir.

Bu nedenle ben, erken gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki, benden önce giden arkadaşlarım, hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de etmeyeceğimden şüphen olmasın.

Oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir.

Bu yola bilerek girdi. Sonunda da bu olacağını biliyordu.

Seninle düşüncelerimiz ayrı ama, beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, (…) anlayacağını inanıyorum.

Cenaze için, avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara´da 1969´da ölen arkadaşım Taylan Özgür´ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul´a götürmeye kalkma.

Annemi teselli etmek sana düşüyor. Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et. Onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir.

Son anda, yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım…

Oğlun Deniz Gezmiş
Merkez Cezaevi

Fotoğraf: Babama, anneme, kardeşlerime ve yakın akrabalarıma, 
söyleyecek fazla söz bulamıyorum. Bir insanın sonunda karşılaşacağı tabii sonuç, bildiğiniz sebeplerden dolayı erken karşıma çıktı.Üzüntü ve acınızı tahmin ediyorum.İleride durumumu çok daha iyi anlayacağınız inancındayım.Metin olunuz.Üzüntü ve acılarınızı unutmaya çalışınız.Bütün varlığımla hepinize kucak dolusu selamlar 
Sevgiler!.. 
Yazılacak çok şey var; fakat hem mümkün değil,hem de sırası değil... 
Candan selamlar. 

Hüseyin İnanBabama, anneme, kardeşlerime ve yakın akrabalarıma, 
söyleyecek fazla söz bulamıyorum. Bir insanın sonunda karşılaşacağı tabii sonuç, bildiğiniz sebeplerden dolayı erken karşıma çıktı.Üzüntü ve acınızı tahmin ediyorum.İleride durumumu çok daha iyi anlayacağınız inancındayım.Metin olunuz.Üzüntü ve acılarınızı unutmaya çalışınız.Bütün varlığımla hepinize kucak dolusu selamlar
Sevgiler!..
Yazılacak çok şey var; fakat hem mümkün değil,hem de sırası değil...
Candan selamlar.

Hüseyin İnan


Fotoğraf: Sevgili Babacığım, 

Bu mektubu aldığın zaman ben ebediyen bu dünyadan göç etmiş olacağım. ne kadar sarsılacağını tahmin ediyorum. Bir buçuk seneden beri benim yüzümden nasıl üzüntü içinde olduğunuz malûm. Bu son olayı da metanetle karşılamanızı sadece dileyebiliyorum. 

Babacığım bu olaydan da annemin ve Yücel’in senin tesellilerine ve desteklerine ihtiyaçları çok. Bunun için ne kadar metin olursan, hem senin sağlığın için hem de onlar için o kadar iyi olur. Elbette ki, yıllarca emek verip yetiştirdiğin bir oğlun, bir günde öldürülmesi kolay göğüslenecek bir olay değildir. Fakat siz benim ne için, kimlere karşı mücadele verdiğimi biliyorsunuz. Ben bu açıdan rahat ve vicdan huzuru içinde gidiyorum. Sizlerin de bu bakımdan rahat ve huzur içinde olduğunuzu ve olacağınızı biliyorum. 

Babacığım, annemin ve Yücel’in senin desteklerine muhtaç olduklarını yukarıda söylemiştim. Onları rahat ettirmek için bütün gücünü kullanacağından zaten eminim. Babacığım, burada şunu ilave edeyim ki, Yücel’in hastalığından kendini sorumlu hissediyorum. Yücel için her şeyinizi ortaya koyacağınız konusunda da kuşkum yok. Ablamlar için söyleyeceğim; fazla üzülmesinler, olayın sarsıntıları geçtikten sonra normal hayatlarını devam ettirsinler. Mehtap’a ne diyeyim... Benim için her zaman bol, bol öpün. 

Babacığım, cezaevinde kalan arkadaşları ara sıra yoklarsan, hallerini hatırlarını sorarsan çok memnun olurum. Her birisi oğlun sayılır. Dışarı’da bizler için uğraşan dostlarımı ve dostlarını unutmayacağını biliyorum. 

Mektubum burada biterken sizi, annemi, Yücel’i, ablamı, Aziz ağabeyi Mehtap’ı hasretle kucaklarım babacığım... 
Sağlıcakla kalın.

(Yusuf Aslan babasına özel olarak yazdığı mektup)
Sevgili Babacığım,

Bu mektubu aldığın zaman ben ebediyen bu dünyadan göç etmiş olacağım. ne kadar sarsılacağını tahmin ediyorum. Bir buçuk seneden beri benim yüzümden nasıl üzüntü içinde olduğunuz malûm. Bu son olayı da metanetle karşılamanızı sadece dileyebiliyorum.

Babacığım bu olaydan da annemin ve Yücel’in senin tesellilerine ve desteklerine ihtiyaçları çok. Bunun için ne kadar metin olursan, hem senin sağlığın için hem de onlar için o kadar iyi olur. Elbette ki, yıllarca emek verip yetiştirdiğin bir oğlun, bir günde öldürülmesi kolay göğüslenecek bir olay değildir. Fakat siz benim ne için, kimlere karşı mücadele verdiğimi biliyorsunuz. Ben bu açıdan rahat ve vicdan huzuru içinde gidiyorum. Sizlerin de bu bakımdan rahat ve huzur içinde olduğunuzu ve olacağınızı biliyorum.

Babacığım, annemin ve Yücel’in senin desteklerine muhtaç olduklarını yukarıda söylemiştim. Onları rahat ettirmek için bütün gücünü kullanacağından zaten eminim. Babacığım, burada şunu ilave edeyim ki, Yücel’in hastalığından kendini sorumlu hissediyorum. Yücel için her şeyinizi ortaya koyacağınız konusunda da kuşkum yok. Ablamlar için söyleyeceğim; fazla üzülmesinler, olayın sarsıntıları geçtikten sonra normal hayatlarını devam ettirsinler. Mehtap’a ne diyeyim... Benim için her zaman bol, bol öpün.

Babacığım, cezaevinde kalan arkadaşları ara sıra yoklarsan, hallerini hatırlarını sorarsan çok memnun olurum. Her birisi oğlun sayılır. Dışarı’da bizler için uğraşan dostlarımı ve dostlarını unutmayacağını biliyorum.

Mektubum burada biterken sizi, annemi, Yücel’i, ablamı, Aziz ağabeyi Mehtap’ı hasretle kucaklarım babacığım...
Sağlıcakla kalın.

(Yusuf Aslan babasına özel olarak yazdığı mektup)

1 Mayıs 2013 Çarşamba

1 Mayıs şiirini yazan ilk şair Nezihe Hanım ve Şiiri





1 Mayıs
Ey işçi…
bugün hür yaşamak hakkı seninken
Patronlar o hakkı senin almışlar elinden.
Sa’yınla edersin de “tufeyli”leri zengin
Kalbinde niçin yok ona karşı yine bir kin?
Rahat yaşıyor, işçi onun emrine münkâd;
Lakin seni fakr etmede günden güne berbâd.
Zenginlere pay verme, yazıktır emeğinden.
Azm et de esaret bağı kopsun bileğinden.
Sen boynunu kaldır ki onun boynu bükülsün.
Bir parça da evlatlarının çehresi gülsün.
Ey işçi…
mayıs birde bu birleşme gününde
Bişüphe bugün kalmadı bir mani önünde…
Baştanbaşa işte koca dünya hareketsiz;
Yıllarca bu birlikte devam eyleyiniz siz.
Patron da fakir işçilerin kadrini bilsin
Ta’zim ile, hürmetle sana başlar eğilsin.
Dün sen çalışırken bu cihan böyle değildi.
Bak fabrikalar uykuya dalmış gibi şimdi.
Herkes yaya kaldı, ne tren var, ne tramvay
Sen bunları hep kendin için şan-ü şeref say…
Birgün bırakınca işi halk şaşkına döndü.
Ses kalmadı, her velvele bir mum gibi söndü.
Sayende saadetlere mazhar beşeriyet;
Sen olmasan etmezdi teali medeniyet.
Boynundan esaret bağını parçala, kes, at!
Kuvvetedir hak, hakkını haksızlara anlat.




Amele Cemiyeti'ne üye olan Nezihe Hanım, 1 Mayıs şiirini yazan ilk şairdir. 1923 ve 1924 yıllarında yayımlanan iki 1 Mayıs şiiri vardır.
Babası öldüğünde kendisine bağlanan 40 kuruşluk maaş nedeniyle yazdığı protesto yazısı ve kimi şiirleri nedeniyle hakkında soruşturma açılan Nezihe Hanım, yazılarından ve şiirlerinden taviz vermemiştir. Geçimini el işiyle veya mektup yazmakla sürdürür. Değişik yerlerde çalışmış, hayatını emekçilikle sürdürmüştür. Edebiyat dünyası Nezihe Hanım'ı yazdığı aşk, hüzün, keder, acı dolu şiirleriyle tanıtmasına rağmen, dönemin toplumsal gerçekçi ürünlerini sunmasıyla da edebiyat tarihinde yerini almıştır.
Yine dönemi göz önüne alındığında, kadın özgürlüğü ve direnci bakımından bir bakış açısına sahip olduğu söylenebilir. Son eşiyle evlendiğinde, bir eve 3. eş olarak gittiğinden haberi yoktur. Cide'ye yerleşen Nezihe Hanım, durumu anlayınca eşini terk ederek hemen boşanır. Daha sonraki yaşamı çocuğu Vedat'la birlikte geçirir. Soyadı kanunu döneminde kendisine verdiği "Bükülmez" adı, yaşamının özetidir bir ölçüde.
Beş çocuk sahibi ailenin yaşayan tek çocuğu olarak hayat mücadelesinde direngen duruşu ve mücadeleci tutumunu sürdüren Yaşar Nezihe Hanım, yaşadığı sıkıntılardan kaynaklı iki kez intihar girişiminde bulunmasına rağmen uzun yıllar hayatını sürdürmüştür. Yaşar Nezihe Bükülmez 5 Kasım 1971 tarihinde 91 yaşındayken hayata gözlerini yummuştur.