17 Şubat 2011 Perşembe

ODATV’NİN GENÇ OKURLARINA (MUSTAFA BALBAY'dan mektup)




Araştırmacı, özgür, bağımsız haberciliğin en çağdaş, en etkili örneği OdaTV’nin haberciliğini tutuklanmamın ardından internetten mahrum kaldığımdan gerek ziyaretime geldiğinde gerekse duruşmalar sırasında Ergenekon ve eklenti davalarının en genç ve benim ona taktığım isimle nöbetçi avukatı Serkan GÜNEL’in getirdiği bilgisayar çıktılarından gecikmeli de olsa sabırsızlıkla takip ediyorum… Ediyor-dum demiyorum çünkü biliyorum ki her ne şartla olursa olsun OdaTV gazeteciliği devam etmelidir diye düşünüyorum. Çünkü faşizmin her türlü müdahalesine rağmen kamuoyunun böyle bir haberciliğe, gerçekleri öğrenmeye ihtiyacı var…
Bildiğim kadarıyla OdaTV’nin bir hayli genç ve bir o kadar da kendini hep genç hisseden takipçisi var. O yüzden öncelikle onlara sesleniyorum…

Sevgili Gençler;

Sizin kuşaklara daha güzel bir Türkiye bırakmak isterdik… Dilerdik ki, sizin kuşaklar Hukuk Fakültesi’nden mezun olunca avukatlık mesleğini seçmek isterse, yaşam kalitesinin arttırılmasını engelleyen durumların çözülmesi, kültür zenginliklerimizin korunması gibi davalarla ilgilenmek için duruşma salonlarına girsin… İsterdim ki genç gazeteciler, mesleğe başladığında gelecek kaygısı gütmeden iktidarın hışmından korkmadan 4. kuvvet olduğunun bilinciyle özgürce yazabilsin… İsterdim ki genç akademisyenler nasıl iktidara ters düşmem de üniversitedeki işim devam eder diye düşüneceğine sadece bilimiyle, uluslararası dergilerde yayımlayacağı makalelerle uğraşsın…
Ama öyle olmadı…

Biz 50’li yaşlar kuşağı 25li yaşlarımızdan beri, daha güzel, daha yaşanası bir Türkiye için mücadele verdik, vermeye devam ediyoruz… Ancak görünen o ki; biz mücadelemizi gücümüzün son damlasına kadar sürdürürken sizlerin de mesleğinize tam bu noktadan başlamanız gerekecek…Daha doğru anlatımla başladınız bile…

Bu mektubu sizlere spor salonundan bozma Silivri özel yetkili mahkemesinin duruşma salonundan yazıyorum…

Soner Yalçın ve OdaTv’deki 3 değerli mesai arkadaşının gözaltına alınmasının ardından iki yıldır sürdürmekte olduğum çırpınışlarım, haykırışlarım geliyor gözümün önüne…
Mahkeme Salonunda, gazetem Cumhuriyet’teki sütunumda gücüm yettiğince hep şöyle seslendim:

“Bir gazeteci susturulmuşsa, toplumun atar damarlarından biri tıkanmış demektir. Gazetecinin tutukluluğu fiili sansürdür.
Gazeteci toplumun akciğeridir. Gazetecilere yönelik baskı toplumun solunum yollarının enfeksiyona uğraması demektir.
Bir gazeteciye yönelik baskı tüm mesleğe, devamında topluma yönelik baskı, yıldırma girişimi demektir.
Gazeteci arşivi ve çevresi ne kadar genişse o kadar iyi bir gazetecidir. Eğer kötü niyetle yaklaşırsanız gazetecinin arşivinden her türlü suç üretebilirsiniz.” (aynı bana Tuncay’a yapılan gibi)
Bunları her fırsatta haykırdım.
Sevgili Soner Yalçın, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve Ayhan Bozkurt’a yönelmiş, kabul edilemez yaptırımla birlikte bir kez daha altını çizmekte yarar görüyorum.

Soner Yalçın’ın zengin arşivine ve yazdığı kitaplara bakıp bir Ergenekon Savcısı mantığıyla onun için bir çırpıda şu suçları üretebilirsiniz;
- Hizbullahçı
- PKK koordinatörü
- Hzibullah- PKK haberleşmesini sağlayan köprü yönetici
- Devletin gizli belgelerini saklamak, çalmak, yayımlamak
- Kişileri ait verileri kaydetmek, saklamak
- Toplumu inanç ve etnik yapılarına göre bölmek
- Halkı hükümete arşı silahlı isyana teşvik etmek
- Kısmen ya da tamamen hükümeti cebren işlevini yapamaz hale getirmek
- Kaos ortamı yaratmak
- Devlet büyüklerini aşağılamak
- Terör örgütünün medya yapılanmasını sağlamak
- Terör örgütü ile medya arasında koordinasyon görevi üstlenmek

Nasıl? Çok korkunç değil mi? İki sene önceye kadar normal gazetecilik mesleğimi yürütürken tutuklandım ve hiçbir somut delil olmamasına karşın benzer suçlamalara karşı savunma yapıyorum. Sonuç umarım benzemez, ancak biz bu filmi daha önce gördük ve inanın bu sadece basın ayağı diğer insanlara da en az bizim ki kadar asılsız suçlamalar uydurma delillerle isnatlar yapıldı, yapılmaya devam ediliyor.
İşte OdaTV böyle bir ortamda, cesurca, bağımsızca, özg… (evet artık özgürce yazamıyorum umarım yazarım) bu hukuksuzları, Emniyetin kasıtlı ‘sehven’liklerini haber yaptığı için bugün Emniyetin misafiri! konumunda….

Öncelikle meslektaşlarımı ardından Siyasi partileri, Sivil Toplum Kuruluşlarını, toplumun tüm duyarlı kesimlerini yukarıda dile getirmeye çalıştıklarımı tartışmaya çağırıyorum… Bu süreçte iktidarın faşizminden çekinip yaşanan hukuksuzluklara kıyıdan değinen ya da eğinmekten çekinen meslektaşlarıma ayrıca sesleniyorum, nasıl ki kanadı da olan her kuş uçamazsa kalemi olan her gazeteci de gerçekleri özgürce yazamadığı sürece sadece sözde gazeteci kalmaya devam edecektir…

Mustafa BALBAY
Silivri Zulümhanesi

Odatv.com

8 Şubat 2011 Salı

Tarihe geçen davalar... Silivri Davaları ... Dr.ALEV COŞKUN

           Socrates, baldıran zehrini içerken, başı dik olarak ölümü soğukkanlılıkla karşıladı.



Kimisi bağnaz dinci, kimisi ırkçı, kimisi siyasal nedenlerle suçlananların yaptıkları
savunmalar, insanlık tarihinin belleğinde birer aydınlanma belgesi olarak yer almıştır

Dr. ALEV COŞKUN

İnsanlık tarihi boyunca unutulmayan büyük davalar vardır.
Kimisi bağnaz dinci, kimisi ırkçı, kimisi siyasal nedenlerle suçlananların yaptıkları savunmalar, insanlık tarihinin belleğinde birer aydınlanma belgesi olarak yer almıştır. Onları suçlayan savcılar ve onları mahkûm eden özel mahkemeler ise olumsuz yönleriyle ve kimi zaman lanetlenerek tarihe geçmiştir.
Bu büyük davaların birincisi, kuşkusuz M.Ö. 400 yıllarında Atina’da yaşamış olan ünlü filozof Sokrates’in davasıdır. Her türlü edinilmiş bilgiyi yadsıyan bir düşünceden yola çıkan Sokrates, kullandığı diyalektik metotla ve soru sorarak insanların gerçek bilgiye sahip olmadıklarını kanıtlıyordu. Nesnel düşünceye ulaşmayı sağlayan yolun insanın kendi aklı olduğunu savunuyordu.
Gelenekleri sarsmak, sitenin tanrılarından farklı tanrıları yüceltmek ve gençliği yoldan çıkarmak suçlamasıyla hakkında dava açıldı. Kurulan özel mahkemede yargılandı, ama düşüncelerinden ödün vermedi, sonunda ölüme mahkûm edildi. Baldıran zehrini içerken, başı dik olarak ölümü soğukkanlılıkla karşıladı.
Bugün Sokrates’i 2400 yıl önce mahkûm eden mahkeme olumsuz bir biçimde anılıyor ama, Sokrates aklın terazisinin öne çıkarılması bağlamında taçlandırılıyor. Onun için ünlü filozof Kant aklın ideali, Hegel ise insanlık kahramanı deyimlerini kullandılar.
Galileo’nun yargılanması
Kuşkusuz, insanlık tarihine geçen bir başka büyük dava, ünlü İtalyan fizikçi ve astronom Galileo Galilei’nin yargılandığı davadır.
Galilei, dünyamızın sanıldığı gibi evrenin merkezi olmadığını, tersine uzaydaki yıldızların güneşin çevresinde dolandığını gösteren bilimsel kanıtlar ortaya koydu. Herkesin anlaması için Latince değil, İtalyanca yazdığı Konuşmalar’ adlı kitabında bu konuları işledi... Ama kutsal kitap İncil’in dediklerine ve dinsel dogmalara karşı çıktığı ve Dünya Güneşin etrafında dönüyor, Güneş, Ay ve yıldızların tüm evrene hizmet etmekten başka işlevleri yoktur dediği için, 1633 yılında din dogmalarına karşı geldiği gerekçesiyle Papalık tarafından özel olarak kurulan Roma Engizisyon Mahkemesinin önüne çıkarıldı.
Roma Engizisyon Mahkeme Kurulu özel giysileriyle kürsüde yerlerini almıştı. Galile, savunmasında beden sağlığının acınacak durumda olduğundan ve yaşlılığından söz etti. Bu durum, bütün dünya ansiklopedilerinde şöyle betimleniyor:
Roma Katolik Kilisesinin müthiş gücü 69 yaşındaki ihtiyar Galileiye karşı mevzilenmişti.
Engizisyon mahkemeleri çok gaddardı. Zaman da çok zalimdi, diri diri yakılma kararlarını göz kırpmadan veriyorlardı.
İşkence ve diri diri yakılma tehdit ve baskısı altındaki ünlü âlimden, uğruna ömrünü harcadığı Dünyanın Güneş çevresinde döndüğü yolundaki düşüncesini reddetmesi isteniyordu.
Sonunda Galilei, diri diri yakılmaktan kurtulmak için diz çökerek biat etmek zorunda bırakıldı.
1633 yılında sadece 20 gün süren davada Galilei, yargıçlar önünde diz çöküşten doğrulurken, ayağını sessizce yere vurmuş ve Eppur, si muove!” (Ama yine de Dünya dönüyor) demişti.
Biat ettiği için diri diri yakılmaktan kurtuldu. Ömür boyu hapse mahkûm oldu, Büyük Dünya Sistemi Üzerine Konuşmalar adlı yapıtı yasaklandı ve yakıldı.
Ama ve değişti? Bugün o Engizisyon Mahkemesi lanetle anılıyor, Galilei ise dünya bilim tarihinin en üst noktasında yaşıyor.

Socrates, baldıran zehrini içerken, başı dik olarak ölümü soğukkanlılıkla karşıladı.

CALAS DAVASI
Kuşkusuz insanlık tarihine geçen diğer önemli bir dava, 1761’deki Calas davasıdır. Bu dava, dinsel bağnazlık yüzünden açılmış bir dava ve işlenmiş büyük adli hata olarak tarihe geçmiştir. 1761’de Fransa’da Toulouse kentinde kumaş ticareti yapan ve Protestanlığa geçen Calasın oğlu Antonie babasının dükkânında asılmış olarak bulundu. Dinsel bağnazlığın körüklediği bir iftira kampanyası ile Calas’ın Katolikliği benimsememesi nedeniyle oğlunu öldürdüğü ileri sürüldü. Özel mahkemedeki duruşmalar sonunda Calas tekerlek işkencesine mahkûm edildi. Bu cezaya çarptırılan suçlu, sahne gibi yüksek bir platformda bir araba tekerleğine bağlanıyor, herkesin gözü önünde bir piyesin sahneye konulması gibi bir yandan tekerlekle sıkılıyor, öte yandan da elinde bir demir çubuk bulunan cellat tarafından ölünceye kadar dövülüyordu.
Sonunda Calas’a verilen ölüm cezası bu anlatıldığı biçimde infaz edildi.
Bu olaydan etkilenen ünlü Fransız aydınlanma felsefecisi Voltaire, iki yıl sonra Traitede latolerance (Hoşgörü Üzerine İnceleme) (1763) adlı kitabını yazarak bir kampanya başlattı. Bir yıl sonra 1764’te, davanın yeniden görülmesini sağladı ve Calas’ı kurulan büyük mahkeme önünde bizzat savundu.
Suçlamaların asılsız olduğunu kanıtladı ve beraat ettirerek öldürülen Calas’ın onurunu tarih önünde iade ettirdi.

 DREYFUS DAVASI
 İnsanlık tarihinde bir başka büyük dram olarak geçen dava Dreyfus davasıdır.
1894-1906 yılları arasında, Fransız kamuoyunun ikiye bölünmesine neden olan, hukuka aykırı, şövenist ve bir siyasal skandal olan bu davadan kısaca söz etmemiz gerekiyor.
Fransız haberalma servisi, Paris’teki Alman askeri ataşesinin kâğıt sepetinde yaptığı bir araştırmada, Fransız milli savunmasına ait gizli belgelerle ilgili imzasız bir yazı bulunduğunu açıklar. (Evet imzasız kâğıt size bir şeyler anımsatıyor mu?)
1894’te bu imzasız kâğıttaki yazının, el yazısına benzerliği iddiasıyla Fransız ordusunda subay olan Yahudi asıllı Dreyfus suçlanır. Genelkurmay Askeri Mahkemesi’ne gönderilen Dreyfus, kendisine gösterilmeyen belgelere dayanılarak ömür boyu hapisle cezalandırıldı ve bir adaya sürgüne gönderildi.
Ünlü Fransız yazarı Emile Zola, konu üzerine eğildi ve 4 yıl sonra 1898’de Fransız Cumhurbaşkanı’na hitaben Suçluyorum başlığıyla bir mektup yayımladı. Zola, bu açık mektubunda, Dreyfus’u kanıt olmaksızın mahkûm ettiği için Genelkurmay Askeri Mahkemesi’ni ağır bir dille suçluyordu. Dava kamuoyuna yansıdı. Bu suçlayıcı açıklaması nedeniyle bu kez yazar Emile Zola bir yıl hapis ve 3000 frank para cezasına mahkûm edildi. Ancak Zola’ya verilen bu hapis cezası Fransız kamuoyunu ikiye böldü. İnsan hakları, kişisel özgürlük savunucuları, solcular, demokrat aydınlar bir yanda, vatanın yüksek menfaatlerini” düşünenler öte yanda yer aldılar.
Kamuoyunun baskısı sonucu Dreyfus’u suçlayan belge bilirkişi heyetine gönderildi ve Dreyfus davasının omurgasını oluşturan, suçlayıcı, imzasız belgenin sahte olduğu ispatlandı. Bu sahte belgeyi düzenleyen Albay Henry dayanamayıp intihar etti. Yargıtay davanın yeniden bakılmasına karar verdi. 1899’da Dreyfus, Harp Divanı’nca yeniden yargılandı. Bu kez hafifletici sebeplerle, ömürboyu hapis cezası 10 yıl hapse çevrildi. Kamuoyu baskısıyla kısa bir süre sonra serbest bırakıldı, ancak hâlâ suçlu sayılıyordu.Aydınların baskısı sürüyordu, 1904’te Dreyfus davasının yeniden bakılması kararlaştırıldı ve 1906’da Fransız Yargıtayı tarafından Dreyfus’u mahkûm eden ilk karar iptal edildi. Dreyfus aklandı, yeniden orduya alınarak Legion Dhonneur nişanı ile ödüllendirildi.
Bu davaya bakan ve Dreyfus’u haksız yere mahkûm eden mahkeme heyeti bütün dünyada suçlandı ve suçlanıyor...

NESİMİ VE ENELHAK
15. yüzyılda yaşayan şair ve düşünür Nesimi Vahdet-i Vücut (Varlığın bütünlüğü) görüşünü savunmuştur.
Hallac-ı Mansur’un enel-Hak düşüncesi için Mansur Enelhak söyledi, “Haktır sözü Hak söyledi şiirini yazdığı için şeriata aykırı hareket etmekle suçlandı. Halep’te tutuklandı, uzun süre tutukevinde kaldı, sonra derisi yüzülerek vahşice öldürüldü.
Şimdi onu tutuklayan, onu yargılayan, onun derisini yüzenler lanetleniyor. Ama Nesimi bugün dünyadaki milyonlarca Bektaşi tarafından şehit kabul ediliyor. İnsanlık tarafından kahraman olarak anılıyor.

MİTHAT PAŞA
Ülkemizin siyasal yaşamında skandal siyasal davalar çoktur. Burada 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün adil olmayan dramatik davalarından söz edersek, bu yazının günlerce sürmesi gerekir. Ancak tarihimizde önemli yeri olan Mithat Paşanın mahkûm edilip Taif zindanlarında boğulmasına kısaca değinmeliyiz.
Mithat Paşa, 1822-1884 yıllarında yaşayan büyük bir devlet adamıdır. Onun, Tuna, Edirne, Bağdat, Selanik, Suriye ve Aydın Valisi olarak yaptıkları saymakla bitmez. Şu anda Türkiye’nin en büyük devlet bankası olan Ziraat Bankası’nın kuruluşuna öncülük etmiştir, unutulmayan büyük bir devlet adamıdır.
Ancak onun en büyük başarısı, Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası Kanuni Esasiyi gerçekleştirip 1876’da ilan ettirmesi ve I. Meşrutiyet devrimini başlatmasıdır.
Mithat Paşa’nın etkisi ve gücüyle I. Meşrutiyet’i ilan eden padişah Abdülhamit, aynı zamanda Mithat Paşa’yı sadrazam yaptı (19.12.1876). Ancak bir süre sonra Mithat Paşa, kabul ettirdiği anayasanın 113. maddesine dayanılarak azledildi ve yurtdışına sürüldü.
Bir süre sonra tutuklandı. Padişah Abdülhamit kendi oturduğu sarayda özel bir mahkeme oluşturdu. Yıldız Mahkemesi adlı bu özel mahkemede hakkındaki suçlamaları çürütmesine karşın, önyargılı ve padişaha bağlı yargıçlar tarafından Mithat Paşa ölüm cezasına çarptırıldı. Padişah tarafından cezası sürgüne çevrilen Mithat Paşa önce Cidde’ye, sonra Taif zindanlarına gönderildi. 1884’te Abdülhamit’in emriyle Taif zindanlarında boğularak öldürüldü.
Mithat Paşa’nın kemikleri 1951’de Türkiye’ye getirildi ve Şişli’deki Abide-i Hürriyet Meydanı’na gömüldü. Pekiyi bugün Mithat Paşa’yı mahkûm eden yargıçlar kurulu hakkında olumlu bir yazı, bir satır bulunabilir mi?
Ama Mithat Paşa bir hürriyet kahramanı, bir devlet adamı, bir anayasa devrimcisi olarak tarihte güçlü yerini almış bulunuyor.
Bu davalardan çıkaracağımız sonuç şudur:
İnsanlık tarihinin bu büyük ama adaletsiz davaları daima ibretle anılıyor. Adaletsiz yargılamalar lanetleniyor. Haksız yargılananlar sonunda kahraman oluyorlar...


SİLİVRİ DAVALARI
Silivri’de görülen davalar da binlerce sayfadan oluşan iddianameler üzerine bina edilmiş, siyasal davalardır.
Silivri davalarında her şeye karşın, atılı suç sanıkları birer birer özgürlüklerine kavuşuyorlar. Kuşkusuz bir gün hepsi beraat edecek ve dışarıya çıkacaklar.
Silivri davalarının tarihe geçecek birçok yanı ve hukuksal boyutu var.

Ama bu davanın tarihe geçecek en önemli ve köşeli yanı nedir?

Kanımızca, ileride bugünlerin tarihini yazacak tarihçiler, hukukçular, siyaset bilimciler davanın çeşitli yanılarını inceleyeceklerdir. Ama davanın sanıklarının hiçbirisi mahkeme önünde diz çökmedi, boyun eğmedi. Bu husus en önemli olgu olarak tarihe geçecektir. Hiçbirisi baskı altında kalan büyük bilim adamı Galilei gibi diz çökmediler.
Bilim adamı, üniversite kurucusu, uluslararası üne sahip büyük doktor Prof. Haberal, gazeteci Balbay ve Özkan, sendikacı Özbek, İşçi Partisi Genel Başkanı Perinçek, eski İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Hilmioğlu, TSK mensupları Çetin DoğanDursun Çiçek ve isimlerini sayamadığım diğerleri hiçbir duraksama göstermediler.

Prof. Haberal’ın hastane odasından yaptığı savunma unutulur mu?

Balbay’ın, Özkan’ın hemen her celse sergiledikleri dik duruş unutulur mu?
Perinçek’in davayı temelinden sarsan savunması, Sevgili İlhan Ağabeyin vefat etmeseydi mahkeme önünde yapacağı, ama sonradan Cumhuriyet’te yayımlanan tarihsel savunması unutulur mu?
Bir gün gelecek, Silivri Mahkemesi önünde yapılan savunmalar, aynı Sokrates’in, Galilei’nin özel mahkemelerde yaptığı savunmalar gibi...
Tıpkı, ünlü filozof Voltaire’in, işkence ile öldürülen Calas’ın onurunu geriye kazanmak için, Emil Zola’nın Dreyfus’e yapılan haksızlığı ortaya koymak için yaptıkları savunmalar ve yazdıkları açık mektuplar gibi...
Tıpkı, Nesimi’nin dik duruşu gibi...
Tıpkı, Mithat Paşa’nın Yıldız Özel Mahkemesi’nde yaptığı savunma gibi...
Tıpkı 12 Mart’ta aydınların yargılandığı davalardaki yapılan savunmalar gibi...

Tıpkı, 12 Eylül’de insanlık dışı tutuklamalar ve adaletsiz yargılamalar için yapılan savunmalar gibi, Silivri savunmaları da şimdiden özgürlük, hukuk ve adalet kütüphanemizde yerini almıştır.

Bu yazımızda özetle sözünü ettiğimiz insanlık tarihine geçen bir davalardan kuşkusuz çıkaracağımız dersler vardır.
1- Özel mahkemeler, her türlü cezayı verebilirler ama tarih boyunca lanetlenmişlerdir. Sokrates’in, Galilei’nin, Dreyfus’ün, Nesimi’nin, Mithat Paşa’nın mahkemeleri gibi...
2- Özel mahkeme yargıçları, insanlık tarihine olumsuzluklarla geçerken, o mahkemelerde yargılananlar insanlık tarihinin baş köşelerinde taçlanmış bir biçimde anılmaktadırlar.
Bir an önce adalet, özgürlük, hukukun üstünlüğü için...
***
CUMHURİYET GAZETESİ

 Çok önemli  bu yazı ile Tarihsel Dönece blog sayfamdan merhaba diyorum...
Arzu