30 Ağustos 2013 Cuma

ATATÜRK VE ASKERLERİ

KOCATEPE'NİN GELİNCİKLERİ

Afyon ilinin güneydoğusunda 2.800 metreye yükselen Kocatepe’nin yamacında, Büyük ve Küçük Kalecik kasabaları yer alır. Büyük Taarruzdan bir gece önce Kocatepe çadırlı karargâhında bir araya gelen Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ve Ordu Komutanı Kazım Paşa, Kalecik kasabasından getirtilen sofraya otururlar. Olay, Mareşal Fevzi Çakmak’ın 22 yıl yardımcılığını yapan ve savaşta Kurmay Başkanlığını üstlenen Orgeneral Asım Gündüz’ün anılarında şöyle yer alır: Sofrada cılız bir tavuk, birkaç yumurta, bazlama ve soğan vardı. Mustafa Kemal, Ordu Komutanı Kazım Paşaya dönerek:
—Askere akşam tayını olarak ne verdik?
—Birer avuç kavurga Paşam!
Kavurga, buğdayın veya darının teneke veya saç üzerinde kavrulmuş halidir. Sabahleyin gün doğmadan tarihin ilk yıldırım harekâtını başlatacak ve birkaç gün içinde zafere ulaşacak olan o eşsiz askerin akşam yemeğidir.
Mustafa Kemal, kopardığı lokmayı bırakır ve doğrulur. Paşalar onu izler, sofra kaldırılır. Ve bu muhteşem ordunun en üst yönetim kadrosu, geceyi aç karşılar.
“Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır.
Ne ağaç ne kuş sesi ne toprak kokusu vardır.
Gündüz güneşin gece yıldızların altında kayalardır.” Diyor, koca Şair. Nazım Hikmet.
O günden beri, Kocatepe yamaçlarında kan kırmızı gelincikler açar. Rengini şehitlerimizin kanlarından alan…



Sabiha Gökçen anlatıyor:
Askeri birlikleri teftişlerimiz sırasında yemeğe oturduğumuzda Atatürk bazen 5-10 dakika yemeğe başlamaz, yaveri gelip kulağına bir şey söyledikten sonra afiyet olsun der yemeğe başlardık.
Bir gün bunun nedenini Atatürk'e sorunca "Sen karışma yemeğine devam et" dedi, İyice merak ettim.
Gittim yaverine, "Sen Paşa'nın kulağına ne diyorsun da biz yemeğe başlıyoruz?" diye sordum.
Yaver bana gözlerimi yaşartan şu cevabı verdi:
"Birlikteki tüm Mehmetçik yemeğini yedi, şu anda bitirdi. Artık yemeğe başlayabiliriz Paşam."

24 Ağustos 2013 Cumartesi

SAHTE CAN YÜCEL ŞİİRLERİ

SAHTE CAN YÜCEL ŞİİRLERİÖzlem Çinici'den "Sahte Can Yücel Şiirleri" üzerine bir deneme...Ölümünün 14. yıldönümünde; usta şaire saygıyla kaleme alınmıştır...
SAHTE CAN YÜCEL ŞİİRLERİ
Can Yücel'i ölüm yıldönümünde analım anmasına da; artık çoğu kendisine ait olmadığı halde paylaşım rekorları kırarak facebook'ta dolaşan ağlak ve ağdalı arabesk zırvalardan onun namuslu kalemini arındırarak yapalım bunu..

Ne zamandır bu konuyu yazmak istiyordum; kısmet bugüneymiş dostlarım.. Sabah saatlerinde sanal dünyaya bağlandığımda ustanın ölüm yıldönümüne binaen ortada dolaşan çakma şiirlerle yeniden yüz yüze gelince; rahmetlinin hatırasına saygıda kusur etmemek adına bu yazıyı yazmak; mürekkep yalamış bir insan olarak bana görev göründü..

Öncelikle şöyle bir bilgi vererek başlayalım ki; ekşi sözlüğün ergen türevi "inci sözlük" adında bir sanal sosyal platform birkaç yıl önce; "Can Yücel gibi yazmayı öğretiyorum" başlığıyla bir konu açtı ve bu başlığın altı bir şekilde yüzlerce rumuz tarafından doldurularak; yine yüzlerce sözde! Can Yücel şiirleri üretildi..

Gerçek isimleri ortada görünmeyen sayıca çok ergen topluluğun bunu niye yaptığı muamma.. Bu gelişmeyi başından beri izleyen bir insan olarak şunu söyleyebilirim ki başlangıçta herkes çok eğleniyordu.. bu durum ilk başta tam bir ergen geyiği kıvamında her duygusal satıra sorgulamadan atlayarak methiyeler düzen bir duygusal kız kitlesini ti'ye alma niyetiyle ortaya çıkmış iken ; bir süre sonra işler kontrolden çıkmaya başladı..

Çünkü; sahte Can Yücel şiirlerini kendi facebook sayfalarında yayınlayan sözlük yazarı ergenler bu sefer şiir paylaşımlarının altında yapılan yorumları da sözlük platformlarında "caption" olarak yayınlamaya başlayınca eğlence boyut değiştirdi.. Şöyle ki; ergenler tarafından üretilen ve bilinçli biçimde duygusal anlamda arabesk ve ağdalı kıvamlarda servis edilen bu şiirlerin altına yapılan yorumlar da ustayı tanıyan insanlar açısından en az şiirler kadar dehşet vericiydi..

"Yorumlar nasıldı?" derseniz.. kendi sayfalarınızda yüzlercesini gördüğünüze eminim ama yine de birkaç örnek vereyim; ".. Can Yücel'in en sevdiğim şiiri.. / ..aşkı ne kadar güzel anlatmış gençliğimin şairi.. /..en çok bu şiirine bayılırım.." sanırsın ki bu yorum yapan safdilli arkadaşların hayatı Can Yücel şiirleri üzerine tez hazırlamakla geçmiş.. neresinden baksan tam bir soytarılık ve komedi..

Elbette hiç kimseden -Can Yücel şiirleri antolojisini yalayıp yutmuş olmasını bekleyemeyiz.. Kaldı ki; bu sahte yayınlardan mustarip olan isimler; Can Dündar'dan Mevlana'ya; Nazım Hikmet'ten Nietzsche'ye çok geniş bir yelpazeye yayılıyor ve artık ne yazık ki önünü almak imkansız bir hale geldi.. Öyle ki Can Dündar imzasıyla internette dolaşan bazı yazılar; yazarın kendi internet sitesinde ayrı bir bölüm olarak yer almaktadır ve çok da matraktır..

Dezenformasyon öyle korkunç bir virüstür ki; birkaç dakikada binlerce insanın algı ve belleğini zehirleyebilirsiniz.. İşte bu da o hesap.. Yıllardır; facebook'ta karşıma çıkan bütün o sulu zırtlak; arabesk; kâh ağlak; kâh sabah şekeri kıvamında / şiir bilenin şiir algısına tecavüz ediyormuş izlenimi veren o berbat şiirler var ya; işte onların hepsi en başta Can Yücel'in muhalif duruşuna ve muhteşem edebi zekasına; sonrasında da bu ülkenin şiir seven insanlarına büyük hakarettir..

Eşi Güler Yücel; kendisiyle yapılan bir röportajda; büyük şaire karşı yürütülen bu kampanya hakkında şu sözleri söylüyor..

" ...ona aykırı şiirlerin böyle ve özellikle yayılması, yaygınlaştırılması, gerçek Can Yücel’i unutturup uyduruk bir Can Yücel üretmeye hizmet ediyor gibi. Yine örneğin “Her şey sende gizli...” diye bir şiir var. Mistik, kaderci, boşverci, metafizik bulamaçlı bu şiirlerle Can’a karşı adeta faili meçhul bir kampanya yürütülüyor gibi. Can’ın şiiri şiir gibi şiirdi... Ne o öyle “Ömür dediğin bir gündür/ o da bugündür...” ye, iç, eğlen keyfine bak gerisine aldırma mesajı? Can muhalif bir şair, söyleyeceğini eğilip bükülmeden dobra dobra söyleyen bir şair.."

Ben edebiyatı zaman zaman hayatın kendisinden bile çok seven bir insan olarak bugün bu sözleri dostlarımla paylaştığım için vicdanım rahat bir uyku uyumak istiyorum..

Can Yücel 12 Ağustos 1999'da dünyadaki serüvenini tamamlayıp aramızdan ayrılmış.. Öyle bir imkanı olsaydı bu mücadeleyi kendine özgü muhalif üslubuyla kusursuz yerine getireceğine eminim; ancak üç boyutlu dünyada kendisine mal edilen bu arabesk zırıltılarla mücadele etmesi artık imkansız..

Ancak edebiyat seven insanlar olarak bizler; bütün değerlerin çılgıncasına tüketildiği bu zaman diliminde kendimize ait olan birkaç değeri korumak adına daha bilinçli ve bilgili bir duruş sergilemeliyiz..

Bu vesileyle bu yazıyı ustaya mal edilen sahte şiirlerden bir liste derlemesiyle noktalamak istiyorum.. Aman dostlarım yapmayın; bunlardan tanıdığınız herkesi hassasiyetle uzat tutun.. Sahte edebiyat okumak sahte adidas giymeye benzemez; yakar kavurur adamın beynini; sonra nasıl kurtaracaksın kendini?

Aşağıdaki liste Hürriyet Gazetesi Kültür Sanat Sayfası'ndan alınmıştır ve bence edebiyatla yakından uzaktan yolu kesişen herkes bir kere göz atmalıdır..

İŞTE SOSYAL MEDYADA EN ÇOK PAYLAŞILAN
CAN YÜCEL'E AİT OLMAYAN ŞİİR VE YAZILAR...

1.Bağlanmayacaksın
2.Kadın Dediğin
3.Erkek Dediğin
4.Seninle Olmanın En Güzel Yanı
5.Anladım
6.Herşey Sende Gizli
7.Eğer
8.Herkes Gitmek İstiyor
9.Sevdiğin Kadar Sevilirsin
10.Sağlık Olsun
11.Tam zamanında Yaşamak
12.Tersten Yaşamak
13.Biraz Değiştim
14.Bir gün Anlarsın
15.Gitmek
16.Seninle Yaşlanmak İstiyorum
17.Asla Keşkelerim Olmadı
18.Özledim Seni
19.Bilmelisin ki
20.Aşk
21.Boşver ve Yaşı Başı
22.Olmuyorsa Zorlamayacaksın
23.Ben Benden Olgun İnsan İsterim Karşımda
24.Öyle Sabah Uyanır Uyanmaz Fırlama Yataktan
25.Farkında Olmalı İnsan
26.Bir Eşi Olmalı İnsanın
27.Aşk ayakkabı gibidir
28.Unutma
29.Sevgi Emekmiş
30.Özleme Dair
31.Ömür Dediğin Bir Gündür O da Bugündür

Bu yazıyı ta buralara kadar sabırla okuyan herkese saygılarımı sunarım..



Yazan: Özlem Çinici / 12.08.2013

http://tureykose.blogspot.com.tr/2014/08/dikkat-sahte-siir-dikkat-sahte-can-yucel.html


12 Ağustos 2013 Pazartesi

CAN YÜCEL ,ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE SAYGI İLE...


Öfke ile sevginin 'koca çınarı' Can Yücel, yaşamında hep karısını, şiiri ve politikayı sevdi

'BEN İHTİYARIM, İLHAMIM GENÇ'

Öfke ile sevgi arasında çırpınan bir çelişkinin içinde yaşıyorum. Şiirlerimle de, siyasamla da, bana enerji, akıl ve yaşama sev
inci veren şey, öfkeyle sevincin çelişkisi.

Hiçbir zaman umudumu kaybetmedim. İnsanla ilgili bütün gerçekler içinde bir mucize vardır. Bu mucize umudu getiriyor.

Kültür Servisi - "Bir kez gözaltındayken 'Hayatını anlat' dediler, bir başladım, nasıl susturacaklarını bilemediler, sonunda ...tir ol git deyip kovdular." Yaşamını 'en güzel şiiri' olarak niteleyen Can Yücel, yaşadıklarını, düşündüklerini yine kendi üslûbuyla anlatıyor:

Babama hep posta koyuyordum
İlkokul üçteyim. Küçücük çocuk. Boğaziçi okulunda okurdum. Evden yolladılar. Leyli yollandım. Hem aynı şehirde oturacaksın hem de okula leyli yollanacaksın. Çok bozuldum, çok üzüldüm. Evde, ikiz kardeşimle kavga ediyorum diye yollandım.

Benimsemedim. Her şeyi benimsemediğim gibi... Futbol vardı, futbol oynuyordum... İyi bir futbolcu olacaktım. Nasıl gol atacağım hâlâ rüyama girer... Zaten şiirde de hep nasıl gol atacağımın peşindeyim ya!

Ankara'da Taşmektep. Ahır gibi. Bombok bir yer. Futbol da yok. Üstelik vekil oğlusun. Bombok bir durum. Hiç sevmedim... Ortaokul bitti. Atatürk Lisesi. Aynı numara orayı da sevmedim.

Klasik şube harikaydı. Harika kadro, Nurullah Ataç, Cevdet Kudret ders veriyor. Nâzım okuyoruz. Dünya edebiyatını tanıyoruz. Latince öğreniyoruz. Sekiz öğrenciyiz. Gazi Yaşargil de orada. Gazi çok çalışkan, bize karışmaz. Orda komün kurduk. Harçlıklarımızı komüne verip para biriktiriyoruz. Dışarı gitmek için. Sonra tüm topladığımızı Gaziciğimize verdik, onu dışarı yolladık.

Ben babama hep posta koyuyorum. Tek parti numarası vardı ya. Utanıyorum senden derdim. O da niye utanıyorsun diye çıldırıyordu. Arabasına binmezdim. Öyle bir gerginlik işte. Sonunda beni Cambridge'e postaladılar. Bu da çılgınlık. Ben Dil Tarih Fakültesi'nde Almanca öğrenmiştim, Alman edebiyatını biliyorum. İngilizce bilmiyorum. Niye yolluyorsunuz beni Cambridge'e! Çılgınlık işte! Züppelik işte!

Cambridge'de Allah muhafaza kuş gibiyim. Ben de hayatta kuş gibiliğe razı değilimdir. Bütün Katolik papaz çocukları benim Latincenin on mislini biliyor. Ben de kafayı modern tarihe taktım. Betrand Russel derse gelir... Ama hem kuş gibiliğe hem ukala İngiliz numaralarına yokum... Ayrıldım Linkfield'e gittim. Bülent, Rahşan orada. Ali Neyzi, Yavuz Bayraktar orada. Havuzlu, tenis kortlu, lüks evlerde oturuyorlar, ama yemek yiyecek paramız yok. Babam geldi ziyarete. Mezarlıktan ebegümeci toplayıp ikram ediyoruz... Londra'da resim tarihi öğrenmek için 'Court of Institute of Art' a gidiyorum. Orada bizim ressamları buldum. Avni, Bedri Rahmi 'ler, Selim, Şadi Çalık, İlhan Koman . Orada hem eğlendik, hem öğrendik.. Arada şişeye giriyoruz..

İroni bir direnç kahkahasıdır
İlk şiirimi on yaşında yazdım. Babamın metresi olan hanımın yuvasındaydım. Yuvada bir çocuk öldü. Çok üzüldüm. Arkasından şiir yazdım.

Ben mümkün olduğu kadar aile içinde yaşadım. Bütün serseriliğime rağmen aile köklerimi kaybetmedim. Aile değil sade, arkadaşlarım için de böyledir. Öldükleri zaman şiir yazarım.

Şiire, babamın yardımı çok oldu. Hep şiir çevresindeydim. Babam okur, babaannem okur... Şiire elverişli bir dünya yaratmıştı babam bana... İngiltere dönüşümde çevreme çok dikkatli baktım. Herkesle beraber olmayı ve dinlemeyi seçtim. Cahit 'le, Orhan 'la... Bu arada insan şiiri kaybedebilir de. Ama temelde şiir güdüsü yatıyordu. Dili iyi biliyorsan, şiirin ne olduğunu biliyorsan yazmadan duramazsın.

Elbette hümanizma beni etkilemiştir. Böyle yetiştim ben. Baba Mevlevihane'de doğmuş, yetişmişti. Babam her ne kadar Batıcı, Atatürkçü, Batılılaşma hareketinin bir yiğini olarak yaşamışsa da Şark edebiyatı, mistisizm , Divan edebiyatı ve bizim temel gökkubbemiz musikisini de birleştirmişti. Ama ben o kadar şanslı değilim.

Hayatımda, karım hariç, iki şey sevdim: Şiir ve politika. Şiir nedir, diye sorarlar. 'Şiir göklerde uçan nazenin bir balon' değil; o balon çoktan patladı. Benim için şiir akıl ve heyecan meselesidir. İnsan beyninin yalnız yüzde 10'u bilinir, gerisi meçhul kıta. Şiir, beynin işlemeyen yüzde 90'ını harekete geçirmektir.

Şiir bir terlemedir. Güneş güneş sözlerle... ve böyle böyle eriyip gider. Dünya gibi tıpkı; döndükçe terleye terleye...

Benim gördüğüm, aşk, sevmekten başlayan azgınlıktır. O kadar çok sevmek ve azmak lâzımdır ki aşk için, hiçbir boğa seni tutamasın, hiç bir toreoador sana kırmızı şal göstermesin... Evet, aşk kendine mahsus bir boğa güreşidir. Picasso dahi bunu çok iyi bilir.

Oktay Rifat 'ın söylediği gibi: Kelimeler, günlük konuşma ve iletişimde yıpranırlar. Oysa kelimeler bütünselliğin parçalarıdır. Şiir, kelimeleri bu galaksiye iade etmektir. Bu arada kurulan güzellikler, bütünlükler büyük bir 'happening' olur.

Şiir, yaşamı çekip çeviren bir ilke. Diyalektik, şiirde öfke ve sevgi olarak tecelli ediyor. Bu sevgi ve öfkenin diyalektiği eytişimdir. Bu nedenle sevgi ve öfkenin bir bileşimi olarak ortaya çıkar sanat. Olanı kabul yerine olanı değiştirme yolunda bir çabadır, bundan dolayı verimlidir ve önemlidir. Bundan dolayı insan beyninin ince noktalarına kadar giren, süreklilik kazanan bir eylemdir.

Şiir, gürültüden müziğe geçmektir. Şiir, evrenin içinde büyük seslerin molekül ve atomlardan başlayan bütünlüğü, bu bütünlüğün müziğidir. Şairin görevi bu musikiyi kurmaktır. Kozmosdan aşağı şiir yazılmaz. Üst tarafı minördür... Harika o ki, insanlar kendi adlarına değil, kâinat adına yazarlar.

Bütünselliğin dışında şiir yoktur. Hayat ve ölüm de bütündür. Şiir bu bütünden çıkan büyük çılgınlıktır. Çok ağır geçen hayatımızın içinde ironi, bütünselliği bozmayacak ana çaredir. Bir direnç kahkahasıdır. Bence kahkaha çiçekleri yaratmak Baudelaire 'in 'Şer Çiçekleri' nden daha iyidir. Hiç olmazsa, kahkaha çiçeklerinden LSD yapılır.

Hayatımda şiirden başka, çeviriyle uğraştım, onun dışında bir iki kısa memuriyetin dışında hiçbir iş tutmadım.

Şiir benim için meslektir
Eskiden babaanneme anlatırdım: Bak şimdi, şu yazıdan 50 lira kazanacağım, ötekinden şu kadar... diye. Kadıncağız kahkahalarla gülerdi. Hiçbiri doğru çıkmazdı. Para kazanmak için birtakım işler yaptım, tercümeler, fıkra yazarlığı. Ama aldığın para para değil, ekmek parası bile değil. Peki nasıl geçiniyorum? Ankara ve Dragos'taki baba evlerini sattık, Kuzguncuk'ta ev aldım. Artık babam sayesinde parasızlıktan şikâyetim yok.

Şiir benim için meslektir. Düne ve geleceğe bakışımla birlikte yürüyen özgür bir meslektir. Son zamanlarda kitaplarımdan gelen parayla yaşamımı sürdürüyorum. Bu benim için çok önemli bir şey.

Şiir yazmada intizamım var. Hep şiir düşünüyorum... Ben ki, büyük planlarda, İşçi Partisi döneminde on yıl şiir yazmadım... Şimdi ciddi olarak çalışma olanağım var. Rahatım yerinde. W. B. Yeats 'in dediği gibi: Ben gençken ilhamım ihtiyardı. Şimdi ben ihtiyarım, ilhamım genç...

Ben hep iki tür düş görüyorum. Ya futbol düşleri ya da erotik düşler. Erotik düşler, eski hikâyelerle. Kadınları çok seviyorum. Kadın erkek çelişkisi çok önemli. Çok yakın bu iki cinsin, bu çelişkiyi, gerilim içinde yaşaması bir mucize. Erotizm, bu gerginliği yaşama. Hayatın temelindeki erotizm bu. En güzel yanı insanları ayakta tutması...

Yabancı bir televizyon görüncesinde bitkilerin nasıl çiftleştiğini seyrederken ağlıyorum... Derken, aklıma geliyor Güler' le ilk seviştiğimiz. Orda da ağladığını gülerek hatırlıyorum.

Ben 7 yaşında, 70 yaşında gibi hissettim kendimi. 70 yaşında da kendimi 7 yaşında gibi hissediyorum. Bundan dolayı iş karışık... Belli bir yaştan sonra insanda çocuklaşma demeyeyim de, dünyaya çocuk açısından, çocuk gibi bakma ihtiyacı doğuyor. Zaten bazı şeyler de ancak çocukça anlatılabilir geliyor bana.

Şiirden değil, çeviriden yattım. Che Guevura 'nın 'İnsan ve Sosyalizm' ile Che, Mao ve bir Amerikalı generalin yazdığı 'Gerilla Harbi' kitaplarını çevirmiştim. Amerikalı general kontrgerillayı anlatıyor. Dava dört yıl sürdü. Amerikalı general yüzünden mahkûm olduk.

Şairlerin hepsi hapisane kuşudur. Kendi kendilerine acımaktadırlar ki, insanın en büyük kabahati kendine acımasıdır. Ondan dolayı çok güç çıkıyor şiir, daha doğrusu şair çıkmıyor da şiir çıkıyor ara sıra.

Cumhuriyet şiiri, bütün tek parti devrindeki gayretlere rağmen-Hececiler, şunlar bunlar- resmi şiir tutmadı. Şiir resmi kanalın dışında, siyasi olarak da onun dışında duranların inhisarında gelişti. Bu nedenle de menfi bir şey olarak bakılmıştır şiire Türkiye'de. Şimde otel yaptılar ya, Sultanahmet Cezaevi'nden geçmemiş şair yoktur o devirde.

Aslında bir kül tabağıdır dünya
Menfiden kasıt öfkeyse sevgiyle beraber olmalı bu. Nâzım'da da böyledir. Ama baskıdan ciddi zarar görmüştür şiir. Gençlere seslenme bakımından ayağı bağlanmıştır, kösteklenmiştir. Kitleye intikali güçleşmiştir. Ondan dolayı da kendi içine kapanmıştır. Hele 1980'den sonra şiir ve şair kendine acır hale geldi. Bir insan için kendine acımaktan daha kötü bir şey yoktur.

Benim şiirimde de, siyasetimde de hâkim iki unsur var. Bu iki unsurun çelişkisi ve sentezi, bana yaşama gücü veriyor. Olupbitene ve olupbitenin sorumlularına karşı öfke; olması gerekene, olabileceğe ve onu getirecek olan büyük emekçi ve aydın kitlelerine sevgi... Öfke ile sevgi arasında çırpınan bir çelişkinin içinde yaşıyorum ben. Şiirlerimle de, siyasamla da, bana enerji, akıl ve yaşama sevinci veren şey, öfkeyle sevincin çelişkisi.

Küfrü ve argoyu halk kullanıyor. Yazdığımız şey de halkın nabzı ve ağzı olduğuna göre, elbette bu küfür işi de kendiliğinden katılıyor işin içine. Aslında küfür bir özgürlük davasıdır. Türkiye'de de kala kala küfretme özgürlüğü kalacak. O özgürlüğü de elden bırakmak istemiyorum.

Hırgür sevmeyen bir insanımdır. Ama hırgürsüz yaşanmıyor bu ülkede. İkincisi mahcubumdur, fakat artık yırtık olmadan yaşanmıyor. Mümkün olduğu kadar asude, kendini dinleyerek yaşamayı seviyorum, fakat çok patırtılı bir ülke. Bundan dolayı insanın mizaç doğrultuları, bu yaşam içinde kendi sonuçlarına varamıyor.

Hiçbir zaman umudumu kaybetmedim. İnsanlıktan umut kesmem. İnsan, zaman zaman iyimserlik ya da karamsarlık duyabilir. Fakat, insanla ilgili aşağı yukarı bütün gerçekler içinde bir tansık, bir mucize vardır. Bu mucize, umudu getiriyor. Ama umut durduğu yerde olmaz. Kazanarak, çalışarak, savaşarak edinilir. Umudun olmadığı yerde insan 'Herkes koyun gibi kendi bacağından asılır' diyerek, enayi gibi kendini, yaşamayı askıya alır, geberip gider.

Aslında bir kül tabağıdır dünya. İçine bir güneş bastırılmış. Amma da izmarit ha!...

Ölmekten değil, ölümün acısı olmasından, işkenceden korkuyorum. Ölüm içimizdedir, her doğan çocuğun içinde. Ölüm bütünselliktir. Bu bütünselliği bozamaz

cumhuriyet (13. sayfa). 15.08 1999

8 Ağustos 2013 Perşembe

Bugün Bayram...ZEYNEP ORAL

Bugün Bayram...

Bugün bayram. Bugün bayram. Bugün bayram... İçimden bin kez tekrarlamak geliyor. Kendimi inandırmaya çalışıyorum bugünün bayram olduğuna... Bugün size, sizlere ve sevdiklerinize güzellikler, iyilikler...
Olmuyor. Güzellikler iyilikler yazamıyorum...
Bugün bayram, gelin görün ki... “Bugün bayram” dediğim anda “Bu ne intikam!” çığlığı gelip boğazıma düğümleniyor. Bugün bayram. Kana kan intikam!
Bu ne bitmez tükenmez kinmiş! Bu ne dinmez öfkeymiş! Bu ne kışkırtılmış intikam tutkusuymuş!
Göze göz, dişe diş diye haykırıyor birkaçı dışında koca koca gazeteler! Kan kan daha çok kan, daha çok intikam diye haykırıyor bir, ikisi dışında televizyonlar!
Midem bulanıyor, kusmamak için zor tutuyorum kendimi kimi sesleri duydukça, kimi yazıları okudukça...
Açık açık söyleyen, yazan var: “Sırayla, onlar bize yaptılar, şimdi sıra bizde” diyen var utanmadan... “Evet ama...” diye başlayıp, “Kimi yanlışlar da var ammaaa”, “Kurunun yanında yaş...” diye sürdüren, “Ancaaaak” diye kıvırtan da var... Kimi ne ondan ne bundan yana “görünmemek” için kendince denge kurmaya çalışıyor... Kolay değil, çıkar dünyası... Kimi de susarak hizmet ediyor adalet eliyle öç almaya! Haksızlığı, hukuksuzluğu yok sayarak! Gözlerini kapayarak, duymayarak, bilmeyerek, üç maymunu oynayarak!
Bugün bayram. Kana kan intikam çığlıkları yükseliyor her yerden!
Bugün bayram, Ergenekon Mahkemesi’nin kararlarından söz etmeyeceğim. Hukukun bittiği yerde, adalet duygusundan, hak ve hukuktan konuşulmaz.
Dün radyodan duydum. Biri avaz avaz “Türkiye Cumhuriyeti, tarihi boyunca hiç bu kadar demokratik olmamıştı. Demokrasiye hiç bu kadar yaklaşmamıştı” diyordu... Buyrun burdan yakın! Demokrasiye bak sen!
Bugün bayram. Bayram şekeri yerine bir özdeyiş: “Adaletin olmadığı yerde mantar gibi demagog biter!” Yukarıdaki lafları eden “bey”e benden armağan!
Bugün bayram... Twitter’da Facebook’ta yedikleri içtiklerini, her an her şeye laf yetiştirenler, her damlaya çığ gibi tepki gösterenler... Ne oldu korktunuz mu? Bu kadar tehdit, gözdağı, baskı sizleri korkuttu mu? Yoksa “darbelerle hesaplaşıldığına” mı inandınız? Askeri darbeye karşıydınız da sivil darbeye var mısınız? Ama belki de artık içiniz rahat; “Oh şükürler olsun derin devlet bitti artık!” diyorsunuz. Öyle mi?
(Doğrusu şu soruyu “Yetmez ama evet”çilere de sormak isterim: Gerçekten askeri darbelerle hesaplaşıldığına inanıyor musunuz? Yapılmamış, gerçekleşmemiş değil, yapılmış, gerçekleşmiş milletin anasını ağlatmış, üzerimizden silindir gibi geçen darbelerin hesabı soruldu mu sizce?)
Bugün bayram. Kana kan intikam...
Nereye kadar, ne zamana kadar, ne kadar?..
Ne demişti Can Yücel: (Tekrar) “Kanun çalacağız diye çıkıp orta yere/ Kanunu çaldılar yere”. 
Hepinize iyi bayramlar.
8 Ağustos 2013 - Cumhuriyet