18 Mart 2015 Çarşamba

ÇANAKKALE ZAFERİ YÜZ YAŞINDA



Çanakkale zaferinin yüzüncü yılını kutluyorum ,Atatürk ve şehitlerimizi saygı ile anıyorum. Yüce Atatürk 'ün "Bizim evlatlarımız olmuşlardır " dediği işgalçi güçlerin askeri olarak gelip de dönemeyen askerlere de saygı ile anıyorum...

Onbinlerin okuduğu Diriliş 'te Turgut Özakman diyor ki:


İngiliz -Fransız donanmasını yenip geri döndürülen Kilitbahir ve Çanakkale 'deki tabyalarımızı gezereseniz ,buralarda toplardan ancak bir ikisininden  kalma birkaç parça görürsünüz.

Peki o tabyaları dolduran o büyük ,gazi 137 top nerede ?Buralardakii uzun ,kalın namlulu ,büyük gövdeli ,asansörlü ,raylı dev makineler ne oldu ?

Acaba buraları işgal eden İngilizler  ve Fransızlar ,bizim için tarihi değeri çok yüksek olan bu topları götürmüş olabilirler mi?

Hayır ,birkaçının namlusunu dinamit doldurup patlattılar. Öteki topların kamalrını çıkarıp denize attılar, böylece topları kullanılmaz hale getirmekle yetindiler.Götürmediler.İşgalciler  milli Mücadele sonunda yenilerek çekip gittikleri zaman bütün toplar yerindeydi.

Toplar sadece kamasız ,kullanılmaz durumdaydı.Ama zafer topları olarak bütün heybetleri ile yerlerinde duruyorlardı. varlıkları ile büyük zaferi anımsatıyor ,yaşatıyorlardı.Direncimizi ,kararlılığımızı ,dirilişimizi ,uyanışımızı ,kendimize gelişimizi ,toprağı nasıl vatan yaptığımızı temsil ediyorlardı.

Peki kim yok etti bunları ?
Biz !Evet biz  yok ettik.
1954 yılında Maliye Bakanı bu gazi topları ,yani tarihimizi hurda demir fiyatına bir hurdacıya sattı.Hurdacı da bütün topları kesti ,biçti ,söktü ,parçaladı ve götürdü.

Nusret mayın gemisini de sattık.
Peki ,Yavuz ?
Peki Hamidiye ?
Peki Muavenet ?
Peki Bandırma ?
Bunları da sattık ,söküp parçaladılar.
Peki Savanora ?
bunu da kiraladık.

Birini bile müze gemi yapmayı ,korumayı ,düşünmedik.Bu bilinçsiz ,nankörlük ,ruhsuzluk ,bu yakın geçmişimizi yağmalama  ,önemsizleştirme bu kadarla kaldı mı?
Hayır.
Gittikçe artıyor ,genişliyor ,büyüyor ,hızlanıyor.
bu durumu sanki bizimle ilgisi olmayan bir televizyon dizisi gibi seyretmekteyiz.
Biz diri ,canlı ,hayat dolu ,duyarlı ,dikkatli ,bilinçli ,bağımsızlığa aşık ,gururuna düşkün bir millettik.
Ne oldu bize?

Yoksa son yüzyıl içinde Çanakkale dirilişini ,milli Mücadeleyi ,o kutsal çılgınlığı ,zaferi ,ilkellikten ve bağnazlıktan kurtuluşu ,uyanışı ,aydınlanmayı çağdaşlaşmayı ,kadın özgürlüğünü ,cumhuriyeti ,dünyanın Türk mucadelesi diye andığı büyük macerayı yaşayan biz değil miydik ?Yoksa bunlar milletçe  birlikte gördüğümüz rüya mıydı? Şehitler ,gaziler,kahramanlar , o öldürücü acılar ,o emsalsiz sevinçler ,inanılmaz başarılar hayal miydi?
Hayır !
Hepsi gerçek.
Ama içerden dışardan söylenen ninnilerle,süslü kutlar ve göz alıcı şişeler içinde sunulan uyku ilaçlarıyla bizi yeniden uyutmaya çalışıyorlar.
Tarih son kez uyarıyor :
Uyuma ey Türk !
Dirliğin ,birliğin ,dilin ,benliğin ,tarihin ,yurdun ,adın bir kez daha giderse ,bir daha hiçbiri geri dönmez.

Turgut Özakman
DİRİLİŞ 
ÇANAKKALE 1915



ÇANAKKALE GEÇİLİR Mİ?
100 yıl önce, ülkesini kendi sallantıdaki iktidarı uğruna emperyalist paylaşım savaşına sokan, Alman emperyalizminin güdümünde bir kan ve ateş hattına süren saltanat makamı ve yönetim biçimi, bugün bir yalan rüya gibi allanıp pullanıp bu ülkenin önüne sürülüyorsa,
Bugün yine emperyalist ülkelerin Ortadoğu’daki petrol-doğalgaz kavgaları içine iktidar sahipleri de gözü kara giriyor, ülke topraklarında her yıl yüzlerce yabancı-yerli ortaklıklı şirkete maden arama ruhsatı, akarsular üzerine HES kurup doğal zenginlikleri yağmalama hakkı veriyor, yerli tarım ve hayvancılığı kurutup tüm memleketi baştan aşağı beton-asfalt imparatorluğunun cirit attığı bir alana çeviriyorsa, Çanakale geçilmez diyenler yanılıyor olabilir…
100 yıl önce, Alman emperyalizminin ortağı İttihat Terakki yöneticileri arka arkaya şirketler kuruyor, vagon ticaretinden götürdükleri ile varlıklarına varlık katıyorlardı…
“Haftada iki boş vagon karşılığı olarak, beşinci kol özel sermayenin bir memleketi nasıl soyup bedava sattığı ancak bizim devletçiliğimizle açıklanabilir: Vagon bir semboldür. Paşa mantığı: ‘İmkân-imkânsızlık’ deyince durur. İâşe yolunda kurulan ‘Milli Şirketler’, ‘ Esnaf Cemiyetleri’, ‘İslâm Banka’ları: yabancı finans kapitalin Türkiye’deki acente ve casus örgütleri durumuna girmiştirler. Hepsinin taptıkları emperyalist tekel: ‘Almanya ve Avusturya Satın Alma Şirketi’dir. Bu tek yabancı kumpanya, koca imparatorluğu, sömürge çiftliğinden daha masrafsız bir köle ülke yapmıştır. Milli kahraman hürriyet diktatörü paşaca: ‘(O ecnebi şirket), memlekette biricik alıcı (olduğundan), her malı dilediği fiyata alabiliyor… Milli banka ve tarım kredisi kurumları bulunmadığından… alınan bütün tedbirler yalnızca büyük suistimallere meydan veriyor… Cephane ve besi maddeleri taşınımından tasarruf edilen vagonların sayısı haftada iki üçü geçmiyordu. Bunlar da tabiî, ne Adana’daki pamukların, ne Ankara’daki yünlerin taşınmasına yetmiyordu. İltimas ve imtiyaz başladı. Vagon satın alınıyor ve satılıyordu.’ (Talat Paşa’nın Hatıraları, s 30)
Paşalarımızı tek üzen şey; iâşe işlerinde olduğu gibi vagon işinde de milletin soyulması, memleketin satılması değil, eski profesyonel ‘Tüccar’ zümresi dururken, yağmaya yeni zıpçıktı vurguncuların el koymaları idi. Yabancı sermaye, klâsik tefeci bezirgânlarla uğraşacağına, devletçiliğimizin buram buram yetiştirdiği ‘İhvan ve Rüfeka’ veya adamlarıyla suyun başını kesiveriyordu. Bütün yurdu, ‘Komisyon’ adı altında uşaklaşmış kapıkulu ajan ağlarıyla sarmıştı.”(Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi, s 146-147)
İttihat Terakki ideologlarından Tekin Alp’in 1918 yılında yazdığı makale, dönemin halkçı yanları ağır basan Türkçüleri’nin kapitalizm karşısındaki duruşlarını ve sonuçta ortaya çıkmış duruma ilişkin yorumlarını ironik bir acıyla yansıtmaktadır. “Muharebeden (I. Dünya Savaşı –bizim notumuz-)evvel memleketimiz, Avrupa memleketlerine nisbetle fakir, kuvve-i istihsaliyyesi pek mahdut, terakki istitadı adeta mevkut idi. Böyle olmakla beraber orta halli adamlar nisbeten refahı hâl içinde imrâr-ı hayat edebilirlerdi. Dimağı veya kolları işleyen her fert nasılsa kendine meâr-ı maişet bulabilirdi. Avrupa’da icra-i tahribat eden kapitalizm usul-ü iktisadîsi bizde henüz ahz-ı mevki’ edememişti. Binlerce, yüzbinlerce efrâd-ı beşerin bir iki sermayedarın tahakkümü altında bulunduğunu görmüyorduk. Halbuki bugünkü millî iktisatla orta halli adamlar için geçinmek imkânı kalmamış, halk tabakaları hemen kâmilen fakr-u zarurete mahkum olmuştur. Milli iktisadımızı vücuda getiren amiller umumî serveti arttırmak suretiyle bütün efrâd-ı milleti mes’ut ve bahtiyar etmeye çalışacak yerde umumi servetin zararına olarak bazı fertleri lüzumundan fazla zengin etmiştir. Orta halli adamların senelerden beri dişten tırnaktan arttırarak beş on kuruşluk sermayeler yavaş yavaş talihin, tesadüfün, yolsuz bir takım ahvâlin meydana çıkardığı bir takım adamların ceplerine akıp gitmiş ve bu suretle harb zenginleri namıyla maruf bir sınıf-ı gayr-ı mümtaz vücuda gelmiştir.” (Tekin Alp, ’Milli iktisat’ ve ‘milli burjuvazi’ siyasalarının ilk on yılının sonunda. Yeni Mecmua, 1918, sayı 59, s 133-134, aktaran T. Parla, Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye’de Korporatizm, s, 197-198)
Bugün olup bitenin 100 yıl önce olandan ne farkı var acaba?
O gün, Anadolu’nun yoksul çocukları dört yön an altı cephede “din-iman” uğruna savaşlara sürülmüş, Alman emperyalizminin İngiliz- Fransız emperyalist güçlerinden güneşin altında kendi yerini isteme kavgasının bir parçası durumuna getirilmişti. Almanlarla açıktan ve gizlice yapılan anlaşmalar, planlar, Sarıkamış’ta 90.000 canın kar ve soğukta kırdırılması yetmemiş Alman denizaltılarının boğazlardan geçmesine izin verilerek ülke kanlı bir savaşın içine sokulmuştu.
Bugün de çevre coğrafyalardan yurdumuza sızmaya başlamış bir kör dövüşü içinde, "din-iman" uğruna kan dökülüyor, ocaklar söndürülüyor.
Çanakkale Savaşı’nı çıplak elle, dişle tırnakla kazanarak ülke topraklarını emperyalist güçlere karşı koruyan, ÇANAKKALE GEÇİLMEZ adlı bir destan yazan halkının yaralı nabzını ellerinin altında tutan Mustafa Kemal, binlerce kilometre uzaktan karşıt emperyalist saflarda savaşmak için gelmiş ve uzak diyarlarda şehit düşmüş Anzak gençlerini de bağrına basmıştı. "Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar, burada dost bir vatanın bağrında bulunuyorsunuz. Huzur ve barış içinde uyuyun. Sizler mehmetçikler ile yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını bu savaşa gönderen analar, göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim çocuklarımız olmuşlardır."
Bugün ülkeyi yönetenler ise, en insanca haklar için gösteri yapan kendi ülke yurttaşı masum gençlerin canını polis mermileriyle aldırmakla kalmıyor, kendileri yanında anne ve babalarını da kalabalıklara yuhalattırarak düşmanlıkları körüklüyor.
Şimdi herkes sormalı kendisine “Çanakkale geçilir mi?”
18 Mart 2015, Alper AKÇAM

2 yorum:

bücürükveben dedi ki...

Söylenecek her şeyi söylemiş, eline sağlık olsun, başta Atatürk tüm şehitlerimiz nur içinde yatsınlar...şimdi bir de Çanakkale'yi kasten Atatürk'süz ananlar türemiş! Lanet olsun...

Arzu Sarıyer dedi ki...

Son sözünü söyledi ve gitti Turgut Özakman ,nurlarda yatsın Müjde 'ciğim...Yıllardır Çanakkale'yi Atatürk 'süzleştirme cabaları vardı son yıllarda daha arttı;büyük nankörlük ne diyelim ,lanet olsun evet !