26 Şubat 2015 Perşembe

HASAN ÂLİ YÜCEL





HASAN ALİ YÜCEL’İN 54. ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE
SOĞUKKANLI BİLİRKİŞİLER CANIMIZA OKUYOR!
Oğuz Atay, Tutunamayanlar’da kahramanı Selim Işık’ın ağzından “Soğukkanlı bir bilirkişi tavrıyla canıma okuyacaklar,” der.
Yarın ölümünün üzerinden 54 yıl geçmiş olan Hasan Ali Yücel’in kimliğine ve bugün Türkiye coğrafyası ile Ortadoğu’da yaşananlara bakınca, hangi bilirkişilerin insanların canına nasıl okudukları da daha iyi anlaşılır olacaktır.
Bugün, çevre coğrafyalardaki birçok kanlı olayların perde gerisinde Batı’nın Doğu’ya, Doğu’nun da Batı’ya bakışı önemli bir yer tutar. Batı’da “kurtarılması ve yol gösterilmesi gereken barbar Doğu”, Doğu’da, dinsel esaslara göre “ahlaksız-kâfir ölçütler içinde yaşayan Batı” imgeleri, hem Batı’daki hem de Doğu’daki iktidarların kolayca kullanacakları düşünce sistemleri olarak kültürel alandaki yerlerini almışlardır.
Son yılların emperyalizm tarafından beslenen gözde kuramcıları Samuel P. Huntington, Fukuyama ve tüm Şarkiyatçı düşünürleri, yeryüzündeki uygarlık ve kültürleri yaratılışsal olarak birbirlerine karşıt kimliklerle tanımlamakta ve karşıtlıkları sonsuza kadar sürdürmek isteyen bir politikanın sözcülüğünü yapmaktadırlar. “Müslümanlar’ın şiddet içeren çatışma eğilimi yanı sıra, Müslüman toplumların militaristleşme ölçüsünce de içerimlenmektedir. 1980’lerde Müslüman ülkeler diğer ülkelerden önemli ölçüde daha yüksek askeri kuvvet oranına (yani, her 1000 kişi için askeri personel sayısı) ve askeri girişim indeksine sahipti (bir ülkenin refah düzeyine göre ayarlanmış kuvvet oranı).” (Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması, s 387) Müslüman ülkeleri silahlandırma yarışına çıkaran kimdir? Silahları kim satmaktadır? Bu soruların yanıtı Huntington’da yoktur.
13 Haziran 1910 günü Avam kamarasında konuşan, sicilinde Başbakanlık, İrlanda İçişleri Bakanlığı, İskoçya Bakanlığı bulunan Lord Arthur James Balfour şöyle diyordu: “Her şeyden önce olgulara bakın. Batılı uluslar, tarihte ortaya çıkar çıkmaz, … kendilerine özgü erdemleri edinip… kendi kendini yönetme yetilerinin ilk ilkelerini sergilediler,… Genel deyişle ‘Doğu’daki Şarklıların tarihine bir göz atın, kendi kendini yönetmenin izine rastlayamazsınız. (…) Bu büyük uluslar için –büyüklüklerini kabul ediyorum- bu mutlakiyetçi yönetimin bizim tasarrufumuzda olması hayırlı mıdır? Hayırlıdır derim ben” (Edward Said, Şarkiyatçılık, s 42-43)
Batı-Doğu gerilimi, “ben ve öteki” diyalektiği üzerinden kurulmuş olan bu zemberekte son patlamayı Paris’teki Charile Hebdo baskını ve sonrasında gelişen olaylarda yaşadık.
Soğukkanlı bilirkişilerin son yıllarda çok büyük bir önemle üzerinde durdukları ve bazı kaynaklar tarafından “formatlanmış nesiller” yetiştirmiş olmakla suçlanan “Erken Cumhuriyet Dönemi Kültür Eğitim Politikaları”nın önemli adlarından olan Hasan Ali Yücel, hem bir Mevlevi dedesiydi, hem de Batı kültürü ve evrensel bilgiye, estetiğe eleştirel bir gözle bakarak kendi kimliğine katmayı başaran bir sanatçı…
Hasan Ali Yücel’in Çeviri Bürosu’nda Sabahattin Ali’den Halide Edip Adıvar’a, Sabahattin Eyüboğlu’ndan Ahmet Hamdi Tanpınar’a onlarca aydın büyük bir atılımın kilometre taşlarını döşediler, Doğu ve Batı klasikleri Türkçe’ye kazandırıldı, bir insanlık kültür harmanı kuruldu…
Hasan Âli Yücel, 3 Temmuz 1941 tarihinde Ankara Devlet Konservatuvarı’nda ilk mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada başka ülkelerden sanatçılara ait yapıtların Ankara’da seslendirilmelerine değinmektedir. “Fakat o sözleri ve sesleri canlandıran biziz. Onun için Devlet Konservatuvarı’nın temsil ettiği piyesler, oynadığı operalar bizimdir, Türk’tür ve millîdir” (…) Ben Doğu ve Batı diye bir fark görmüyorum. İnsan eseri, insan ruhunun iştiyakları, kaygıları, korkuları zaman ve zemine göre değişse de özünde bir ayrılık varsa o, tutulan yol ve usüldendir. Garplı kafasının metoduyla duymasak şarklıda bu özü bulamazdık. Meselâ Mevlâna’nın Fîhi mâ fîhi kitabını Goethe’nin Eckerman’la konuşmalar’ı gibi okuyorum. İkinciyi okumaya alışmasam, kim bilir birinciyi şimdikinden daha az başarı ile söktürebilirim” demektedir Yücel. Batı’nın çözümleyici ve yenidendoğuşçu çoğul bakış açısının işlendiği Goethe metni, Yücel için bir Mevlana çözümleme yöntemi getirmiş gibidir.
Hasan Âli Yücel’in görevden alındığı 1946 yılı, aynı zamanda “Erken Cumhuriyet Dönemi Kültür Eğitim Politikaları”nın kapanış noktası olarak da değerlendirilebilir.
Türkiye Cumhuriyeti eğitim ve kültür tarihinde çok önemli bir yeri olan Hasan Âli Yücel, Batı kültüründen alıp kullandığımız kavramların anlam karşılıklarıyla, hem bir Aydınlanmacı, hem bir Rönesansçı ve tümünün ötesinde hümanist bakış açısı her şeyin üstünde yer alan bir bilim ve kültür adamıydı.
Yücel çevirilerinin birinci basımında yer alan, ancak 60 sonrası basımlarda kaldırılan önsözü, onun kültüre öğelere yönelik hümanist bakış açısını çok açık bir şekilde ortaya koyar: “Hümanizma ruhunun ilk anlayış ve duyuş merhalesi, insan varlığının en müşahhas şekilde ifadesi olan sanat eserlerinin benimsenmesiyle başlar (…) Bunun içindir ki, bir milletin diğer milletler edebiyatını kendi dilinde, daha doğrusu kendi idrakinde tekrar etmesi, zeka ve anlama kudretini o eserler nispetinde artırması, canlandırması ve yeniden yaratmasıdır” (Kemalizm, İletişim Yay., s 396)
Yücel hümanizması, bir yanıyla Mevlana’ya, Doğu tasavvuf kültürüne, bir yanıyla Batı Rönesansı’nda yeniden bulunmuş, bulgulanmış Klasik Antikçağ’a, bir yanıyla da mücadele arkadaşı Tonguç’un önderlik ettiği Köy Enstitüleri aracılığıyla Anadolu halk kültürüne uzanmıştır… Bir ve büyük insanlık kültürünü kendi kavrayış gücünün insancıl yasallığı içinde tanımlamaya çalışmış, imgelem özgürlüğüyle çeşitlendirme, özgün örneklerle bezeme yolunda önemli adımlar atmıştır.
Yaşar Nabi Nayır’a göre Hasan Âli Yücel, aklıyla Batı’da, gönlüyle Doğu’da bir düşünürdü. 1932 yılında yayınlanan yapıtları: “Mevlana’nın Rubaileri”, “Goethe: Bir Dehanın Romanı” ve “Türk Edebiyatına Toplu Bakış” adlarını taşır. Goethe ve Mevlana’nın bir yeryüzü kültürü anlayışı ile davrandıklarını biliyoruz. Gothe bir “Weltliteratur” kavramı çerçevesinde düşünen bir yenidendoğuşçudur.
Hasan Ali Yücel’in kimlik kurulumu ve çabaları, Batı ve Doğu kültürleri arasında Anadolu’da kurulmaya çalışılmış ve ne yazık ki soğukkanlı bilirkişiler tarafından yakılıp yıkılmış bir köprüye işaret ediyor gibidir.
Bir barış, sevgi ve kültürel buluşma, çoğalma köprüsü…
Işıklar içinde olsun.
25 Şubat 2015, Alper AKÇAM

2 yorum:

bilge dedi ki...

Sevgili Arzu sayfanı ziyaret ettim çok güzel konulara değinmişsin..
En sevindiğim konu arkadaşım Ahmet öztürkleventin karikatür sergisini haber almam oldu sayende kendisini aradım ve kutladım bunlar senin bloğunu ziyaret etmem neticesinde gerçekleşti..sevgiyle kal...

Arzu Sarıyer dedi ki...

Bilge 'ciğim ben teşekkür ederim ziyaretine.Sevindim arkadaşın için ,sevgiler...