17 Aralık 2012 Pazartesi

PATİKA HALUK IŞIK ,ORHAN PAMUK

PATİKA
HALUK IŞIK

Aft!

Orhan Kemal’den Orhan Veli’ye, Orhan Burian’dan Orhan Alkaya’ya, Orhan Asena’dan Orhan Bursalı’ya… Şairinden ressamına, tiyatrocusundan bilim insanına, bir çok “Orhan” var. Biz onları, hayatımıza eklendikleri yapıtlarından, duruşlarından ve eylemlerinden dolayı sayar ve severiz. Ama aynı hayat, kimi Orhan’ların “aft”tan öteye gidemediğini, yine sözleri ve edalarıyla bize
 kanıtlamıştır, kanıtlamaktadır.
SoL’un haberleştirmesi ve Kemal Okuyan’ın “Sen bir faşistsin” (*)başlıklı köşe yazısı sayesinde öğrendiğimiz “hadise” hakkında, Ahmet Cemal de “Aydınlar ve Linç Kültürü”(*) bir yazı yayınladı. Bulup okumanızı isterim. Kuşkusuz başka kalemler de konuya dair yazmıştır, ben ikisini anımsatmak istedim.
“Hadise” şu; Suriye’deki kaos ve insanlık dramına dair, Nobelli yazarımızla birkaç yabancı arkadaşı, Suriye Devlet Başkanı Esad’a bir mektup yazarlar. Ne var bunda diye sorulabilir. Dünya yazar örgütleri, mesleki kuruluşlar yanında, bireysel anlamda da pek çok mektup yazılır, devletlere çağrıda bulunulur. Başta insan hakları olmak üzere, pek çok konuda uyarılar yapılır, dikkat çekilir, olması gereken anımsatılır. Buraya kadar normal. Çağına tanıklığın, aydın olma sorumluluğunun doğal ve olması gereken tepkileridir dile getirilen. Pippa Bacca örneğinde olduğu gibi, işin sonu vahşice öldürülmek de olsa, bu çağrılar insanlığın iyi kalpli yanında hep anımsanır. Dreyfus Davası için, “İtham Ediyorum” başlıklı mektubuyla, devletini adalet için uyaran ve sarsan Emile Zola unutulabilir mi? Dünyadan ve ülkemizden, bu bağlamdaki pek çok olayı ve sonucunu, kuşkusuz anımsıyorsunuz.
Peki, Esad’a mektup yazanlar hakkında, neden böyle bir tepki doğdu? Niye, yenilmez yutulmaz yazılar yazıldı? Biz niye, konuyla ilgili yazmaktan kendimizi alamıyoruz? O mektuptan birkaç alıntıyla, işin niyesini niçinini dikkatinize sunmaya çalışalım:
“İstifa et. Bu yolun sonunda, sen ve ailen için tek sonuç var, ya Saddam ve Kaddafi öldürülmek ya da La Haye’de dezenfekte edilmiş bir hapisanede ömür boyu kalmak. Cezayir, Irak, Libya, Yemen ve Bahreyn’de olanları unutma. Cezayir’e git.” Daha fazlasını, kolaylıkla ulaşacağınız mektuptan okuyabilirsiniz.
İşte itiraz, üsluptan içeriğe, bir yazara asla yakışmayacak bu satırlaradır. Bu satırlar, şu ya da bu biçimde yazmış, ödüllendirilmiş, “lansman” ve “PR” çalışmalarından hayli nasiplenmiş birinin, “yazarlık” dediğimiz olağanüstü serüvenden vaçgeçmesidir. Hayır, kuşkusuz Suriye ya da başka konularda böyle “düşündüğü” için, itiraz etmiyoruz. Bu satırlar güçlünün ve egemenin yanında saf tutarak, irdelemekten bilgilendirmeye her açıdan gölgelendirilen ve kamuoyu oluşturmak için her türlü malzemeyi kullanan bir anlayışın alkışına durmaktır. Hepsini bir yana bırakalım. Bir yazar nasıl olur da, tek çözümü “ölüm” olarak dayatır ve bunu örneklemeye çalışır? Bir yazar nasıl olur da, Cezayir’in konukseverliğinden dem vururken, güçlülerin dünyada, örneğin Fransa’nın Cezayir’de yaptıklarını unutur? Unutturur demek, elbette daha doğrudur. Bir yazar, nasıl olur da tehdit ve göz korkutma taktiğiyle, kimsenin istemediği isteyemeyeceği sonlar tasarlar ve ortaya sürer? “Masumiyet Müzesi”nin neden kurulduğunu, insan şimdi daha iyi anlıyor. Bir yazarda olması gereken ve koşulsuz barış tutkusuyla donatılmış “masumiyet” ortadan kalktığında, elbette sığınacağı bir müze gerekirdi.
Pamuk, artık bir afta dönüşmüştür. Ağızdan beyne, beyinden kelama. Yazılacak şey çok, Orhanlarla başladık bir başka Orhan’la bitirelim. Gel de Gencebay’a hak verme: “Yazıklar Olsun!”

Haluk Işık Cumhuriyet Ege 17.12.2012

********************

 Aydınlar ve Linç Kültürü...AHMET CEMAL(*) 14.12.2012 Cumhuriyet Gazetesi

SOL gazetesinden uyarmasalardı, farkına varmayacaktım.

Birkaç gün önce basında, dünyaca ünlü altı yazar ve aydın tarafından kaleme alınan ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ı istifaya çağıran bir mektup yayıml
andı. Günüm yoğun olduğundan, ‘akşam okurum’ diyerek mektubun tamamını okumadan gazeteleri bir yana bıraktım, akşam da okumayı unuttum.

Mektubu, daha doğrusu ‘yazarlar ve aydınlar’ın imzasını taşıyan bu utanç belgesini ancak SOL gazetesinden görüş istenmesi üzerine bütünüyle okuyabildim. Metinde, ülkesinin insanlarına reva gördüklerinden ötürü haklı olarak yerilen Esad’a son paragrafta şöyle seslenilmişti: “İstifa dışında sizin ve ne yazık ki aileniz için tek yol var: Saddam Hüseyin veya Kaddafi gibi ölüm…”

Bilindiği gibi, Saddam Hüseyin ülkesinde mahkeme önüne çıkarılmıştı. Ama Libya lideri Kaddafi, yargısız ve sorgusuz, feci şekilde linç edilmişti. Sözünü ettiğim mektubu imzalayan ‘aydınlar’, Esad’a, istifa etmediği takdirde, üstelik de ailesiyle, yani karısı ve çocuklarıyla birlikte böyle bir sonun kehanetinde bulunmuşlardı.

Okurlarım, bu ‘aydınlar’ın adlarını buraya almadığımı herhalde fark etmişlerdir.

Alamazdım. Eğer alsaydım, bu sütunun dürüstlüğüne gölge düşerdi ve okurlarım, bu köşenin sahibinin bundan böyle herhangi bir ‘insanca’ mesaj verebileceğinden kuşku duymakta haklı olurlardı.

Hepsini de tanıdığım bu aydınların ve yazarların ‘yazar ve aydın olma sıfatları’, benim için sözünü ettiğim linç kehanetlerini okuduğum anda son buldu; “sesleri, insan sesi olmaktan çıktığı için …” Evet, neredeyse bütün eserlerini çevirdiğim Ingeborg Bachmann da “Ağustosböcekleri” adlı radyo oyununun sonunda insanlığını kaybedenlere bir uyarıda bulunur, ama onunkisi, sırılsıklam insancadır: “…korkuyla birbirimize baktık. Çünkü ağustosböcekleri de bir zamanlar insandılar... sevmeye son verdiler... gittikçe daha kuruyup küçüldüler... aynı zamanda da lanetlenmiş olarak, sesleri insan sesi olmaktan çıktığı için.”

Evet, bir söyleşide: “Faşizm nasıl başlar?” diye sorup herhalde ‘toplumsal’ ağırlıklı bir karşılık bekleyenlere: “Faşizm iki insan arasındaki ilişkide başlar!” diyebilen Bachmann, insanlığını kaybedenlere de bir uyarıda bulunmuştu -ama, biraz yukarıdaki alıntıdan yansıyan üslupla. Çünkü Ingeborg Bachmann, gerçek bir yazar, şair ve aydındı!

Kendine yazar diyen, aydın diyen hiç kimse, ama hiç kimse, aynı zamanda insansa eğer, hiçbir uyarıyı bir linç kültürü üzerine inşa edemez. Çünkü linçin her türlüsü, insanlığın yadsınması ile eşanlamlıdır. Albert Camus, bu insanlık gerçeğini çok iyi bilenlerdendi. Bildiği içindir ki, “Bir Alman Dosta Mektuplar”ının son mektubunu, Nazilerin safındaki Alman dostuna şöyle seslenerek noktalar: “Biliyorum işiniz zor, çünkü yenilgiye katlanmak zorundasınız! Ama inanın ki bizim işimiz daha zor; çünkü bizler bir de sizleri affetmek zorundayız!”

Ölümünden sonra bir yazar dostu, Camus için şöyle demişti: “O, çağının vicdanı olup çıkmıştı.”

Söyledikleriyle ve yazdıklarıyla, çağının vicdanına dönüşmüş bir yazar olabilmek-ne kadar zor!


*************************************


Kemal Okuyan(*)
Kemal Okuyan'ın “Sen bir faşistsin” başlıklı köşe yazısı 11 Aralık 2012 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Edebiyatçılığınla, romanlarınla ilgilenmeyi bırakalı çok oldu. Yalnız da değilim, yazıya her şeyin 
ötesinde değer veren kitapkurtları bile seni “market alıcıları”na terk etti. Ancak belli ki, ne Elif Şafak’la birlikte uzun ömürlü süt gibi sergilendiğiniz raflar ne malum nedenlerle sahip olduğun Nobel ödülü seni tatmin ediyor. Arada, çoğu kez tiksindiğini ima ettiğin, uzak durmaya çalıştığın siyasete bulaşma ihtiyacı hissediyorsun.

Yüksek, küresel siyasete…

Sana da bu yakışır. Raf ömrünü koruman, Nobel’i kucağına tutuşturanların yüzünü kara çıkarmaman için arada büyük laf etmen gerekiyor.
Beraber hareket ettiklerin için de söylenecek çok şey olsa bile öncelik sende. Aynı dili konuşuyoruz, misyonerliğinden en fazla bu ülke etkileniyor, tersi iddia edilse de en çok burada alıcı buluyor marifetlerin.

Sen bir faşistsin…

Bir devlet başkanına “istifa et, yoksa…” tehdidini içeren bir mektup “insani” nedenlerle yazılmaz. Esad ve ailesi için kaygı duyan biri “çekilmezsen sonun Saddam ya da Kaddafi’ye benzeyecek” demez. Aynısını Tayyip Erdoğan da söylüyor her fırsatta. Sana yakıştırdığımızı ondan esirgemiyoruz elbette!

İdam cezasını karşıydın sanırım… Aklımda öyle kalmış. Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin asıldı, yaygaracı, ilkel bir şov eşliğinde… Hatırladın mı? Libya’da ise sahiplerin linç ettirmeyi uygun gördüler Kaddafi’yi…

İki “eylem” de görüntülendi bütün ayrıntısıyla. Emperyalizmin insanlığa meydan okuyabilmesi için, “uygar” dünyanın “barbar”ları hangi amaçlar doğrultusunda kullanabileceğinin anlaşılması için… Ve sizin gibilerin o mektubu yazabilmesi için!

Beşer Esad’a kim adına, hangi amaçla yazdınız? Karşındakilerin acımasızlığını mı hatırlatmak istediniz? “Eyy Esad, bunlar Kaddafi’yi yerlerde sürükledi, yaralarını bıçakla deşti, kıçına silah namulusu soktu, sen bunlarla baş edemezsin, zaman varken kaç git” mi diyorsunuz? Diğerleri bir yana, Nobel ödüllü yazarımızın elinden bu kadarı mı geliyor? Düşe düşe “iyi polis” rolüne mi düştün? Durumun buysa, mektubun sonuna “bizden günah gitti, yan odada El-Kaideciler bekliyor” diye eklemeyi de akıl etseydin bari.

Tam olurdu.

“Suriye halkının iyiliği için…” Böyle yazmışsınız Esad’ı istifaya davet ederken. İlginç olmuş. Suriye halkının Esad’ı vahşice öldürmeye hazırlanan “kötü adam”lara terk edilmesini istiyorsun öyle mi? Beşer ve ailesi bir yerlere, örneğin önerdiğin gibi Cezayir’e sığınsın, Suriyeliler ise kafa kesen, okul ve hastane bombalayanlarla baş başa kalsın!

Ağlamak da istiyor musun her zamanki gibi… Sevinçten!

Çok meraklıysan git “Esad’a ölüm”den başka iki sözcüğü yan yana getiremeyenlere propaganda metni yaz, Youtube’a salınan iğrenç görüntülere senaryo yaz ama Suriye halkının iyiliği için mektup yazma. Kimse yemez...

Mektubunuzun her tarafından, her cümlesinden iğrençlik akıyor. Üç gün önce AKP rejimi için “faşist” derken, onun kural tanımazlığına dikkat çekmiştim, işte şimdi sen de arkadaşlarınla birlikte kuralsız saldırıyorsun. Suriye’de olup bitenlere ilişkin azıcık yontulmuş bir yaklaşım geliştirebilirdin, misyonunu gizlemek için, o da yok, gerek görmemişsin.

Sen seni yaratanlar adına açıkça tehdit ediyorsun.

Esad’a alternatif olarak sunduğunuz “tek kişilik hücre” savunduğun dünyanın en rafine, en steril, en gelişkin cezalandırma sistemi değil mi? “Linç edilmekten yırtarsan, seni bekleyen işte budur” demeye getirmişsiniz. Şifre yok, süsleme yok, mistik dekor yok, sana ün getiren hiçbir şey yok! Düz, kuru, kaba tehdit!

1 yorum:

bücürükveben dedi ki...

Şu Pamuk zaten şu kadar Kürt kestik, şu kadar Ermeni kestik diyerek Nobel aldı biliyorsun canım, bu adamdan da enaz o pislik Altan'lar kadar pislik!Amerikan emperyalizmine hizmet eden utanmaz,arlanmaz Amerikan piçidir kendisi, Amerikan uşağıdır basma kalıp laflar oldu ama kusura bakma küfür etmezsem rahatlıyamıyorum bu kadar o.......çocuğu varken Can Yücel'in dediği gibi gel de küfretme:(((kusura bakma ne olur


canım sevgiler, selamlar...