6 Eylül 2011 Salı

AZRA ERHAT

."


AZRA ERHAT 1915 doğumlu deneme ve inceleme yazarı,eski yunan ve roma dilleri uzm...anı,filolog, arkeolog, çevirmen ve düşün kadını. Özellikle eski Yunan klasiklerinden yaptığı çevirilerle tanınmıştır. A. Kadir ile birlikte gerçekleştirdiği İlyada ve Odissea çevirileri referans kabul edilir.

6 Haziran 1915’te İstanbul-Şişli’de doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Belçika’da yaptı. 1939’da Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ni bitirerek Klasik Filoloji Bölümü’nde asistan olarak göreve başladı. 1946’da doçent oldu. 1948’de aynı fakültedeki öğretim üyeleri Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Adnan Cemgil, Niyazi Berkes’le birlikte üniversiteden uzaklaştırıldı. 1949-1950 arasında Yeni İstanbul ve Vatan gazetelerinde çalışti. Uluslararası Çalışma Örgütü’nde (ILO) kütüphanecilik yaptı.

İlk çevirileri Tercüme dergisinde çıktı. Sofokles, Aristofanes gibi yazarların eserlerini Türkçeye kazandırdı. Yeni Ufuklar dergisinin yazarlarından biri olan Erhat, bu dergi çevresinde gelişen hümanist anlayışın öncüleri arasında yer aldı. Batı uygarlığının kökenini ve Anadolu’ya dayandıran ve Anadolu kültürlerini bir bütün olarak gören Halikarnas Balıkçısı ile aynı görüşleri paylaştı ve aralarında derin bir yakınlık doğdu. Yine çok yakınındaki Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte çevirdiği Hesiodos’un Theogonia ve "İşler ve Günler" adlı yapıtlarıyla Hesiodos üzerine araştırmaları, 1977’de "Hesiodos, Eserleri ve Kaynakları" adıyla basıldı. Bu üç isim bir arada "Mavi Yolculuk" terimini Türk ve dünya literatürüne kazandırdılar.

Azra Erhat, kansere yakalandı. Londra'da tedavi gördü, ama sonuçsuz kaldı. 6 Eylül 1982'de 67 yaşındayken İstanbul’da vefat etti. İstanbul-Üsküdar Bülbüldere Mezarlığına defnedildi.

Atatürk'ü İlyada kahramanlarindan Hektor'a benzetmesinin bir dönem sebep olduğu tartışmalarla da gündeme gelmiştir.

Şadan Gökovalı'nın manevi annesidir.
*

ESERLERİ
Mavi Anadolu (1960) (Gezi Yazısı)
Mavi Yolculuk (1962) (Gezi Yazısı)
İşte İnsan-Ecce Homo (1969) (Deneme)
Mitoloji Sözlüğü (1972) (Mitoloji)
Mektuplarla Halikarnas Balıkçısı (1976) (Mektup)
Sevgi Yönetimi (1978) (Deneme)
Karya'dan Pamfilya'ya Mavi Yolculuk (1979)
Troya Masalları (1981) (Çocuk Masalı)
Osmanlı Münevverinden Türk Aydınına (Eleştiri)
Gülleylâ'ya Anılar (Anı)
Düşün Yazıları, Halikarnas Balıkçısı (Halikarnas Balıkçısı adına yayıma hazırlayan )

ÇEVİRİLERİ
İlyada (1967) A. Kadir ile birlikte
Odysseia (1970) A. Kadir ile birlikte
Hesiodos, Eserleri ve Kaynakları (1977)- Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte
Eşekarıları, Kadınlar Savaşı ve Diğer Oyunlar, Aristophanes - Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte
Lysistrata Kadınların Savaşı, Aristophanes - Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte
Gargantua,François Rabelais - Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol ile birlikte
Tepegözlerin Mağarasında, Homeros - A. Kadir ile birlikte
Gül ile söyleşi, Homeros ( Yalnız Çeviri )
Yedi Deniz, Piri Reis - A. Kadir ile birlikte
Şölen - Dostluk, Platon - Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte
Zincire Vurulmuş Prometheus, Aiskhylos - Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte
Savaş Uçuşu, Antoine De Saint Exupery - ( Yalnız çeviri )
Dişi Kedi, Colette - ( Yalnız çeviri )
Cicim, Colette - ( Yalnız çeviri )

ÖDÜLLERİ
A.Kadir ile birlikte İlyada destanından yaptığı çevirinin birinci cildi 1959’da Habib Törehan Bilim Ödülü’nü, üçüncü cildi 1961’de Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü’nü aldı.

kaynak: vikipedi
*


AZRA ERHAT'SIZ ÇEYREK YÜZYIL...

Düşünce ve bilim insanı, yazar, çevirmen ve bir o kadar da gönül insanı Azra Erhat 'ı bundan tam yirmi beş yıl önce bugün yitirmiştik.

Böyle insanların arkasından yazmanın bana en ağır geleni, ölümlerinden ötürü duyduğum acı değil; çünkü doğanın bu belki de en kesin yasası yüzünden yakınmak, gerçekten anlamsız. Ama asıl ağır olan, böyle değerlerin ölümlerinin üzerinden on, on beş, yirmi, yirmi beş yıl geçtikten sonra onlar hakkında yazmaya oturduğumda, onları önce ve hâlâ tanıtmak, bugünün insanlarına onların kim olduklarını anlatmak zorunluluğunu duymak. Çünkü böyle bir zorunluluk, ölümden çok daha korkunç bir kaderi, isteseydik eğer ve bu yolda çaba harcasaydık, asla yaşamayacağımız bir kaderi, başka deyişle, o insanlarla bugün arasında gereken köprüleri kurmakta başarısız olmak gibi bir kaderi yaşadığımızı kanıtlıyor. Üstelik o insanlar, yaşamları boyunca, çoğu kez şimdi akıllara sığması güç özveriler pahasına, tüm çabalarını, tüm üretkenliklerini o zamanların yarınları olan şimdinin bugünlerini hep daha aydınlık kılma hedefi üzerinde odaklaştırmışken!

Azra Erhat, 1923 yılında, Cumhuriyet'in ilanıyla başlayan ve ellili yılların ortasına kadar süren Türk Aydınlanması seferberliğinin en ön sırada yer alan aydınları arasındadır. Bu seferberliği Sabahattin Eyuboğlu , Halikarnas Balıkçısı , Vedat Günyol , Nusret Hızır , Orhan Burian , Hasan Âli Yücel , İsmail Hakkı Tonguç , Nurullah Ataç ve daha niceleriyle paylaşan Azra Erhat'ı, söz konusu aydınlanma hareketinin hangi taşını kaldırsak altında bulabiliriz. Adı ister 'Tercüme Bürosu' , ister 'Köy Enstitüleri ', ister 'Halkevleri' olsun, bu taşların her birinin ­o zamanlar­ yerine oturtulmasında Azra Erhat'ın da doğrudan veya dolaylı katkıları vardır.

Kaynağını doğrudan Mustafa Kemal Atatürk 'ün: "Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır..." söyleminde bulan Türk Aydınlanması, yalnızca kentlerdeki okullar aracılığıyla gerçekleştirilebilecek, sınırlı ve ağır tempolu bir eğitim sürecini değil, fakat Köy Enstitüleri aracılığıyla ülkenin en sapa yerleşim birimlerine kadar uzanacak bir eğitim seferberliğini öngörmüştü. Üstelik bu, salt okuma-yazma öğretmekle, yöresel ihtiyaçları karşılamakla sınırlı olmayıp, bütün enstitülere ortak hümanist eğitim programları aracılığıyla gerçek anlamda "çağdaş uygarlık düzeyini yakalama" hedefine yönelik bir seferberlikti.

1940 yılında, zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç tarafından başlatılan bu inanılması zor atılımın en büyük desteklerinden biri, aynı yıl yine bakanlık bürosunda oluşturulan Tercüme Bürosu eliyle çevrilecek kitapların Köy Enstitülerinin kitaplıklarına aktarılmasıydı. Üniversiteden hocası Sabahattin Eyuboğlu ve Nurullah Ataç tarafından bu büroya çağrılan Azra Erhat, hem kitap çevirileri yaptı hem de Tercüme Bürosu tarafından hemen yayımlanmasına başlanılan Tercüme Mecmuası'nda çalıştı.

Bundan sonrası, Azra Erhat için artık sürekli bir aydınlatma seferberliği yolu olacaktı. Erhat'ın bu yolda giderek artan şevkini ne üniversitedeki görevine son verilmesi, ne de 12 Mart'tan sonra, Sabahattin Eyuboğlu ve Vedat Günyol ile birlikte hapse atılıp, aylar süren bir yargılamanın ardından 'aklanması' kırabildi. Bugün, başta A. Kadir ile birlikte çevirdikleri "İliada" ve "Odysseia" olmak üzere, pek çok çeviri eser ve deneme kitabı, Azra Erhat'ın imzasını taşımaktadır. Azra Erhat'ın ölümünden sonra, yeğeni Semra Cemal ile eşi Mehmet Cemal tarafından Anadolu Üniversitesi Kitaplığı'na bağışlanan kitapları, bugün titiz bir düzenlemeyle bu kitaplığın "Azra Erhat Özel Koleksiyonu" nda bulunmaktadır.

Asıl acı kaynağı olması gereken, ölüm değil, fakat bu ülkeye bir zamanlar ışık getirmiş insanların ardından ortalığı gittikçe yoğunlaşan bir sessizliğin ve karanlığın kaplamasıdır; çünkü böylesi, o insanlara layık olamamanın yarattığı bir acıdır! Hamuru sevgiyle yoğrulmuş nice kültürlerin ortaklığına dayanan Anadolu'nun insanları günün birinde tüm ayrımcılıklardan içtenlikle arınmak istediklerinde, en değerli rehberlerinden birini de Azra Erhat'ın hep savunuculuğunu yaptığı 'Sevgi Yönetimi' nde bulacaklardır.

Cumhuriyet 06.09.2007
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
*

HOMEROS BİZİM DEĞİL Mİ?

Homeros, yaklaşık yirmi beş yüzyıldan bu yana uygarlık tarihinin sayfalarından hiç eksik olmamış bir ad. Bu ozanın kaleminden çıkma iki dev eser, yani İlyada ve Odysseia ise günümüzde de Batı mitolojisinin ve yine Batı’nın edebiyat üslubu geleneğinin temel taşlarını oluşturuyor.

Peki ama, kimdi bu Homeros? Sadece ‘Yunanlı’ bir ozan mı? Onun iki eserini A. Kadir ile birlikte nefis bir Türkçeyle dilimize aktaran Azra Erhat, İlyada için 1981’de yazdığı kapsamlı önsözde şöyle diyor: “…Homeros tartışması Platon’la başlar…ona göre de Homeros, Yunan dünyasında bütün inanışların babasıdır, bu dünyada dile gelen ne varsa, onunla dile gelmiştir… Yunanistan’da eğitimin Homeros destanlarının üstüne kurulmuş olduğu herkesçe bilinen bir gerçekti, yani yalnız Atina değil, bütün Yunan devletleri Homeros’u bir çeşit kutsal kitap gibi, her türlü bilginin özü diye benimsemişlerdi. Yunan insanı din olsun, politika ya da askerlik olsun, gemicilik ya da hekimlik olsun, çeşitli bilgileri öğrenmek için Homeros destanlarına başvurur, daha doğrusu A’dan Z’ye kadar ezbere bildiği bu destanları canlı bir kitaplık gibi içinde taşırdı…”

İÖ 8/7. yüzyıllarda yaşayan Homeros, kendisinden önceki bütün mitolojiyi İlyada ve Odysseia’da belgelemişti. Mitolojinin önemi, yalnızca tanrılar dünyasıyla sınırlı değildir. Her toplumun mitolojisi, o toplumun kültür tarihi olma niteliğini de sergiler. Bunun nedeni, henüz tektanrılı dinlerdeki soyut Tanrı kavramına ulaşılmamış olduğu çağlarda insanların tanrılar arasında olup bitenleri kendi toplumlarındaki yaşamdan yola çıkarak kurgulamış olmalarıdır. Bundan ötürüdür ki, çoktanrılı dönemlerin tanrıları “tanrılaştırılmış insanlar” ya da “insanlaştırılmış tanrılar” diye de nitelendirilmektedir.

Böylece yüzyılların akışı içersinde oluşan mitoloji, türlü inançların yanı sıra, aslında yeryüzü yaşamına ait bir dağarcık niteliğini de taşımaktadır. Azra Erhat’ın Homeros’u böylesine bilgi kaynağı sayılmış olmasının nedeni de budur. İlyada ve Odysseia, Homeros’a kadar uzanan bir kültür tarihinin belgeleridir. Üstelik bu eserler, içlerinde zengin bir geleneğin belgelenmiş olmasından ötürü, yalnızca bir tarih olmanın ötesinde, geleceği de yönlendirmiştir.

Homeros ve eserleri, bizleri “eski Yunan dünyasının ürünleri” deyip geçemeyeceğimiz kadar yakından ilgilendiriyor. Her şeyden önce Homeros, bir Egeli; üstelik bir söylentiye göre doğum yeri de İzmir. Ayrıca Shakespeare’in “tarihin en görkemli savaşı” diye nitelendirdiği ve İliada Destanı’nın konusunu oluşturan Troya Savaşı da bizim topraklarımızda, Çanakkale yöresinde verilmiş olan bir savaş. Homeros’un her iki eserde derlediği kültürel malzemenin ise bugün üstünde yaşadığımız topraklarda yaşamış ve yaşamakta olan kültürlerin derin izlerini taşıdığından kuşku duyulamaz. Yaşar Kemal, Azra Erhat ile yaptığı ve A. Erhat’ın “Homerosoğulları” başlığıyla “Homeros - Gül ile Söyleşi” adlı kitabına aldığı bir söyleşisinde, konuya bu doğrultuda önemli bir açıklık getiriyor. Yazara göre sözü edilen iki destanın Türkçe çevirilerinin başka pek çok dile yapılmış çevirilerden çok daha başarılı olmasının nedeni, Anadolu kültürüyle bağlantılarından ötürü dilimizde pek çok sözcüğün ve söylemin doğrudan karşılıklarının bulunmasıdır. Dolayısıyla Homeros’la tanışmak, Anadolu kültürünün en önemli kaynaklarından biriyle de tanışmaktır.

Yaşar Kemal’in yukarıda andığım söyleşide: “…bugün Türkiye’de, Anadolu’da yaşayan epik gelenekten Homeros’a gidebiliriz, Homeros’u bugünkü çağımıza bağlayabiliriz…” diyecek kadar bize ve çağımıza yakın bulduğu Homeros’un izlerini kültürümüzde sürmek için yeterince çaba harcadık mı acaba?

Cumhuriyet 19.03.2010
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
*

HOMEROS’UN IŞIK SAHİLİ...

Mavi bir ışık süzülür ilkyaz çiçeklendiğinde İda Dağları’ndan (Kaz Dağları) Edremit Körfezi’nin üzerine...

O ışık yağmuru Homeros’un “Işık Sahili”nin ateşli bağrında uykusuzca bekleyen ölümsüz kadınların çığlıklarıyla buluşur.

Ne zaman yolum düşşe oralara, binlerce yıllık tarihin ve kültürün içinde güneşin batışını seyrederim Ören kıyılarından.

İzmirli Homeros’un “Işık Sahili”dir oraları...

Odisseus Elitis’in “Küçük Yeşil Deniz”i ya da “Çılgın Nar Ağacı” uykunun sınırlarında dolaştırır beni. Ölümsüz güneşin binbir rengine büründüğü gün başımı alıp giderim.

Pelinlerle, üzüm bağlarıyla, mandalinalarla ve zeytin ağaçlarıyla çevrili İyonya Denizi, ufuktan doğan bir umudu anlatır bana...

Azra Erhat’ı, Cevat Şakir’i, Melih Cevdet Anday’ı, Sabahattin ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu...

O mavi yolculukları, Troya’yı, İyonya’yı, tüm Anadolu’yu...

Homeros’un ölümsüz yapıtları İlyada’sı ve Odysseia’sı benim masalımsı evrenimde, aşkı, nefreti, sevgiyi, umudu, savaşı ve barışı çağrıştırır.

Bu coğrafyada yaşayan insanlarımızın tümlüğünü... Barışı, kardeşliği... Sevgiyi ve paylaşımı...

Mustafa Erdoğan “Anadolu Ateşi”yle aydın yolunu açmıştı benim o masalımsı evrenimde... O ateş tüm dünya insanının yüreğinde, beyninde tarihin derinliklerinde Anadolu kültürüyle buluştu.

Şimdi daha güç bir iş yapmış,“dünyayı sarsacak” bir kültür ve tarih mirası “Troya”yı tarih sahnesine çıkarmış.

Müzik, giysiler, danslar, koreografi ve ışıklandırma beni Homeros’la buluşturup doğduğum topraklara götürdü.

Tüm uygarlıkların boy verdiği bir coğrafyada din, dil, ırk, mezhep ve renk ayrımı gözetmeksizin Mezopotamya uygarlığından İyonya’ya uzanan masal kahramanlarıyla buluşturdu.

***

Mustafa Erdoğan’la üç yıl önce bir Kahire akşamında otelin lobisinde konuşurken ezan ve çan sesleri birbirine karışıyordu...

Güneş Nil Irmağı’nın üzerinden sahraya gömülüyordu...

O akşam Troya’dan söz etmişti Mustafa bana. Çok heyecanlanmıştım. O da benim mitolojiye tutkumu yazılarımdan ve kitaplarımdan biliyordu.

Erdoğan’a yanıtım şu oldu:

“Mutlaka bu işe soyun, başaracaksın!”

Homeros’un başyapıtından Troya’yı sahnelemek yürek işidir. Öyle her babayiğidin yapacağı bir iş değildir.

Başımız döndü gösteriyi izlerken. Müzik ve dansçılar olağanüstüydü. Bir buçuk saatin nasıl geçtiğini anlayamadık.

Kültür ve Milli Eğitim Bakanlığı tüm okullara bir genelge göndererek öğrencilerin “Troya”yı izlemelerini sağlamalı. Tüm belediyeler “Troya”ya sahip çıkmalı, özellikle öğrencilerin izleyebilmesi için katkı sağlamalı.

Troya, bir dönem Grek ve Roma’nın simgesiydi. Bizans’taki Hagia Sophia kilisesinin öne çıkmasıyla uzun bir süre unutulmuştur.

Fatih Sultan Mehmet Bizans’ı aldıktan sonra Troya’ya gelmiştir. Fatih’in İmrozlu (Gökçeada) tarihçisi Kritovulos şunları yazmıştır:

“Fatih, Homeros’u göklere çıkardı. Tarihe ve kültüre sahip çıktı. Şehrin düşmanlarını yendik, Asyalılara karşı yapılan kötülüklerin öcünü aldık. Biz bu tarih ve kültür mirasını koruyacağız.”

Evet, Anadolu’yu dans diliyle anlatan Troya, tüm kültürlerin, tüm uygarlıkların insanlık tarihindeki önemini dansla anlatıyor...

Edirne’den Hakkâri’ye, Aydın’dan Artvin’e dek binlerce yıllık tarihi ve kültürü danslarla günümüze taşıyor Troya.

***

Mavi, duru, soğuk bir günün sabahında Elitis’in dizelerinde Çoban Paris’le konuşuyor gibiyim İda Dağı eteklerinde... Körpe kollarıyla Helene beyaz badanalı evin önünde belirgin çizgileriyle şarap dolduruyor Meryem’e...

Dansların dilinde, şiirin müziğinde Halikarnas Balıkçısı’nı, Anday’ı, Ezra Erhat’ı, Eyüboğlu kardeşleri görür gibi oluyorum.

Homeros’un “Işık Sahili”ne bir selam gönderiyorum, mavi bir sabahın buz kesmiş yapraklarıyla... Heraklitos’un kırık taşlarında öfkelenmiş dalgalara kafa tutuyorum...

Troya’yı mutlaka izleyin!

Şeytanın fırtınasını ışıkla parçalayan halkların tümlüğünü, kardeşliğini görün!

Ben bu büyük masalla sarsıldım!

Alkışlar Mustafa Erdoğan, alkışlar dansçılar, alkışlar tüm emeği geçenlere!..

Cumhuriyet 11.01.2009
POLİTİKA GÜNLÜĞÜ
HİKMET ÇETİNKAYA

Hiç yorum yok: