1 Ağustos 2011 Pazartesi

NEDEN SEVİNEMİYORUZ ERDAL ATABEK

Neden Sevinemiyoruz?

İnsanın evrensel altı duygusunun bütün kültürlerde ortak olduğu anlaşılıyor:
...
MUTLULUK,

ÜZÜNTÜ,

ŞAŞKINLIK,

KORKU,

ÖFKE,

İĞRENME.

Bu altı duygu, yerinde, zamanında ve ölçüsünde olduğu zaman canlının yaşamını kurtarıyor.

Ama çoğu kez duyguların harekete geçememesi ya da tersine yanlış yerde ve zamanda harekete geçmesi de yaşamı zorlaştırıyor.

Toplumumuzda nicedir egemen olan duygulara bakınca, “üzüntü”nün, “korku”nun, “öfke”nin yaşandığını görüyoruz.

Örneklerini de her gün görüyoruz.

***

Öfke

İşte, çok yaygın olarak yaşamımızı güdüleyen duygu.

Başbakan’da önceleri “bir hitabet biçimi” idi, artık bir “siyaset biçimi” oldu.

Öfke, haklı nedenlere dayandığı zaman cesareti harekete geçiren duygudur. Haksız nedenlere bağlı olursa, şiddetin asıl kaynağı.

Ayrıldığı karısını sokak ortasında öldüren eski koca da kendisini haklı göstermeye çalışır.

Toplumumuzun bir “şiddet toplumu” olduğunu anlamak için uzağa gitmeye gerek yok.

Trafiğe çıkın ve bakın, durumu anlamaya yeter.

***

Korku

İnsanımızın en yaygın duygusu.

Geleceğinden korkma. Gençlerde yaygın.

Üniversiteye girememe korkusu.

İş bulamama korkusu.

Yeterli geliri elde edememe korkusu.

Evsiz kalma korkusu.

Aç kalma korkusu.

Yaşlanma korkusu.

Yalnız kalma korkusu.

Hastalanma korkusu.

Hapse girme korkusu.

Öfke, iktidar olunca,

Korku, yönetilene kalır.

“Korku toplumu” olmamıza şaşılmamalı.

***

Şaşkınlık

İnsan beklemediği bir şeyle karşılaşınca şaşırır.

Biz de önceleri birçok şeye şaşırırdık.

Artık hiçbir şeye şaşırmıyoruz.

Her an her şey olabilir.

Çocuk her şeye şaşırır.

Onun için her şeyi sorar.

“Gökyüzü neden mavi anne?”

“Güneş batınca nereye gidiyor?”

Şaşırmak, öğrenmenin anahtarıdır.

Merak, bilginin kapısını açar.

Artık hiçbir şeye şaşırmıyoruz.

Kayıtsızız.

Aldırmıyoruz.

Bize değmiyor.

Yavaş yavaş haşlanmış kurbağanın aymazlığıdır bu.

***

Üzüntü

Günlük ruh durumumuzdur.

Hep üzülürüz.

Neye üzüldüğümüzü bilsek de üzülürüz, bilmesek de.

Hep içimizde bir sıkıntı vardır.

Gülmeye korkarız.

Çok güldük, herhalde ağlayacağız.

Üzgünüz, üzüntülüyüz.

Ama elimizden bir şey gelmez.

Ben, tek başıma ne yapabilirim ki?

Baksana, kimselerin elinden bir şey gelmiyor.

Kimse bir şey yapmıyor, hayret.

Kimselerin bir şey yapmamasına şaşarız.

Kimselerin bir şey yapmamasına kızarız.

Ben mi?

Kimse bir şey yapmıyor da bir ben mi kaldım?

Ben ne yapabilirim ki?

Tek başıma.

İşte, üzülüyorum, görüyorsun.

Üzül, üzül, işe yaramıyor da ne yapayım ki?

Esnaf kan ağlıyor.

Bizim orada her gün bir iki dükkân kapanıyor.

Kime sorsam şikâyetçi.

Peki, bu oyları kimler veriyor, anlamadım gitti.

Ramazan geldi, gene fiyatları yükseltirler.

Pidenin fiyatı artmıyormuş.

Göz boyamadır o, gramını düşürürler.

Bilmiyorum vallahi, üzgünüm.

***

Mutluluk

Ah işte, çocukken mutluyduk.

Hiçbir şeyimiz yoktu ama mutluyduk işte.

Her taraf ağaçtı, sokakta oynardık.

Otomobiller yoktu o zaman.

Alışveriş merkezleri de yoktu.

Üzümü bağda yerdik. Eriği ağaçtan alırdık.

Ne televizyon vardı, ne gofret reklamları.

Ev reçelleri yapılırdı. Turşular küpe basılırdı.

Mutluyduk.

Yoksul sayılırdık, şimdilere bakınca.

Çok güvenliydik ama.

“Türk’üm doğruyum çalışkanım”ı söylerken göğsümüz kabarırdı.

İstiklal Marşı’nı duyunca olduğumuz yerde çakılırdık.

Gururluyduk.

Atatürk vardı.

Mutluluk mu?

Anıtkabir’de yatıyor.

Atatürk’le gömüldü...

Hiç yorum yok: